Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün Mustafa Kemal Atatürk ve onun peşine takılan bir milletin büyük bir mücadeleyi kazanarak, ulusu egemen kıldığı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan ettiği gün.

        95 yıl önce ilan edilmiş o Cumhuriyet sayesindedir ki, Anadolu’nun bağrından çıkmış çocuklar bu ülkenin en saygın, en tepe koltuklarına oturabildiler.

        Enerjisini tüketmiş bir imparatorluktan, enerji ile dolu yepyeni bir devlet kurdular.

        O günün Türkiye’si ne Afganistan’dan daha gelişmişti ne Irak’tan ne Suriye’den.

        Ve üzerinde Osmanlı’dan miras kalan borçlar ve Osmanlı’nın son nefesinde Batılı standartlarda yetiştirdiği bir grup Aydın vardı.

        Türkiye Cumhuriyeti az zamanda çok işler başardı.

        Osmanlı’dan devraldığı Batılılaşma vizyonunu, çorak Anadolu’da yetiştirdi.

        Bir büyük ülkü, bir büyük ülke yarattı.

        Bu ülke bugün tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor olabilir.

        Bölgemiz 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana emsali görülmemiş bir çalkantının ortasında olabilir.

        Enseyi karartmayacağız.

        Biz çok daha zorlu günlerden geçtik, çok daha sıkıntılı dönemleri atlatmayı başardık.

        Bugün o günlerden daha güçlüyüz.

        Üretmeyi bilen bir milletimiz, her şeye rağmen sağlığını koruyabilen bir ekonomik ilişkiler ağımız ve toplumsal bir birikimimiz, kendileri farkında olmasa da evrensel düzeyde bir elitimiz var.

        Korkmayın.

        Üzülmeyin.

        Bu da geçer yahu.

        Neler geçmedi ki!

        ***

        Neden yazmadım?

        İki gün boyunca yazı yazmadım.

        Siz okurlar haklı olarak “Niye yazmıyorsun” diye sordular.

        Doğruyu söyleyeyim mi!

        Yazdıklarımı yayınlamaya utandım. O kadar öfke ile o kadar kızgınlıkla yazmıştım ki, elime, fikrime hakim olamamıştım.

        Niye mi bu kadar öfkelenmiştim?

        Anlatayım.

        1. Bu çağda, bu devirde, bu imkanlara sahip olmakla övündüğümüz bir dönemde, 2018 yılında, dünyanın en iyi savaşan ordularından birinde, belki de birincisinde iki evladımızı dondurarak öldürenlere öfkeliydim.

        Ve bu sorumsuzluğun en az o evlatlarımızı donduran hava kadar soğuk, ruhsuz, duygusuz bir açıklama ile duyurulmuş olmasına, evladını dondurduğumuz babaya bunu söylememiş olmamıza delirmiştim.

        Bir yandan savunma sanayiindeki başarılarımızla övüneceğiz, kendi yaptığımız silahlı ve silahsız dronelarla teröristlere dağları dar ettiğimizi söyleyeceğiz, diğer yandan iki evladımızın donarak ölmesine seyirci kalacağız, öyle mi!

        Bu zamanda iki evladımızın donarak öldürülmesi sıradan bir olay değildir. Malzeme eksiği midir, komuta eksiği midir, eğitim eksiği midir? Bunlar ortaya çıkarılmalıdır.

        Bu iş en tepeden en aşağı soruşturulmalıdır.

        Sonuçlar da hepimizle paylaşılmalıdır.

        İşte bu meseleye delirdim ben ve sınırları aşan bir yazı yazdım. Sonra da sakinleşinceye kadar beklemeye karar verdim.

        2. Türkiye’nin en köklü okullarından birinde, Türkiye’nin en eski okullarından birinde bir eğitimci, bir öğrenciyi tokatladı.

        Hem de niye biliyor musunuz? Muhtemelen duydunuz. Öğrenci İzmir Marşı'nı söyledi, söylemek istedi diye.

        Öğrenciyi dövmek kabul edilemeyecek kadar ilkel bir durumken, gerekçesi akıl almayacak kadar aşağılık bir durum. İzmir Marşı dediğin bu ülkenin ortak değerlerinden biri. Bugünlerde üzerine muhalif bir tavır oturtulmuş olabilir. Ayıp mı, suç mu?

        Anaların babaların eğitim görsün diye size teslim ettiği evlatlar dövülür mü?

        Bu ülkenin ortak değerlerinden biri olan bir marşı söylemek istedi diye çocuk tokatlanır mı?

        PKK marşı mı bu?

        Beni delirten ikinci mesele de bu idi. Yazdıklarımı tekrar okuyunca kendimden korktum. Sinirlerimi dizginleyinceye kadar beklemeye karar verdim.

        Hâlâ geçmiş değil kızgınlığım.

        Ama en azından kalemime bir nebze olsun engel olabildim.

        Ama öfkem baki.

        ***

        Derbiden sonra kovmaktansa

        Fenerbahçe, teknik direktörü Philip Cocu’yu dün akşam yolladı.

        Sarı lacivertli takım Cocu ile anlaştığı zaman “Cocu’yu tanımıyorum. Hoca olarak hakkında yorum yapamam. Ama Türkiye’de başarılı olmuş Hollandalı teknik direktör de tanımıyorum. Barcelona’dan Galatasaray’a gelen Rijkaard’ın ömrü 8 hafta oldu. Korkarım bu da o kadar olur” demiştim.

        Yanıldım.

        9 hafta dayandı.

        Galatasaray maçı öncesi çok çirkin bir şekilde, soyunma odasında kovuldu.

        Adamı kulübe çağırıp, yönetim kurulu odasında kovmak çok mu zordu bilmiyorum ama yakışıksız bir yönetim biçimi, bir kovma yöntemi.

        Fenerbahçe yönetimi Galatasaray maçı öncesi takıma bir şok yapmak, hocayı kovarak takımı kazanmak istemiş olmalı.

        Tabii bir de Galatasaray maçında alınacak bir kötü sonuç sonrası kovup, Galatasaray’ı Fenerbahçe’nin hocasını kovduran takım yapmak istememiş de olabilirler.

        Doğru bir tavır da olabilir.

        Bilemem.

        Ama şurası çok açık ki, Fenerbahçe’nin yeni Başkanı Ali Koç, "Yapmayacağım" dediği ne var ise yapıyor.

        "Soyunma odasına inmeyeceğim" diye Başkan olan Ali Bey’in soyunma odasından çıkmayan bir Başkan haline gelmesi, “Yıldırım’ın laneti mi?” dedirtiyor.

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Emanet evlatlara sahip çıkabildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar