Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MUHTEMELEN farkındasınız, Türkiye’nin “yerli” otomobil ve yerli “Türk otomobil markası” yaratma girişimi, beni epeyce heyecanlandırmış vaziyette.

        Yapılması planlanan otomobil patlamalı motorlu bir otomobil olsaydı emin olun umurumda olmazdı.

        Hatta “Boşuna uğraşmayın” diye yazardım buradan.

        Ancak geliştirilmesi planlanan aracın elektrikli olması, heyecan verici.

        Hiç kuşkusuz ki dünya istese de istemese de bu yöne doğru gidecek.

        Bizim de o yöne gitmemiz şarttı ve öyle olacak.

        İki prototip, üç-beş çizime aldanıp “Modeller hazır” diyenlere de katılacak değilim.

        O “Modeller hazır” dediklerinizden, ben her televizyon programında en az iki tane çiziyorum.

        Yoğunlaşılması gereken alan modeller değil.

        O işin en kolay kısmı.

        Asıl mesele “enerjiyi saklama” alanında çalışmak.

        Yani batarya teknolojisi.

        Bu konuda Çin’le işbirliği yapmak en mantıklısı gibi görünüyor.

        Araştırma üniversitelerimize de bu konuda “görevler” verilmeli.

        Yüksek verimlilikli elektrik motorları üzerinde çalışılmalı.

        Enerji saklamakta da kullanılabilecek şasi teknolojileri geliştirmek için mühendislik grupları oluşturulmalı.

        5 babayiğitten daha çok, bu gibi teknolojiyi geliştirmeye yönelik küçük şirketler desteklenmeli.

        Ana şirket, bu teknolojileri buralarda geliştirecek teknolojilerden satın almalı.

        Otonomi konusunda yazılım şirketleri desteklenmeli.

        Google, Apple gibi bilinen veya bilinmeyen şirketler ve otonomik araç konusunda çalışmaları olan firmalarla işbirliği imkânları zorlanmalı.

        Otomotivde gelişmenin tek bir büyük şirketle değil, ana şirketi destekleyen küçük araştırma şirketleriyle olabileceği ve ana şirketin asıl görevinin bunları motive etmek ve yönlendirmek olduğu unutulmamalı.

        Ve bu işi yapacak şirket “halkın” olmalı.

        Bu işi yapmak için oluşturulacak şirket, kuruluş aşamasında “halka açık bir ortaklık” olarak kurulmalı.

        Şirketin en az yüzde 50’si halka açık olurken, geri kalan yüzde 50 babayiğitler arasında paylaşılmalı.

        Bu işe inanan her Türk vatandaşı, bu şirketin hissedarı olmalı.

        **************

        UNUTTURAMAZ SENİ HİÇBİR ŞEY

        ALKOLLÜ bir biçimde ve aşırı süratle kullandığı otomobille yaptığı kaza sonucu 3 kişilik bir ailenin yok olmasına yol açan Emrah Serbes isimli vatandaşımız, cezaevinde mutlu olduğunu ima etmiş, cezasını çekmek istediğini belirtmiş ve eklemiş: “Beni unutsunlar.”

        Peki bunu nerede söylemiş?

        Bir röportajda.

        Unutulmayı isteyen biri için ilginç bir tercih, değişik bir yol.

        Türkiye’nin en çok satan gazetelerinden birine sayfa sayfa röportaj vereceksin...

        Bir sürü irikıyım ama içi boş laf edeceksin...

        Sonra da “Beni unutsunlar” diye bitireceksin.

        Vallahi bravo.

        Bu röportaj daha çok şarkı sözüne benziyor: “Unutma beni, unutama beni” gibi...

        **************

        İKİ KAZA, İKİ TAVIR

        BİR polis memurunun şehit düşmesine neden olduğu kaza sonrası Rüzgar Çetin’in peşine düşen Türk medyası, ne hikmetse Emrah Serbes’in cinayet gibi kazasına son derece mesafeli duruyor.

        Sakın yanlış anlamayın, Rüzgar Çetin’e haksızlık yapıldı, peşine düşülmeseydi falan demiyorum.

        Ama Rüzgar Çetin kadar hatalı olan ve eyleminin sonucunda bir aileyi ortadan kaldıran Emrah Serbes, medyamızın taarruzuna pek de maruz kalmıyor gibi.

        Acaba daha entel havaları atan bir çevreye yakın olduğu için mi?

        Kendince bir siyasal duruşu varmış gibi yaptığı için mi?

        Niye?

        Merak ediyorum gerçekten.

        **************

        BİZİM POLİTİKAMIZ NE, BİLEN VAR MI?

        TÜRKİYE, Ortadoğu başta olmak üzere çıkar alanı olarak gördüğü coğrafyalarda sürekli çeşitli hamleler yapıyor.

        Bazen müttefikleriyle tartışıyor, bazen yeni ittifaklar kurmaya çalışıyor, dün dost olduğuyla yarın düşman, dün düşman gördüğüyle ertesi gün dost olabiliyor.

        Dış politikada bunların hepsi mümkün ve doğru veya yanlış yapılıyor demek için zaman geçmesi gereken konular.

        Bunlardan bir rahatsızlık duyduğum yok.

        Beni rahatsız eden ise Türkiye’nin uyguladığı politikaların genelde “tepkisel” oluşu.

        Yani bir durum oluşuyor ve Türkiye buna bir tepki vererek politika uyguluyor.

        Mesela, Barzani’yle derin bir işbirliği yapıyoruz, bir ülke kurmasına yadım ediyoruz.

        Gidişatın sonu bağımsızlık, açıkça belli ama biz desteğe devam ediyoruz, sanki bağımsız bir Kürdistan’ı istermiş gibi davranıyoruz.

        Olabilir, isteyebilir, çıkarlarımıza uygun görebiliriz, buna da itirazım yok.

        Ama sonra Barzani bağımsızlık girişiminde bulununca, bu kez en sert tepkiyi gösteriyor, dönüp Irak hükümetiyle işbirliği yapıyoruz.

        Ya da yıllarca Esad’ı destekliyor, sonra Esad’la kavgada en ön sıraya geçmek için uğraşıyoruz.

        Buna da bir itirazım yok, olabilir.

        Ben sadece bir şeyi merak ediyorum.

        Türkiye’nin önümüzdeki 5 yıl, 10 yıl, 30 yıl için bir Ortadoğu planı, bir Avrupa planı var mı?

        Nasıl bir Ortadoğu görmek istiyoruz, Avrupa’yla nasıl bir ilişki tasavvurumuz var.

        Yoksa bütün politikamızı başkalarının politikalarında işimize gelmeyenleri engellemek olarak mı inşa ettik.

        **************

        SERSERİ MAYINLAR ÜLKESİ

        TÜRKİYE nereye koşturuluyor merak ediyorum.

        Bir lümpenlik cehennemine mi?

        Gazeteci ve yazar Sabahattin Önkibar, bir kitap fuarında, imza gününde bir grubun saldırısına uğruyor.

        Kendisini üç-beş görmüşlüğüm ya vardır ya yoktur.

        Bir dönem, bir cemaat (FETÖ değil) gazetesinde yazarlık ve galiba yöneticilik yapardı.

        Sonra aralarına kara kedi girdi.

        Önkibar farklı bir çizgiye geçti.

        Ne önceki çizgisini beğenirdim ne sonraki çizgisinin hastası oldum. Ben şunu bilirim, bir yazara verilebilecek en büyük ceza o yazarı okumamak, o yazarı ciddiye almamaktır.

        Eğer Önkibar’ı veya herhangi bir yazarı sevmiyorsanız, beğenmiyorsanız, fikirlerini yanlış buluyorsanız, güvenilir bulmuyorsanız ve kendisini cezalandırmak istiyorsanız, yapabileceğiniz en sert hareket o yazarı okumamaktır. Bundan bir fazlası, medeni bir ülkede olmaz.

        Bir yandan “medeniyet” toplantıları yapıp öte yandan böyle saldırılara izin vermek ya da hoşgörmek tutarlı bir hareket de değildir.

        Böyle bir hoşgörünün sonucu, Türkiye’yi herkes için güvensiz bir hale getirecek serseri mayınlar ülkesine dönüştürmektir.

        **************

        İLGİLENMİYORUM

        İSTİFA ettirilen belediye başkanlarının yerine kimlerin seçileceğiyle ilgili haberlere dönüp bakmıyorum bile.

        Tamamen zaman kaybı.

        Kimi seçerlerse seçsinler, benim için zerre kıymeti yok.

        Yarın bir hareketle yerini terk edecek birinin kim olduğu beni zerre ilgilendirmiyor.

        *************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Fikirlerini değiştirenlerin değil, ilkelerini sürekli değiştirenlerin tehlikeli olduğunu anladığımız zaman?

        Diğer Yazılar