Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Biliyorsunuz, tarikatlar, cemaatler vakıf adı altında örgütleniyorlar.

        Böylelikle hem Türkiye Cumhuriyeti yasalarının etrafından dolanarak kendilerine yasal bir yapılanma ortamı sağlamış oluyorlar hem de parasal ilişkilerini vakıf örtüsü altında daha rahat yürütüp, üstelik güçlerine göre Bakanlar Kurulu kararı çıkarttırıp, “vergiden muafiyet” sağlayabiliyorlar.

        Böyle vakıf adı altında organize olmuş cemaatlerden biri de Alparslan Kuytul’un “Furkan cemaati” ya da Vakfı.

        Bu vakıf ve lideri uzunca bir zamandır, iktidar partisi ve genel başkanına karşı da sert bir muhalif tavır içinde.

        Baskılara rağmen de asla geri adım atmıyorlar.

        İslamcı iktidara son derece sert bir muhalefet yapan bir İslamcı grup.

        Bu yüzden de sık sık devletin gücü ile karşı karşıya geliyorlar.

        Yargılanıyorlar, hapse atılıyorlar, sert tavırlara maruz kalıyorlar ama zerre geri adım atmıyorlar.

        Bu cemaat ya da vakfın mensupları son olarak birkaç gün önce Adana’da şiddet içermeyen bir gösteri yapmaya kalkıştılar.

        Bu gösteri Emniyet’in çok ama çok şiddetli müdahalesi ile karşılaştı.

        Eyleme katılanlara polis büyük bir hiddetle saldırdı, kadın erkek demeden herkes coplandı, yerlerde süründü.

        İslamcı bir gruba yönelik böylesine şiddet içeren bir müdahale AK Parti öncesi dönemde yapılmış olsaydı, AK Parti sözcüleri bugün hala bunu anlatıyor, buradan mağduriyet devşiriyor, bu müdahalede bulunanları yargılayıp hapse atıyor olurdu.

        REKLAM

        Ama iktidarda oldukları için böyle bir şey olmadı. İslamcılara yönelik bu şiddeti bu kez görmezden geldiler.

        Tüm bir siyasi hayatlarını “Dindarlara yapılan zulüm” iddiaları üzerine kuranların, dindarlara atılan devlet dayağı karşısındaki “sükutlarını” gördükçe içten içe, acı acı gülümsemediğimi söylersem yalan olur.

        Çünkü mevcut iktidar, eleştirdiği, kınadığı, üzerine çullanıp siyasi rant devşirdiği ne kadar mesele var ise, hepsini yaşıyor, hepsini tadıyor.

        Ama Allah var medyada bu konuda bazı eleştiriler de yer almadı değil.

        Mesela şöyle diyenler var, “Türbanlı bir kadın polisin, türbanlı bir göstericiye gaddarca vurması içimi acıttı.”

        Ben böyle sakil bir cümle nasıl kurulur anlamadım.

        Yani taraflardan biri türbanlı olmasa sorun kalmayacak mı!

        İç acıtıcı olan türbanlının türbanlıya vurması mı!

        Türbanlı türbansıza vursa, türbansız türbanlıya vursa, türbansız türbansıza vursa içimiz acımıyor mu!

        Bu mudur sorunumuz!

        Türbanlı ile türbanlı kardeş de, diğerleri el kızı mı!

        Artık bu noktada mıyız!

        Kadınlar Günü’nde benzer bir şiddete maruz kalan kadınlar türbansız olduğu için onlara içimiz acımıyor mu!

        Ya da LBGTİQ yürüyüşünde coplanan, gazlanan, basınçla sulananlara.

        Yolda yürürken tehdit edilen, dövülen, itilip kakılan, tutuklanan Boğaziçili öğrencilere.

        Yerlerde süründürülen 90 yaşında doktorlara.

        15 yaşında öldürülen Berkin Elvan’a.

        İçiniz acımıyor mu!

        Et alırım, et satarım, ustam ölmüş ben satarım

        Et alırım, et satarım, ustam ölmüş ben satarım
        0:00 / 0:00

        Allah'tan bu internet ortamında mürekkep kullanılmıyor.

        Yoksa her yazıya “Yazının mürekkebi kurumadan” diye başlamak gerekecek.

        Daha birkaç gün önce “Et fiyatları çok artacak. Kasabım kredi çekerek ete yatırım yapmamı önerdi” diye yazdım, dün devletin resmi kurumu et fiyatlarına yüzde 30’un üzerinde zam yaptı.

        Resmisi yüzde 30 ise özel sektörü ne yapar siz hesaplayın.

        Bunlar daha iyi günlerimiz.

        Önümüz ramazan.

        Müslüman toplum olduğumuz için, ramazan demek gıda fiyatlarında fahiş artış dönemi demek.

        Bakın bakalım ramazanda neler olacak.

        Et fiyatlarındaki artışın önemli nedenlerinden biri de ihracat.

        Bunu ben söylemiyorum, sektördekiler söylüyor.

        Özellikle Arap yarımadasındaki ülkelere büyük miktar canlı hayvan ihracatı var.

        Bu da yurt içindeki arzı aşağı çektiği için, fiyatları yukarı itiyor.

        Dün Zara’nın fiyatlarının iki sene önceki Chanel fiyatlarını yakaladığını yazmıştım.

        Bugün de yağlı kıyma fiyatlarının, geçen seneki bonfile fiyatına geldiğini müjdeleyeyim.

        Canlı hayvan ihracatına yönelik bu eleştirim üzerine, şimdi kalkıp “Kardeşim, burası Türkiye, serbest piyasa ekonomisi. Ne yapalım yani ihracatı yasaklayalım mı, ihracatçının malına mı el koyalım” diyeceklerdir.

        Ee peki tüccarın deposunu basıp, soğan stokluyor, yağ depoluyor diye ortalığı ayağa kaldırdığınız zaman ekonomi ne ekonomisiydi, Kuzey Kore mi!

        REKLAM

        Ben size olacağı söyleyeyim.

        Bir iki aya kalmaz, et ithalatına başlarız.

        Bugün körfez ülkelerine et satanlar, yarın da Arjantin’den, Polonya’dan, Brezilya’dan et ithalatına başlar.

        Böylelikle hem gönderirken kazanırlar hem getirirken.

        Siz ve biz ise hem yerli yerken kazıklanırız hem ithal.

        Ama olsun üzülmeyin.

        Ukrayna ile Rusya savaşında arabuluculardan biri olmaya adayız.

        Dün sövdüğümüz yabancı ülke yöneticilerinin biri gelip, biri gidiyor.

        İHA ve SİHA’larımız çok iyi.

        Karadeniz’de gaz bulduk.

        Ağustos ayında TOGG yollarda olacak.

        Daha ne istiyoruz!

        Benimki de ciddi ciddi nankörlük vallahi!

        O sahtekarları attınız mı okuldan

        O sahtekarları attınız mı okuldan
        0:00 / 0:00

        Ukrayna’da eğitim gören öğrencilerin yurda dönme çabası beni iki sene önceye, pandeminin başlangıcına götürdü.

        Hatırlayacaksınız, 2020 yılının ilk aylarında Corona salgını patlak verince, YÖK bir karar almış, yurt dışında dünya sıralamasında ilk 1000 üniversite arasında yer alan üniversitelerde okuyan öğrencilerin, Türkiye’deki üniversitelere yatay geçişine imkan sağlamıştı.

        Tabii halkımız her imkanı olduğu gibi bu imkanı da kötüye kullanmanın yolunu bulmuş ve türlü sahtekarlıkla hak etmedikleri halde Türkiye’deki üniversitelere kayıt yaptırmışlardı.

        Bu durumun ortaya çıkması ve benim bu köşede konuyu ısrarla takip etmem üzerine, dönemin YÖK Başkanı Prof. Yekta Saraç aramış ve “Bunlar hakkında gereken işlemi yapacağız. Okullarla ilişkileri kesilecek ama ne yazık ki biz ne yaparsak yapalım, yargı müktesep hak olarak yorumlayıp bunları geri yollayacak” demişti.

        Bunun üzerine konuştuğum konuyla ilgili bir yargı mensubu, "Sahteciliğin müktesep hakkı olmaz. YÖK gerekeni yapsın, biz de gerekeni yaparız” demişti.

        Aradan 2 yıl geçti.

        Yurt dışındaki üniversitelerden Türkiye’deki üniversitelerin yüksek puan isteyen bölümlerine haksız ve hukuksuz geçiş yapan bu “sahtekarlara” hiçbir işlem yapılmadı.

        Bir teki bile kayıt yaptırdıkları üniversitelerden atılmadı.

        REKLAM

        Her zaman olduğu gibi yaptığı, yapanın yanına kâr kaldı.

        Çünkü sizlerin de tahmin edeceği üzere, bu sahtekarların hiçbiri gariban Anadolu çocukları değildi.

        Hepsi birinin bir şeyi, iktidarın yakınları idi.

        Şimdi ben bunu yazınca da bir şey değişmeyecek elbette.

        Bunlar o okullarda okumaya devam edecekler hatta pek çoğu önümüzdeki bir iki yıl içinde bu okullardan mezun olacak, torpilli biçimde işlerini de bulacaklar.

        Peki sonuç çıkmayacağını bile bile ben bunu niye yazıyorum.

        Unutmayın diye.

        Hatırlayın diye.

        Başka hiçbir nedeni yok.

        Bankacılık felaketi gazetecilik rezaleti

        Bankacılık felaketi gazetecilik rezaleti
        0:00 / 0:00

        Dün bir gazetenin 1. sayfasının alt köşesinde minicik bir haber gördüm.

        Samsun’da bir genç bir bankanın limitli kredili yatırım hesabından kendi hesabına 16 milyar TL aktarmıştı ve bankanın ruhu bile duymamıştı.

        Olay günler sonra, bu genç adam, bir polis uygulamasında silahla yakalanıp polislere “Sizin de bankada 16 milyar TL’niz olsa. Siz de silah taşırdınız” diye böbürlenince ortaya çıkmıştı.

        Haberi okudum ve inanmadım.

        16 milyar TL dile kolay 1,1 milyar dolar yapıyordu ve bir bankadan bu kadar parayı tırtıklamak zor işti.

        Bu miktar neredeyse o bankanın öz kaynaklarının 4'te 1'ine, piyasa değerinin de yarısına tekabül ediyordu.

        Ve ortada bana göre her halükarda kötü bir gazetecilik vardı.

        Ya haberdeki sayılar yanlıştı.

        Yok eğer sayılar doğru ise böyle bir haber aşağıda bir küçük köşede değil, manşetten haber olurdu.

        Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Sevgili Yavuz Barlas ekonomi kökenli olduğu için hemen olayı araştırdı.

        Finans editörü Rahim Ak gerçeklere ulaştı.

        Haber doğruydu.

        Hafta sonu sistem geçişi sırasında ortaya çıkan boşlukta bu genç adam tarafından bankanın yatırım hesabından açığa satış için aktarılan tutar 16 milyar TL, yani 1,1 milyar dolar civarında bir miktardı ve bankanın ilk etapta ruhu bile duymamıştı. Müşterinin şubesi durumu fark edince paraya bloke konmuş ama bankaları ve bu gibi astronomik para transferlerini denetlemekle yükümlü kurumların da, haberi olmamıştı.

        Neyse ki, genç adam bu paranın sadece 600 bin TL’sini farklı hesaplara aktarmış ama blokajlar sonrası 250 bin TL'sini harcamış, bir bankayı batırabilecek kadar büyük olan tutar ise hesapta kalmıştı.

        Para hemen geri alınmış, durum toparlanmış.

        Geriye sadece böylesine önemli manşetlik bir haberi kibrit kutusundan küçük haber yaparak haberciliğin içine eden bir gazetecilik rezaleti kalmış.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Dürüstleri değil sahtekarları cezalandırdığımız zaman.

        Diğer Yazılar