Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tek Yürek adı altında yapılan bağış toplama etkinliğinde kamu kurumları birbirleri ile yarışarak yüksek miktarda bağış yaptılar.

        Elbette başkaları da katıldı ve gönlünden kopanı verdi.

        Hatta ben meseleye çok veren maldan, az veren candan gözü ile baktım.

        Bana göre en değerli bağışlar SMS ile 50 TL bağışlayan vatandaşın bağışı, kumbarasını kırarak içinden çıkan 200-300 TL’yi bağışlayan öğrencinin bağışı, bir aylık emekli maaşını bağışlayan teyzenin bağışı idi.

        Bankaların ve diğer kimi kamu kurumlarının milyarlık ya da yüzlerce milyonluk bağışları ise doğrusu çok da mantıklı bir durum değildi.

        Bu kurumların kaynakları kamu kaynağı.

        Bu kurumların kârları zaten Hazine’ye ait.

        Bu kurumların görev zararları zaten kamu kaynaklarından karşılanıyor.

        Bunların yardım diye açıkladığı para zaten halkın, milletin, kamunun parası.

        Aynı depremzedelere devletin öyle veya böyle yapmak zorunda olduğu yardımlar, destekler gibi.

        Yani tam bir dostlar alışverişte görsün durumu. Bir cepten diğer cebe. Ve tabii yasallığı tartışmalı.

        Niyet birtakım ödemeleri bütçe dışına çıkarmak, TBMM denetimi dışı harcamalar yapmak değilse lüzumsuz bir iş.

        O gece de bunu belirten bir sosyal medya paylaşımı yaptım.

        Ve bir de soru sordum, “Ne kadar mantıklı ne kadar yasal?”

        Çünkü 2.2.2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararı vardı ama o kamu kurumlarının böylesine yüksek miktarda bağış yapmasına imkan sağlamıyordu.

        Bankaların yapabileceği yardım ve bağış miktarı yasa ile belirlenmişti ve öz kaynaklarının binde dördünü aşamıyordu.

        168 milyar TL öz kaynağı olan bir banka 20 milyar TL değil ancak 672 milyon TL bağışlayabilirdi.

        Bu yasadışılık, sondan yapılan bir müdahale ile düzeltildi.

        Yapıldığı sırada yasa dışı olan bağış miktarı, dün çıkarılan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yasal hale getirildi.

        Bankacılık kanunu açısından sıkıntı ortadan kaldırıldı ancak sorun yine de ortadan kalkmadı.

        Çünkü bir de vergi kanunu vardı.

        GVK 89. Maddesine göre Kızılay’a yapılan bağışların tamamı vergi matrahından indirilebilir.

        Bu, Kızılay için tanınmış bir istisnadır.

        Ancak hiçbir yasada AFAD için böyle bir istisnadan söz edilmemektedir.

        Bu durumda AFAD’a yapılan bağışların sadece yüzde 5’ine kadar olan bölümü vergi matrahının tespitinde indirime söz konusu olabilir.

        Bu durumu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzeltmek de mümkün değildir. Anayasamızın 104. Maddesi vergi kanunlarını yapma yetkisini sadece ve sadece TBMM’ye tanımıştır ve eski ya da yeni hiçbir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile vergi düzenlemesi yapılamaz.

        Ben hatırlatayım da, belki onu da TBMM’de düzeltirler.

        Tansu Çiller: Bağışımı baştan yapmıştım

        Tansu Çiller: Bağışımı baştan yapmıştım
        0:00 / 0:00

        Türkiye Tek Yürek yayını sırasında eski Başbakan Tansu Çiller de yayına bağlandı ve uzunca bir konuşma yaptı.

        Sonra da herhangi bir bağışta bulunmadan telefonu kapadı.

        Bunun üzerine ben de durumu eleştiren bir tweet attım ve “Uzun uzun konuşup harçlığını bağışlayan bir öğrenci kadar bile olamadan, beş kuruş bile bağış yapmadan telefonu kapatan Tansu Çiller’e teşekkürler. Nasıl bir karakter olduğunu biz anlatsak inanmazlardı. Kendi gösterdi” dedim.

        Benim bu sosyal medya paylaşımımdan yarım saat kadar sonra ünlü medya patronu Acun Ilıcalı, Tansu Çiller’in yeniden arayarak 1 milyon TL bağış yaptığını açıkladı.

        Tabii sosyal medyada anında “Bunu Fatih Altaylı’ya yazın” şamatası başladı.

        Tansu Çiller ile aslında 30 yıllık geçmişimiz vardır.

        Başbakanlığı döneminde kendisine en sert muhalefet yapan gazetecilerden biri idim.

        O dönemde devlet içinde yerleşen çetelerle mücadele etmesi talebiyle bir kampanya yapıyorduk.

        Ve bir akşam Çiller’in yalısının önünde gösteri yapıp, istifasını isterken polis tarafından gözaltına alındım.

        Daha sonra Başbakan Çiller, karakolu arayarak şikayetçi olmadığını bildirdi ve serbest bırakılmamamı istedi.

        Ancak yine de kendisine olan muhalif tavrım değişmedi.

        Ve Tansu Çiller siyaseti bırakırken Teke Tek’e konuk olarak son siyasi programını benimle gerçekleştirdi.

        Farklı bir Türkiye idi anlayacağınız. Batı demokrasilerini biraz daha andırıyorduk o zaman.

        Neyse uzatmayayım, Tansu Çiller dün öğlen saatlerinde telefonla aradı.

        “Fatih Bey, sizi hala her gün okuyor, takip ediyorum. Mesleğinizi yapış biçiminize ne kadar saygı duyduğumu söylememe gerek yok. Dün geceki duruma bir açıklık getirmek istiyorum.

        Yardım kampanyası yapılacağı söylenince, ben de ailem adına 1 milyon TL katkıda bulunmak istedim. Bunu da bildirdim ve parayı da yayından önce ilgili kuruluşa aktardım. Doğrusu yayına bağlanma niyetim de yoktu. Ancak bağlanmamın önemli olacağı, teşvik edici olacağı söylenince kabul ettim. Yayına bağladılar. Oldukça karışık, gürültülü bir ortamdı ve birtakım teknik sorunlar da vardı anladığım kadarı ile. Birkaç dakika konuştum ve telefon kapandı. Ben de bağışımı açıklama fırsatı bulamadım ve haklı olarak sanki bağışta bulunmamışım gibi bir algı oluştu. Bunu düzeltmek için yayını tekrar aradım ama yarım saat kadar ulaşmak mümkün olmadı. Sonunda ulaştım ve söyledim. Yeniden bağlanmak istemedim siz açıklarsınız dedim. Acun Bey de bunu açıkladı. Emin olunuz ki, bağışımı baştan yapmıştım” dedi.

        Tansu Çiller’in söyledikleri bunlar.

        Herkesin bilgisine sunarım.

        Yakıştıramadım

        Yakıştıramadım
        0:00 / 0:00

        Körfez ülkeleri de Türkiye’deki depremin yaralarını sarmak için epey bir yardım ediyorlar.

        Suudi Arabistan 26 milyon dolarlık yardım malzemesini 11 uçakla yollamış.

        Aynı şekilde Suriye’ye de yardım ediyormuş.

        Katar da keza gececi konut olarak kullanılmak üzere 10 bin konteyner yollayacakmış. Ayrıca başka malzeme yardımları da var.

        Ancak yine de bir adım fazlasını bekledim.

        Mesela Suudi Arabistan’ın kralı öldüğünde Türkiye’de üç gün yasa ilan edilmişti.

        Bizim on binlerce yurttaşımız öldüğünde onlardan da benzer bir yas beklerdim doğrusu.

        Ya da Katar.

        10 bin konteynerin bedeli yaklaşık 30 milyon dolar.

        Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na 500 milyon dolarlık uçak hediye edebilen Katar Emiri’nin yüz binlerce depremzedeye 30 milyon dolar yardımı bana biraz az göründü.

        Acaba Acun Ilıcalı arayıp, miktarı biraz yükseltmelerini mi istese!

        Şengör: Ben onunla konuşmam ki, bir şey söylemiş olayım

        Şengör: Ben onunla konuşmam ki, bir şey söylemiş olayım
        0:00 / 0:00

        Gelelim Ahmet Ercan’a…

        Prof. Ahmet Ercan, nedeni pek de belli olmayan bir şekilde Celal Şengör’e saldırdı ve Şengör’ü kamuoyu önünde zora sokmayı amaçladığı aşikar bir şeyler söyledi.

        İddiasına göre Şengör, 1999 depreminden sonra üç gün içinde İstanbul depremi olacak demiş, bu deprem 9’dan büyük olacak demiş, Celal Şengör verilere dayalı konuşmazmış, Celal Şengör kafasında bir şey yaratır ona inanırmış, Celal Şengör büyük deprem olsun istermiş, Celal Şengör ona İstanbul yıkılsın demiş.

        Celal Şengör benim çok eski dostum.

        1999 depreminden sonra Celal Şengör’le çok sohbet ettim.

        Çok ekrana çıkardım.

        Ercan’ın Celal’ın kendisine söylediğini iddia ettiği şeylerden bir tekini bile duymadım.

        “İstanbul depremi kaçınılmaz. Sonunda olacak. Belki haftaya belki 50 sene sonra. Olmadığı her gün olma ihtimali artıyor” dedi, tanığıyım.

        Bunları ekranda da söyledi, kayıtlar ortada.

        Bir gün bile İstanbul depremi 9’dan büyük olur demedi. 9’dan büyük deprem yaratacak tek yerin Girit Adası’nın altında Afrika plakasının, Avrupa plakasının altına girdiği yer olduğunu söyledi. İstanbul depremi için 7’den büyük olur ama 7,8’den büyük olamaz dedi.

        Türkiye’de veriye dayalı konuşanlar arasında veri ile en çok haşır neşir olanlar Naci Görür ve Celal Şengör’dür.

        Dostumuz Xavier Lepichon’un Marmara Denizi'nin altını araştırmak için yolladığı Le Suroit araştırma gemisinin yaptığı projede Görür vardı.

        Verileri değerlendiren ekipte Şengör vardı.

        Ve söylediği şu idi.

        İstanbul depreme hazır değil.

        Büyük felaket yaşanabilir ve yaşanacak.

        Yani Ercan’ın söylediklerinin hiçbiri doğru değildi.

        Türkiye’de veriden çok çok uzak olduğu halde en çok konuşan deprem bilimci Ahmet Ercan’dı. Uzun yıllardır üniversitede bile değildi ve jeoloji camiasından dışlanmıştı.

        Yine de Celal Şengör’ü aradım.

        “Sen Ahmet Ercan’a İstanbul yıkılsın demişsin, İstanbul depremi 9’dan büyük olacak demişsin. 1999 depreminden sonra İstanbul depremi birkaç gün içinde olacak demişsin. Doğru mu?” diye sordum.

        Ahmet Ercan’ın söylediklerinden haberi bile yoktu.

        “Tövbe böyle bir şey demedim. Desem sen bilirdin. Zaten ben o herifle yıllardır konuşmadım ki, herhangi bir şey söyleyeyim” dedi.

        Benim de Ahmet Ercan’a tavsiyem şu.

        Celal’i taklit edecekse bunu papyon takmaya başlayarak değil, bilim yaparak, makale yazarak yapsın.

        Daha fazlasını da söyletmesin.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        40 iq ile muhatap olmak zorunda kalmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar