Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAKAN Atilla davası sonunda bitti.

        Aslında Reza Zarrab davası olarak başlamıştı.

        Hepimiz Zarrab yargılanacak diye bekliyorduk.

        Fakat dava siyasi olunca, siyasi hedefi olunca Zarrab “itirafçı” oldu, 4. dereceden meseleye iştirak eden Atilla, ki bu olaydaki tek namuslu kişi gibi duruyor, sanık.

        Ve mahkûm oldu.

        Çünkü ABD’nin hedefleri açısından suçlu bulunması gerekiyordu.

        Çünkü Atilla suçlu olursa, Türkiye’nin, Türk bankacılık sisteminin üzerine gitmek daha kolay olacaktı.

        Nitekim daha davanın kararı yazılmadan, “saygın!” ekonomi gazetelerinden biri, Financial Times manşeti yazdı:

        “Bu davanın bu şekilde sonuçlanmasından dolayı bir veya birden fazla Türk bankasına milyar dolarlık cezalar gelmesi gündemde.”

        “Türkiye’deki kimi kamu görevlileri ve yabancı yatırımcılara da cezalar gelebilir” demeyi de ihmal etmeden. Böylelikle Zarrab davası amacına ulaşmış oldu.

        Şaşırdık mı?

        Hayır!

        Bekliyor muyduk?

        Evet...

        ***********

        KİMBİLİR BU GİDİŞİN DÖNÜŞÜ OLACAK MI?

        ABD’deki davada Hakan Atilla’nın suçlu bulunması üzerine genel kanaat şu: “Yazık oldu adama, siyasi bir davanın kurbanı oldu. Şimdi yıllarca hapiste çürüyecek.”

        Doğru, Atilla siyasi bir davanın kurbanı oldu ama bu durum bize yabancı bir vaziyet mi?

        Tabii ki değil.

        Bizde Ergenekon adındaki siyasi bir davada yüzlerce kişi benzer şekilde yıllarını hapiste geçirmedi mi? Bazıları ölüp bazıları intihar etmedi mi?

        Yüzlerce, binlerce yıl hapis cezalarına çarptırılmadı mı?

        Yine bizde Balyoz davası adı altında kurulan bir kumpasta, yaşı 70’e dayanmış generaller, ordu komutanları, kuvvet komutanları, genelkurmay başkanları yıllarca tutuklu kalmadılar mı?

        Müebbetlere mahkûm olmadılar mı?

        Onların davaları ve mahkûmiyetleri de siyasi değil miydi?

        Konjonktürel ilişkilere bağlı değil miydi onların mahkûmiyeti de!

        Sonrasında konjonktür değişince, bu siyasi davalar da yön ve sonuç değiştirmedi mi?

        Atilla davasının siyasi bir dava olmasına ve siyasetin istediği yönde sonuçlanmasına niye bu kadar şaşırıp niye bu kadar kızıyoruz ki!

        Kimbilir belki yarın, Türk-Amerikan ilişkileri düzelince Amerikan adaleti de “Kandırılmışız” diyerek Atilla’yı yeniden yargılar.

        Kimbilir, belki!

        ***********

        SİYASETTE İHANET VAR MIDIR!

        ABDULLAH Gül’ün çıkışına AK Parti’ye gönül veren herkes “ihanet” gözüyle bakmaya başladı.

        “Bu yolun sonu ihanete kadar gider” denildi en azından.

        Siyasette “ihanet” kavramına inananlardan değilim.

        “Hain” tanımının ülke içi siyasette yeri olduğunu düşünmüyorum.

        Bunlara ben “yol ayrımı” diye bakarım siyasette.

        Dünya siyasetinde epey vardır, Türk siyasetinde ise ganidir.

        CHP’den kopan bir grubun Demokrat Parti’yi kurması CHP’ye ihanet midir?

        Celal Bayar “hainlik” mi yapmıştır!

        Mesela Kasım Gülek’in CHP’den ayrılması ihanet midir?

        Ya da Ferruh Bozbeyli’nin Demokratik Parti’yi kurması.

        Hadi onlar eski.

        Yeniye gelelim.

        Rahmetli Erbakan’a karşı “aday” olan, sonrasında da Milli Görüş’ten, Refah ya da Fazilet Partisi’nden kopan Abdullah Gül’ün o gün yaptığı da ihanet sayılabilir mi?

        Oysa, o kopuş Türkiye’yi ve Türk siyasetini değiştiren en büyük olayın, AK Parti’nin başlangıcı olmamış mıdır?

        Bugün de böyle bir şey olur demek istemiyorum.

        Şu anki iklim öyle bir iklim değil, zaten Gül’ün de böyle bir niyeti var gibi görünmüyor.

        Ama siyasette “her ayrılığa” ihanet diyemeyiz.

        Çünkü öyle baktığımız zaman her siyasetçinin bir yerinde küçük büyük böyle bir iz bulabilirsiniz!

        ***********

        HADİSE ADINI ‘HADİSE HOCA’ YAPMALI

        RTÜK, TV8’e küçük çocukları açık saçık kıyafetlerle dans ettirdiği, müzik kanallarına da Hadise’nin klibini yayınladığı için ceza kesmiş.

        İlginç bir ülke burası.

        Okul yatakhanelerinde, tarikat yurtlarında çocukları taciz ve tecavüz edenlere pek bir şey denmez de, televizyona çıkaranlara denir.

        Gerçi ben de çocukların reyting unsuru olarak kullanılmasını pek hoş karşılamam, ama farklı nedenlerle...

        Hadise’nin klibine verilen ceza ise iyiden iyiye gariplik.

        Klip dediğin şeyde, dünyanın her yerinde belirli bir düzeyde erotizm olur.

        Bunun neresi cezalık anlamak mümkün değil.

        Zannedersin Hadise porno klip çekmiş.

        Ama ilginçtir.

        Hadise’nin klibinde az biraz erotizm var diye ceza verilir de adının önüne “Hoca” diye nereden alındığı belli olmayan bir unvan eklemiş tipler, yarı veya bazen üçte iki çıplak kadınlarla “orji çağrışımları” yaratan sözde “dini sohbetler” yaparlar, bir tek kişi çıkıp da, “Ulan manyak mısınız, hangi dinde böyle bir ortam var. Pagan Roma’da bile bu kadar aleni yapılmazdı bu iş” demez.

        Hatta hâlâ, “Hocamız da ilginç adam” diye gülüp geçilir.

        Galiba Hadise’nin hatası, adının önüne bir “Hoca” unvanı koymamış olması.

        Çünkü anladığım kadarıyla artık erotizm, hatta pornografi sadece bu tip “hocalara” serbest.

        ***********

        9 MİLYON DOLARLIK ARİF

        CEM Yılmaz’ın Arif V 216 filminin yapımcısı Muzaffer Yıldırım’a filmin maliyetini sordum.

        “9 milyonu aştı” dedi.

        9 milyon doları aşmış.

        Yani 30 milyon TL’yi geçen bir miktar.

        Cem Yılmaz’ın son anda değiştirmeye karar verdiği final sahnesi için 3 milyon TL’den fazla para harcanmış.

        Cem Yılmaz, “Türkiye’de bu bilgisayar efektlerini yapabilecek 40 kişi var. Bunların tamamıyla çalışmak zorundaydık. İçimize sinmeyen hiçbir şeyi yapmadık” dedi.

        Ve çok önemli bir ekleme yaptı:

        “Bu paranın çok önemli bir bölümü elbette perdeye yansıyan unsurlara harcandı, ama bir bölümü de asla yansımayacak unsurlara. Mesela sette çalışan arkadaşlarımıza doğru düzgün yemek vermek zorundaydık. İyi şartlarda konaklatmak, iyi şartlarda gidip gelmelerini sağlamak, insanca koşullarda çalıştırmak zorundaydık. Bu da bir maliyet.”

        Hollywood’da sendikalar, yapımcılardan ne kadar talep ediyorsa çalışanlar için, Cem Yılmaz ve Muzaffer Yıldırım da aynı imkânları sunmuşlar.

        Zaten harcanan para da, dev bütçeli yapımlar dışında ortalama bir Hollywood filminin maliyeti kadar olmuş.

        ***********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Ektiğini biçen şaşırmadığı zaman.

        Diğer Yazılar