Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İnsanların, mesela dijital platformlardaki dizilerden subliminal mesajlarla, telekineziyle filan LGBT bireylere dönüşebileceği inancı, komplo teorileri ya da en azından buna dair belagat dünyanın her yerinde var. Bu yöndeki dışavurumları çok da gündem meselesi haline getirmemek lazım. Hem Onur Ayı da geçti gitti, gözaltılar sayesinde tehlike bertaraf edildi. Zaten toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBT bireylerin yasa ve kolluk gücüyle korunmasını da içeren İstanbul Sözleşmesi’nden de çıkıldı.

        Sonra İstanbul Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi’nin hekimlik andından “hastanın cinsel yönelimi” kısmını çıkarması da tartışıldı. Selçuk Tıp mezunları aslına sadık kalarak okudu, olay meclis gündemine kadar taşındı. Ama o da geçti gitti, bugün Türkiye’nin gündemi değil. Gündem geçim.

        Dünyanın her yerinde var derken; gündeme iyice oturması bakımından Almanya’da var örneğin. Kendi ifadeleriyle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük krizlerden birini yaşıyor, yüzde 7.6’lık rekor (!) enflasyonla boğuşuyor, enerji darlığı yüzünden yerel yönetimler kademeli ısınma ve duş saatleri planlamaları yapıyor ama aynı zamanda bir ayı aşkın süredir Marie Luise Vollbrecht adlı bir akademisyenin toplumsal cinsiyete dair komplo tezleriyle didişiyorlar.

        REKLAM

        Kadın önce Die Welt gazetesinde dört meslektaşıyla birlikte konuk yazar olarak kaleme aldığı makalede devlet kanalları ARD ve ZDF’in bir çizgi dizi marifetiyle çocuklara transgender ideolojisi aşıladığını ileri sürmüştü. Neticede bunlar tıp insanları, “Çizgi filmle çocukları LGBT birey yapacaklar” demiyor, ancak doktrinle beyin yıkama iddiasını ortaya sürüp, tehdit olarak gösteriyorlar.

        Bu yazı o kadar büyük tepki aldı ki, Die Welt’in ana şirketi Springer Verlag’da yer yerinden oynadı; Yönetim Kurulu Başkanı Mathias Döpfner, çalışanlara hitaben mektup yazarak söz konusu makalenin hoşgörüden uzak, bilimsel açıdan son derece küçümseyici ve kaba biçimde tek taraflı olduğunu belirtti.

        Fakat asıl gündemi sarsan ve fikir özgürlüğü tartışmasına yol açan olay yeni patladı. Korona kapanmalarından sonra sosyal ve kültürel hayat canlanırken, aynı havayı bilim alanında da solumak için Berlin’deki üniversite ve enstitüler geçen hafta sonunu "Bilimde Uzun Gece”ye dönüştürdü; koronadan bira gecelerinin psikanalizine varıncaya değin akla gelebilecek her konuda 1400 kadar bildiri, panel, oturumun yer aldığı programda Humboldt Üniversitesi’nden biyolog Marie Vollbrecht’in “Toplumsal cinsiyet ve biyolojide neden sadece iki cinsiyet vardır” başlıklı konuşması da vardı.

        ABD’DEN KOPYA İPTAL KÜLTÜRÜ MÜ?

        Ancak üniversiteden hukuk öğrencisi aktivist bir grup metnin içeriğine şiddetli tepki gösterdi; “İki cinsiyetliliğin biyolojik gerçekliğini savunanlara meydan vermeyin. Üniversitemizde kuir ve trans düşmanlığına yer yok. Sokakta görüşürüz” diyerek Twitter’dan protesto çağrısında bulundular. Grubun resti üzerine üniversite yönetimi Vollbrecht’in konuşmasını programdan çıkardı. Etkinliği tehlikeye sokmamak için güvenlik gerekçesiyle iptal ettiklerini söylediler.

        Bu sefer de üniversiteye yönelik sansür eleştirileri yükseldi ve fikir özgürlüğü tartışması başladı. Die Welt gibi muhafazakar eğilimli medyada olay “sol aktivistlerin cazgırlığı” olarak gösterildi. Üniversitede ABD’deki iptal kültüründen kopya bir olayın yaşandığını yazanlar oldu. Liberal kalemler ise biyolojiye rağmen, kendisini doğduğu cinsiyete ait hissetmeyen insanların da bir realite olduğunu yazdı. Konuşması engellenen Vollbrecht ise “Biyoloji aklı olmayan şiddet eğilimli radikal aktivistlerin tehditlerine boyun eğmelerini anlıyorum ama bu konuda alarm vermemiz gerekiyor. Şiddet korkusuyla iptaller olacaksa nesnel tartışmadan söz edemeyiz. Bu olay toplumsal cinsiyet ideologlarının ne kadar radikal araçlara başvurduğunu gösteren son örnek oldu” dedi.

        REKLAM

        Olay Berlin Humboldt Üniversitesi’nde geçtiği için tartışmaya ışık tutması bakımından üniversitenin kurucusu Prusyalı diplomat ve düşünce insanı Wilhelm von Humboldt’un eğitim, bilim ve kültür ideallerinden de söz etmek gerekiyor.

        İki yüzyıl öncesine oranla bugün artık zor da olsa Humboldt’a göre üniversite öğrenimi meslek odaklı değil, insanın özgür bir ruh olarak gelişimini, her canlıya eşit mesafede kozmopolit birer dünya vatandaşı olmasını içeriyordu. Sanat ve bilimlere bütüncül yaklaşımı savunan Humboldt, hümanist bakış açısıyla insanın içindeki iyiye inanan bir eğitim reformcusu ve Alman liberalizminin de kurucusuydu. Yaklaşık 30 kadar dile hakim olan Humboldt Bask dilinden Sanskritçeye uzanan araştırmalarıyla dilbilimin babası ve aynı zamanda 1810’da Berlin’deki ilk üniversitenin de kurucusu oldu. Humboldt’a göre üniversitelerin, adı üstünde evrensel ruhu gelişmiş bağımsız ve özgür bireyler yetiştirmesi de bilimsel özgürlükten geçiyordu.

        Bugüne gelindiğinde Humboldt liberalizmi acaba hangi tarafın özgürlüğünü önceliyor? Asla uzlaşamayacağınız bilimsel bir tezin açıkça dillendirilmesi özgürlüğü mü? Yoksa bu tezi sakıncalı buldukları için itiraz edenlerin konuşmayı duymaktan muafiyet özgürlüğü mü?

        Konuşmayı yasaklamak sansürdür, bu su götürmez bir gerçek. Belki en doğrusu aynı platformda karşıt görüşlere yer vermekti.

        Üniversitenin tutumuna hükümetten de eleştiri geldi. Eğitim ve Bilim Bakanı Bettina Stark-Watzinger, “Hangi görüşün açıklanıp açıklanmayacağına aktivistler karar veremez. Bilimsel özgürlüğü kabul etmek zorundalar. Bilim özgür düşünce ve tartışmadan beslenir. Herkes buna tahammül etmeyi bilmeli” dedi.

        Bakan koalisyonun üçüncü ortağı Hür Demokrat Parti’den (FDP); konuşmanın iptaline itiraz ederken gerçekten fikir özgürlüğünü savunduğuna inanmak gerekiyor. Çünkü liberal eğilimli partinin eski liderlerinden ve Merkel hükümetinde Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş Guido Westerwelle açık eşcinseldi. Sevgilisi Michael Mronz’la birlikte gayet düzgün bir sosyal yaşam sürüyor, bazı resmi dış gezilere onunla birlikte gidiyordu. Bakanlığı döneminde dünya evine de girmişlerdi. Westerwelle’nin altı yıl önce lösemiden ölümü sonrası partinin gericileştiği pek düşünülemez. Nitekim aynı partiden Meclis Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki de üniversiteyi sansürcülükle suçladı.

        Neticede Humboldt Üniversitesi yönetimi Vollbrecht’in planlanan tarihte konuşmasını yapamadığı için üzüntü duyduğunu belirtip konferansın 14 Temmuz gününe alındığını açıkladı. Üniversite sözcüsü, bilimsel özgürlüğü güvence altına almak için uğraştıklarını ve Vollbrecht’in konuşmasından sonra trans gruplarının da davet edildiği bir tartışma ortamı olacağını söyledi.

        Fakat konuşma videosu zaten YouTube’da çoktan yayınlandı. Daha ilk dakikalarında 50 binden fazla izleyici vardı. Bilimde Uzun Gece’ye muhtemelen bu kadar katılım olmayacaktı. Yasak sayesinde biyolojide sadece iki cinsiyet vardır konuşması bir çeşit manifesto gibi daha geniş kitlelere ulaşmış oldu.

        Diğer Yazılar