Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Direkt spoiler: Şu an tanıdığım herkesin seyrettiği Netflix yapımı Don’t Look Up’ın finalinde ABD Başkanı Janie Orlean’ı (Meryl Streep) bir Bronteroc (?) yiyor; kuyruklu yıldız çarptıktan sonra Dünya’da kalan tek insan olan oğlu Jason (Jonah Hill), 22 bin yıl ötede bilmem hangi gezegende bilinmeyen bir yaratığa yem olan annesini hâlâ yeryüzünde arıyor. Harabelerin arasında, kolunda annesinin Hermes Birkin çantası. Çarpışmayla uzaya savrulan Wall Street boğası gibi iktidar, para ve statü sembolü çantaya yakın planla tükeniş perdesi kapanıyor…

        Bu distopyanın gerçekleşme ihtimali olabilir mi?

        Astronomlara göre bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpma olasılığı 10 binde bir veya 100 binde bir. Spekülasyona açık, alengirli bir mesele. Çünkü güneş sistemi dışından, kuyruklu yıldız kümesi Oort bulutundan geliyor ve çok kısa süre sistem içinde kalıyorlar. Çarpışma zayıf ihtimal ama sıfır değil.

        Yerkürede Altıncı Tükeniş evresine girdiğimiz ise daha kesin. Gözümüzün önünde cereyan ediyor. Son 40 yılda vahşi hayvan nüfusu yüzde 60 oranında azaldı.

        Dünya’daki hayat yarım milyar yıl içinde beş kez yok oluş evresinden geçti. İklim değişikliği, buzul çağı, volkanik patlamalar canlı türlerinin yüzde yüze yakınının neslini tüketti. 65 milyon yıl önce bir göktaşının Meksika Körfezi’ne düşmesiyle Beşinci Tükeniş evresinde (Palaojen) dinozorlar ve diğer türler doğal hayattan silindi.

        REKLAM

        Altıncı Tükeniş evresinin öncekilerden farkı, endüstri devriminden başlayarak direkt insanoğlunun suçu olması. Küresel ısınma sonucu okyanuslarda, ormanlarda türlerin yok oluş oranları normalden yüzde 100 daha fazla. Biyolojik çeşitliliğin bir parçası olan insan ırkının geleceği de dünyadaki biyolojik canlılığın devamına bağlı.

        Bilim insanları yıllardır uyarıyor. Bunlar gözümüzün önünde cereyan ediyor, eğer o yöne bakıp görebilirsek.

        İşte Adam McKay’in filmi Don’t Look Up bir iklim değişikliği alegorisi olarak, tükeniş evresinde nasıl gözlerimizi hakikate kapatıp delice, histerik bir alternatif gerçeklik aleminde yaşadığımızı yüzümüze çarpıyor.

        Komedi ama “Komutan Logar bir cisim yaklaşıyor” komedisi değil; durum ciddi, hatta dünyanın ve insanlığın sonunu getirecek kadar vahim. Ama film Armageddon da değil; kara komedi.

        Kara komedi çünkü, iktidar hırsıyla bilenmiş siyasal ve kurumsal güçlerin yalan dolanla dizayn ettiği, medyanın da çanak tuttuğu hakikat sonrası iklimde, sosyal medya obsesyonuyla bilimsel gerçekliğe yüz vermeyip anlamsız ideolojik kutuplaşmalara savrulan gülünç halimizi melodram kurgusuyla yansıtmak oksimoron olurdu.

        Dünya’ya yaklaşan cisim dokuz kilometre çapında bir kuyruklu yıldız. Dinozorları yok eden asteroidden biraz küçük. Hayli aradan sonra şükür kavuştuğumuz Jennifer Lawrence doktora adayı astronom Kate Dibiasky rolünde. Oort bulutundan bodoslama gelmekte olan cismi o keşfediyor ve buyrun başroldeki Dibiasky kuyruklu yıldızına.

        İlerleyen sahnelerde Dibiasky insanlığın sonuna dair gerçekleri avaz avaz söylediği için şeytan, cadı, komünist vs. ilan edilince biri TV programında “Kuyruklu yıldız neden senin adını taşıyor” gibisinden çıkışta bulunuyor. Bilime karşı inançsız ortam o denli absürt, akıl dışı.

        Dibiasky’nin hocası Dr. Randall Mindy’nin (Leonardo DiCaprio) yörünge dinamiği hesabına göre bu kuyruklu yıldız kesinlikle Dünya’ya çarpacak, bütün türler ve insan uygarlığı yok olacak. Tam tamına altı ay 14 gün sonra.

        REKLAM

        DiCaprio’nun iklim aktivizminin en şöhretli yüzü olduğu malum. İklim alegorisiyle bir yok oluş distopyasına cuk diye oturuyor.

        Dibiasky ve Mindy korkunç sonu haber vermek ve acil eylem için soluğu Beyaz Saray’da alıyor, ancak hüsranla ayrılıyorlar.

        Aslında her felaket filmi, birilerinin bilim insanlarına inanmamasıyla başlar. Ancak Amerikan başkanları genelde daha şuurludur. Don’t Look Up’ın başkanı Janie Orlean (Meryl Streep) ise Trump’ın kadın versiyonu bir nevi. Hem narsisist, hem de nepotizme teşne. Ebleh ve edepsiz oğlu Jason’ı (Jonah Hill) Beyaz Saray genel sekreteri yapmış. Başkan hem kırmızı, hem de mavi tayyör giydiği için Demokrat mı Cumhuriyetçi mi kestirmek zor. Ancak masasında Clinton’la sarmaş dolaş fotoğrafı var; Cumhuriyetçi tıynette görünse de, Demokratlığa açık kapı.

        Oval Ofis’teki görüşmede Dr. Mindy “Felaket ihtimali yüzde 99.78” diyor. Kongre ara seçimlerine ramak kala felaket tellallığı başkanın hiç işine gelmiyor; “Yüzde 70 yapalım” diyerek iskontoya kalkışıyor. Oturup durumu değerlendirelim neticesi çıkıyor, hele bir seçim geçsin. İki bilim insanı şoklarda.

        Kamuoyunu bilgilendirmek için son çare medya. Ama olayları eğlenceli sunma pratiği iyice sululuk boyutunda. İki astronomu TV’de yüksek ratingli sabah kuşağına çıkaran sunuculardan biri (Tyler Perry) “Kuyruklu yıldız eski karımın evine düşer mi?” diye espri peşinde. Ekürisi Cate Blanchett ise Dr. Mindy’ye askıntı. Kate Dibiasky sonunda patlıyor: “Hepimiz yüzde yüz öleceğiz!”

        Şov sonrası etki sıfır, internet trafiği olmadığı için medya ilgisiz. Ama sosyal medyada Dibiasky’yle dalga geçme diz boyu. Sevgilisi sosyal medyada “O çatlak karıyla yatmıştım” mesajıyla terk ediyor. Sonra “Şeytanla Tanışma” diye kitap yazmaya başladığını da açıklıyor. Kuyruklu yıldızın Yahudi milyarderlerin icadı olduğu komplo teorisi de eksik değil. Tipik.

        REKLAM

        Derken Başkan Orlean bir seks skandalının orta yerine düşüyor. Liyakatsız birini Yüksek Mahkeme üyeliğine aday göstermiş, olay zaten başlı başına skandal, biraz deşilince altından başkanın adama mahrem yerlerinin fotoğrafını gönderdiği ortaya çıkıyor.

        KIYAMETİ FIRSATA ÇEVİRMEK

        Skandalı aşmak için başkanın bir kahramanlık hikayesine ihtiyacı var. Kuyruklu yıldızı uzay mekiği ve uydulardan atılacak nükleer bombalarla rotasından saptırma operasyonu başlıyor. İşte o dakika Silikon Vadisi’in teknoloji devi BASH’ın CEO’su ve Orlean’ın yüklü bağışçılarından Peter Isherwell (Mark Rylance) devreye giriyor. Bütün zamanların en zengin üçüncü adamı; kıyameti fırsata çevirip kâra dönüştürmek için sahnede.

        Isherwell’in uzman ekibi kuyruklu yıldızda 32 trilyon dolar değerinde hazine yattığını tespit etmiş. Cep telefonu ve bilgisayar üretiminde kullanılan terbiyum, osmiyum ve disprosyum gibi değerli elementleri ele geçirmek için başka planları var. Böylece NASA operasyonu durduruluyor. BASH’ın uzay araçlarıyla kuyruklu yıldızı parçalayıp, sonra okyanusa düşen parçalardan maden çıkaracaklar.

        Bir zenginleşme aracı olarak kuyruklu yıldız anında Amerikan sağının tapındığı kahraman haline geliyor; Isherwell cebini doldurmaya hazırlanırken, sokaktaki sade vatandaş yeni iş sahaları açılacak hevesiyle, uyarıda bulunan bilim insanlarına düşman kesiliyor. Bilimin doğrularına karşılık “Yukarı bakma” sloganlaşıyor. Hatta “Aslında kuyruklu yıldız yok” noktasına bile geliniyor. Ta ki gökyüzünde çıplak gözle görülene kadar…

        BASH operasyonu başarılı olamıyor. Isherwell, başkan ve iş aleminin en kodamanları uzay gemisiyle gezegeni terkediyor. Başkan kaçarken oğlu Jason'ı bile unutuyor. Yaklaşan kıyamette payı olan herkes aynı gemide.

        REKLAM

        Ve kuyruklu yıldız tam vaktinde çarpıyor. Teknoloji icadı ne varsa, cep telefonları otomobiller uzaya savruluyor, geride onları kullanacak kimse kalmıyor. Jason Orlean hariç. Kolunda Birkin, "Dünya'daki son insanım" diye selfie paylaşmayı da ihmal etmiyor!

        Filmin iklim krizi alegorisi olduğu çok açık. Ancak fazlası var. İnsanlık tehdit altındayken, sahneyi bilim insanları yerine siyaset ve iş dünyasının güç simsarlarına bırakmanın getirdiği tehlike.

        Isherwell, BASH misyonu sayesinde dünyada sosyal adaletsizliğin, tükeniş tehlikesinin ortadan kalkacağını, insanlığı galaksiler arası yeni bir hayatın beklediğini söylüyor. Artık insan evriminin mutlak hakimi olduğuna dair öyle bir megalomani içinde ki, ilk çocuğu yerine koyup Primo adını verdiği uzay aracını “Gel baban Kronos’a göklerde ilah olacaksın” diye seviyor. Kronos, Yunan Mitolojisi’nde Titan'ların en azametlisi, Zeus’un da babası Kronos.

        Her bireyi deşifre eden algoritmalarıyla insanlığa hükmetmenin büyüklüğünü taslıyor. O algoritmalar, kimin nasıl öleceğini de tam isabete yakın tahmin edebiliyor. Mesela Başkan Orlean’ın ölümüne bir Bronteroc’un neden olacağı gibi.

        Hepsini toplayınca, teknoloji gurusundan çok tanıdık bir retorik. Isherwell, uzayda özel sektör yarışına giren Elon Musk ile Jeff Bezos’un tek vücutta toplanmış hali sanki. Her iki milyarder de, insan soyunu tükenişten kurtarmaya dair tiradlarda bulunurken servetlerini katlıyor.

        Tesla ve uzay şirketi SpaceX CEO’su Musk, zenginleşmek için harcadığı tüm çabanın insanlığı başka gezegenlerde yaşatmak uğruna olduğunu söylüyor; “Günün birinde bir tükeniş yaşanacak. O gün geldiğinde her birey bir bilet alıp Mars’a gidebilmeli. Kişisel servet edinmek önemli değil. İnsanlığı çok gezegenli hayata kavuşturmak dışında hiçbir motivasyonum yok” diyor. Musk aynı zamanda Cambridge Üniversitesi’nin Varoluş Riskleri Araştırma Merkezi’nin yönetim kurulunda; 10 milyon dolar da bağış yapmış.

        Amazon ve uzay şirketi Blue Origin’in patronu Jeff Bezos ise 1982 yılında lise mezuniyet törenindeki veda konuşmasında bile “Eğer türümüzü sürdürmek istiyorsak, tek yol uzaya gitmektir” demiş.

        Don’t Look Up’ta Isherwell kimliğinde tanık olduğumuz uzay madenciliğinin gerçek hayattaki yansımasından son örnek: Musk’ın şirketi SpaceX, geçen yıl NASA’nın “Psyche” projesinin ihalesini kazandı. Görev; Mars ve Jüpiter arasındaki devasa bir asteroidde bulunan ağır metal yataklarının araştırılması.

        Diğer Yazılar