Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pazar günü bir tweetle duyurduğum üzere, dün güvenlik güçleriyle desteklenmiş kepçeler, ekskavatörler, dozerler Göktürk’teki yeşil alanlara ve golf sahalarına daldı.

        Demirören’e orman içine yaptığı villalar yetmediği için, yeşil alanlara da daldı.

        Dünyada golf sahalarını talan eden ilk Golf Federasyonu Başkanı olarak da tarihe geçti.

        Yakışır.

        Demirören 10 milyon dolarını iktidar desteği ile 1 milyar dolara çevirecek diye yaratılan rantı korumak devletin ve milletin polisine kalmıştı.

        Polis kardeşlerimizin kendilerine yaptırılan bu pis işten utanç duydukları yüzlerinden belliydi.

        Yollar kesildiği için kimi evine giremedi, kimi işine gidemedi.

        Önemli olan iktidar destekçisi bir medyanın gelirlerini korumaktı.

        Yeşil alanları korumak isteyenler, zaten başından beri yargıya güveniyor, yeşilin hakkını yargıda arıyorlardı.

        Ve dün de yargıya bir kez daha gittiler.

        Yargı da “Davalar sonuçlanıncaya kadar bu iş yapılamaz, yeşil alanlardaki kazı durdurulsun” kararı verdi.

        Ama yıllar sonra “betonun iktidarı” olarak hatırlanacak olan bu dönemin tipik bir uygulaması olarak yeşil katliamı durmadı.

        Yargı kararını kimse takmadı.

        Yeşilin yok edilmesi yargı kararına rağmen akşam saatlerine kadar sürdü.

        Ve yargı kararlarının uygulanmasını sağlamakla görevli Emniyet güçleri, yine bu dönemin tipik bir durumu olarak yargı kararının uygulanmasını engellemek için kullanıldı.

        Aslında mesele oradaki yeşil değil.

        Mesele bir zihniyet ile mücadele.

        İktidar eliyle rant yaratılması.

        Bu rantla yalandan yandaşlar devşirilmesi.

        Yargının takılmaması.

        Halkın polisinin, jandarmasının halka karşı kullanılması.

        Yasaları uygulamakla görevli güvenlik güçlerinin, yasa dışılığı korumakla görevlendirilmesi.

        Bizim asıl karşı çıktığımız bunlar.

        Ve garip olan sözde muhalefetin bu kadar net bir tablo karşısında bu denli sessiz, bu denli etkisiz olması.

        Göktürk’te olanlar aslında 20 yıldır memlekette olanların özetidir.

        Gerek iktidar için gerek muhalefet için.

        Açtırmayın kutunuzu

        Troll tarifesinin “Otokıvanç”ı garip bir hal almaya başladı.

        İçimizi dışımı TOGG’a buladılar.

        Yerli otomobilimizi biz de seviyor, önemsiyor ve destekliyoruz ama her şeyin de bir haddi hududu var.

        “Daha ilgi çekici ve modaya daha uygun renkler de olsa iyi olurdu” diye yazıyorum.

        “Vay kıskanç, eleştirecek bir şey bulamayınca buna mı taktın” diyorlar.

        “Servis meselesi nasıl hallolacak. Sonuçta bir patlamalı motor kadar servise ihtiyaç duymasa da bu araçlara da bir servis gerekecek” diyorum “Sana ne” diye başlayan hakaretler ediyorlar.

        “Bu araçlar a otomobil değil, mobil akıllı cihaz adını verdik ama bu mobil akıllı cihazların hem mobil hem akıllı olabilmesi için BTK’nın uygulamakta olduğu kurallardan ve saçma taleplerinden vazgeçmesi gerek” diyorum.

        “BTK sana mı soracak” diye küfrediyorlar.

        Artık hadlerini aşıyorlar.

        Bakın üç kuruşa sosyal medya paylaşımı yapan, düşünce özürlüler…

        Şunu bilin ki, yapılan şey bir uzay aracı değil, bir otomobil.

        İlk yerli otomobil markası falan da değil.

        REKLAM

        İlk yerli otomobil Devrim’di.

        Engellendiği için başarılı olamadı.

        Sonra 1966 yılında Anadol geldi.

        Gerçek anlamda ilk yerli otomobil markası Anadol’dur.

        1966’da üretimine, 1967’de satışına başlandı.

        4 kapılı sedan, 2 kapılı kupe modelleri vardı.

        O zaman için çok farklı bir teknoloji olarak kompozit (fiberglass) kaportaya sahipti.

        1973 yılında spor modeli STC 16 ve hemen arkasından arazi modeli Böcek gelmişti.

        Her iki model de uluslararası yankı uyandırmış, ünlü otomobil dergilerine kapak olmuştu.

        1973 yılında ilk stationwagon da seriye eklenmişti.

        Ardından Anadol pick up üretimi gelmişti.

        Marka 1990’a kadar üretildi ve bana göre Koç Grubu'nun büyük bir hatası ya da kolaycılığı sonucu tarihe karıştı.

        Çeyrek asır üretimde kalmıştı Anadol.

        Bunu bir kafanıza yazın.

        Ve evet siz sinir olsanız da, bunları ben soracağım.

        Çünkü bugün bu otomobil hakkında ne biliyorsanız benden öğrendiniz.

        TOGG CEO’su Gürcan Karakaş ilk tanıtım toplantısından sonra beni davet ederek, nasıl bir otomobil üretileceğini anlattı.

        29 Ekim günü duyduğunuz, gördüğünüz her şeyi ben bundan tam bir yıl önce yine Karakaş’ın daveti ile gittiğim Gemlik fabrikası ziyaretinde 2021 Kasım’ında zaten yazdım.

        29 Ekim’de yeni bir şey görmediniz, izlemediniz.

        REKLAM

        Mesela fabrikanın üretim bantları 4000'e yakın ziyaretçiye gösterilmedi.

        Davetlilere sordum, kimse araçların üretim şemasını görememiş.

        Haldır haldır çalışan, kaynak yapan, cam takan robotları göremediniz.

        Şu anda dünyadaki en “çevreci” boyahane olduğu söylenen boyahanede boyaya dalıp çıkan kaportaları da izleyemediniz.

        Benden duymuş olmayın ama orada gördüğünüz araçlar, seri üretim bandından çıkan araçlar değildi.

        Çünkü orada sergilenen araçlarda hala yan aynalar yerine kameralar vardı.

        Oysa biliyoruz ki, TOGG seri üretimde bu kameralardan vazgeçti.

        Kullanıcılar için fazla yeni olacağını düşünerek bildiğimiz aynaya yöneldi.

        Ama sergilenen ve kullanılan araçlar arasında hala yan ayna yerine yan kamera kullanmış araçlar vardı.

        Bunlar yeni fabrikanın üretim bandında değil, daha önce tek tek elde üretilmiş araçlardı.

        Çok da önemli değil.

        Fabrikada da üretim olacaktır yakında.

        Mart ayına kadar yapılacak 3500 kadar aracın tamamını elde yapacak halleri yok.

        Ama troller bilsin ki, biz salak değiliz.

        Bizi kendileri gibi zannetmesinler.

        Susuyorsak bu otomobil üretilsin diye 4 yıla yakın süredir canla başla çalışan TOGG ekibine saygımızdan, inancımızdan.

        Yoksa sizin gibi salaklığımızdan değil.

        Parası değil ama izni O'ndan

        Beşiktaş’ın stadında Cumhuriyet’e olan sevginin ve bağlılığın haykırılması bazılarını rahatsız etti.

        Fenerbahçelilerin aynı uğurda yürümesinden, Başkanları Ali Koç’un “Fabrika ayarlarına dönmeliyiz” diye altına imza atılacak cümlesinden, Galatasaray NEF Stadı’nda yaptığı muhteşem Atatürk koreografisinden rahatsız oldukları gibi.

        Ne idüğü belirsiz gazete, “Stadı Erdoğan yaptı, onlar Atatürk’e teşekkür etti” diyerek hazımsızlığını ve rahatsızlığını açıkça belli etti.

        İktidar destekçileri bu yanlışa aslında sık sık düşüyorlar.

        Zannediyorlar ki, ülkeyi yönetenler kullandıkları ya da kullandırttıkları kaynakları ceplerinden ödüyor, babalarının parasından veriyorlar.

        Oysa bu kaynakların tamamı halkın kaynağı.

        Halkın vergilerinden ya da halkın ödeyeceği borçlarla oluşturulmuş kaynaklar.

        Doğru olan şu.

        Beşiktaş’ın stadının parasını dönemin Başbakanı Erdoğan yapmadı.

        Ama o stat Erdoğan sayesinde yapıldı.

        Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bu stadın yapımına onay vermiyordu.

        Stat hem Boğaz öngörünüm bölgesinde kalıyordu hem de eski stat tarihi eser statüsündeydi.

        Ayrıca buraya 50 bin kapasiteli bir stat yapmanın hem kentin ulaşımı, hem de güvenliği açısından risk yaratacağını söylüyordu Ertuğrul Günay. (Burada 10 Aralık 2016 günü meydana gelen patlama sonucu 44 kişinin ölmesi ve daha sonra her maç günü kapatılan ana yollar nedeniyle Günay’ın bir ölçüde haklı olduğu görüldü.)

        Dönemin Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, Başbakan Erdoğan’ın yanlış hatırlamıyorsam Japonya gezisine katıldı ve bu gezi sırasında Erdoğan’ı stadın yapımına izin vermesi için ikna edip geri döndü.

        Stadın inşaatı için gereken kaynağın bir bölümü kamudan, önemli bir bölümü ise Vodafone’dan sağlandı ve koltuk başı maliyet açısından en pahalı stat yapılabildi.

        Ama yine de asıl teşekkür edilmesi gereken Cumhuriyet’tir.

        O alanı 100 yıla yakın bir süre ranta değil, spora ayıran ve orayı koruyan Cumhuriyet.

        Sözde muhalifte iktidar kafası

        Sözde muhalifte iktidar kafası
        0:00 / 0:00

        Dün bir televizyon programcısı, Demirörenleri haklı olarak sertçe eleştirirken, haksız olarak şöyle bir ifade kullanmış:

        “Ben olsam iktidara geldiğim gün bunların tüm mallarına el koymazsam şerefsizim.”

        Ne yazık ki buradan şunu anlıyoruz.

        İktidarın politikaları artık kendini muhalif zannedenler tarafından da içselleştirilmiş.

        Kendini muhalif zannedenlerin, bugünkü iktidardan siyasi anlayış olarak zerre farkı yok.

        Aynı siyaset, aynı hukuk, aynı insan hakları anlayışı.

        Ne demek “Mallarına el koymak”.

        Ne farkınız kaldı sözde eleştirdiğiniz iktidardan.

        Onlar da zaten bunu yapıyorlar.

        Beğenmediklerinin, sevmediklerinin malına hukuksuz biçimde el koyuyorlar.

        Hukuku takmıyorlar.

        Hukuku baskı atına alıyorlar.

        Siz de kendi iktidarınızda aynı şeyi yapmak istiyor, aynı şeyi savunuyorsunuz.

        Sizin muhalefetiniz iktidarın yaptıklarına mı, yoksa aynı şeyi kendinizin yapamıyor oluşuna mı!

        Belli ki, 20 yıllık AK Parti iktidarı sizin kafanızı da bayağı etkilemiş.

        Bence gidin AK Parti’ye kaydolun. Merak etmeyin orada da içkinize falan karışmazlar.

        Yeter ki, bardağı orta yerde sergilemeyin.

        Güzel haberi sona sakladım

        Güzel haberi sona sakladım
        0:00 / 0:00

        Size güzel bir haber vereyim.

        Biliyorsunuz dostum Celal Şengör’ün Teke Tek’te sarf ettiği bazı ifadeler nedeni ile Diyanet İşleri Başkanlığı Teke Tek programı ve Celal Şengör hakkında RTÜK ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuştu.

        RTÜK Teke Tek programına ceza verirken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da Celal Şengör’ü ifadeye çağırmıştı.

        Biz de Celal’le birlikte kalkıp Adliye’ye gitmiştik.

        Celal Şengör’ün ifadesini alan savcılık, yaptığı inceleme sonucunda “takipsizlik” kararı verdi.

        Yani Celal Şengör’ün sözlerinde hakaret, Yahudiliği ve Hristiyanlığı, dini inançları aşağılama gibi suç olmadığına hükmetti.

        Açıkçası Adalet’e güven tazeledik diyebilirim.

        Bu arada Diyanet demişken.

        Diyanet İşleri Başkanı’nın eşi ile birlikte tüm dünyayı gezdiği halde bir kez bile Anıtkabir’e gitmemiş olmasını eleştirenler var.

        Aman bunu eleştirmeyin.

        Bence o kişinin Anıtkabir’e gitmemesinde fayda var.

        Anıtkabir de kendisini istemez çünkü…

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Rakibimize benzemediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar