Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün Teke Tek’te Münih Ludwig Maximillians Üniversitesi Jeoloji ve Deprem Bilimleri bölüm başkanı Prof. Anke Friedrich de konuklarım arasında idi.

        Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman’ı etkileyen 7.8 ve 7.5’lik depremleri incelemişti.

        Kendisine sordum, “Bu deprem için asrı felaketi demek doğru olur mu?” diye.

        “Depremin büyüklüğü açısından soruyorsanız hayır. Bu büyüklükte pek çok deprem oluyor. Bu deprem için asrın depremi diyemeyiz. Ama kentlerde yarattığı hasar ve ölü sayısından ötürü diyebiliriz. Fakat unutmayın ki, bu hasarın ve kayıpların nedeni depremin büyüklüğü değil, üzerine inşa edilen yapıların yetersizliği” dedi.

        Aynı soruyu Türkiye Deprem Vakfı'nın eski başkanı ve halen yönetim kurulu üyesi Prof. Mustafa Erdik’e de sordum. Onun yanıtı daha da ilginçti.

        “Bize benzeyen bir ülke olarak Şili’den bir örnek vereyim. Şili, eğitim düzeyi, gelir düzeyi, gelişmişlik düzeyi olarak Türkiye’ye büyük benzerlik gösteren aynı kategoriye sokabileceğimiz bir ülke. Bu ülkede 2010 yılında 9.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi ve 500 kilometrelik bir hattı etkiledi. Bizde meydana gelen depremin 25 katı güçte ve çıkardığı enerji bakımından 125 katı büyüklükte idi. Üstelik de yerleşimin yoğun olduğu sahil bölgesini etkilemişti. Bu depremde topu topu 500 kişi hayatını kaybetti. Çünkü Şili, geçmişten ders alarak inşaat kurallarını iyi belirlemiş ve daha önemlisi bu kurallara harfiyen riayet edilmesini sağlamıştı. Doğru inşaatı yaparsanız hiçbir deprem asrın felaketi olmaz” dedi.

        Mustafa Erdik’in “Şili’nin geçmişten aldığı ders” dediği deprem ülkenin 1960’ta yaşadığı ve yazılı tarihin bildiği en büyük deprem olan 9.5 büyüklüğündeki depremdi.

        Bu depremde 2 milyon kişi evsiz kalmış, 5 bine yakın Şilili hayatını kaybetmişti.

        Sonrasında Şili, tüm yönetmeliklerini depreme göre yenilemiş, kuralları koymuş ve denetlemişti.

        Bizde “asrın felaketi” deprem değil bilgisizlik, denetimsizlik, vurdumduymazlık, umursamazlık ve imar aflarıydı.

        Toplamına cehalet demek mümkündü ve sadece siyasetin suçu değildi.

        Toplumsal bir aymazlıktı.

        Ve şimdi yine suçu birkaç müteahhide yıkarak bu hesabı da kapatmayı planlıyor ülkeyi yönetenler.

        Biliyor musunuz, “deprem ülkesi” olduğu artık aşikar hale gelen Türkiye’nin Anayasası’nda tek bir yerde “deprem” kelimesi geçmiyor.

        Tüm bu olanlara ve muhtemelen 200 bine yakın insan yitirmemize rağmen hiçbir siyasi parti “İmar affı yasağını Anayasa'ya koyalım” deme cesaretini gösteremiyor.

        Çünkü Türkiye’de siyaset, ister iktidar olsun ister muhalefet hiç fark etmeksizin “imar rantından” finanse ediliyor.

        Hal böyle olunca da haydan gelen para huya gidiyor.

        Arada olan canlara oluyor.

        Acele işe şeytan karışır

        Acele işe şeytan karışır
        0:00 / 0:00

        Anlatamayacağız ama bir kez daha deneyelim.

        Başta Hatay olmak üzere yıkılan kentlerde yaşayan vatandaşlarımızı önce düzgün bir geçici konutlara yerleştirelim.

        Sonra da bu kentleri, tarihlerine, geçmişlerine, sosyolojilerine, karakterlerine göre yeniden ama bu kez sağlam ve depreme dayanıklı bir şekilde imar edelim.

        İmkansız değil, zor hiç değil.

        Avrupa’dan çok güzel örnekler var karşımızda.

        Mesela, Dresden ama özellikle Varşova.

        Polonya’nın başkenti Varşova’ya hiç gittiniz mi bilmiyorum.

        Gittiğiniz zaman etkilenmemeniz mümkün değil.

        Son derece eski, tarihi binaların toplam yapı stokunun büyük bölümünü oluşturduğu, sıklıkla Ortaçağ mimarisini de yansıtan tarzıyla tarihi bir kent.

        Tarihi dokusunun bozulmamış olması çok şaşırtıcı.

        Ama bu dokunun tamamı yeni aslında.

        Buram buram tarih kokan Varşova’da tarihi hiçbir şey yok.

        Her şey yeni.

        Ortaçağ’dan kalma zannettiğiniz binalar 1950’lerde yapılmış.

        Varşova 2. Dünya Savaşı’nın en büyük yıkımı yaptığı kentlerden biri.

        REKLAM

        Savaş bitip Almanlar ülkeden çekildiğinde Varşova’nın yüzde 85 hatta yüzde 90’ı enkaz halinde.

        Yerle bir.

        Atom bombası yemiş Hiroşima’dan, Nagazaki’den farksız, belki beter.

        Kentte kelimenin tam anlamıyla taş üstünde taş kalmamış.

        Peki Polonyalılar ne yapıyor?

        Bu güzel kenti, aslına uygun olarak birebir aynen ve yeniden inşa ediyorlar.

        Tüm dokuyu, kentin mimari, sanatsal ve sosyal bütünlüğünü aynen koruyarak.

        Kapı kollarına kadar.

        Bunu Hatay’da, Gaziantep’in deprem vuran tarihi bölgelerinde yapmak zor değil.

        Yeter ki, bir kez daha ihale çılgınlığına, müteahhit aşkına kapılmayalım.

        Hızlı olalım ama acele etmeyelim.

        Binalara periyodik muayene

        Binalara periyodik muayene
        0:00 / 0:00

        Deprem Vakfı yöneticisi olarak Mustafa Erdik Hoca başta olmak üzere işi bilen herkesin ortak bir önerisi var.

        “Bina muayenesi”

        Nasıl ki, motorlu taşıtlar güvenli olup olmadıklarının tespiti ve tescili için düzenli olarak Araç Muayene İstasyonlarında denetime ve uygunluk testlerine tabi tutuluyorsa binalar için de aynı şekilde periyodik muayeneler olmalı.

        Üç yılda bir değilse de 10 yılda bir.

        Mustafa Erdik bunun için çok da iyi bir sistem bulmuş.

        Tapu işlemi yapılırken, binanın depreme dayanıklılık raporunun da istenmesi.

        Bu raporun olmaması halinde, tapu devir işleminin yapılmaması gerektiğini savunuyor.

        Ömrünü bina deprem ilişkisine adamış birinin bu önerisinin ciddiye alınması gerekir.

        Tabii bilime ve bilgiye değer verilen bir ülkede.

        Burada hiç zannetmiyorum.

        Boğaziçi öngörünümün deprem sorunu

        Boğaziçi öngörünümün deprem sorunu
        0:00 / 0:00

        Şimdi özellikle de İstanbul’da herkes evinin depreme dayanıklı olup olmayacağını ölçtürtme peşinde.

        Belediyenin böyle bir hizmeti var ama yıllarca parmağını kıpırdatmayıp, depremi görünce aniden ayılanlar “Nerede bu belediye” diye bağırıyor.

        Tabii apartmanlarda kavga var o da ayrı.

        Kimi daire sahipleri “Ya dayanıksız çıkarsa ve evi yıkarlarsa” diye testten kaçarken, kimileri de ev sahipleri ile kavga ediyor. Çünkü ev sahibi kira değeri düşer gerekçesi ile evin depreme dayanıklılık testine sokulmasını istemiyor.

        Ve tabii İstanbul’da bir başka sorun daha var.

        Boğaziçi İmar.

        Biliyoruz ki, Boğaz hattındaki yapı stokunda ciddi sorunlar var.

        Hem imalat dönemi nedeniyle hem de coğrafi nedenlerle

        Boğaziçi İmar Öngörünüm düzenlemesi nedeniyle buradaki yapı stoku yenilenemedi.

        Tamamı eski yönetmelik zamanı.

        Ve Boğaz’daki nemlilik ve rutubet nedeniyle buradaki betonlarda ve etriyelerde ciddi korozyon ve bozulma var.

        Bu binaların önemli bir bölümünün yıkılıp, yeniden yapılması gerek.

        Ancak bu mümkün değil.

        Çünkü bu binaları yıktığınız zaman, yasal olarak aynısını yapmanız pek çok binada mümkün değil.

        Mesela ünlü Tarabya Oteli bile yıkılıp yeniden yapılamadı ve yeniden yapılmasından çok daha pahalı bir güçlendirme projesine tabi tutuldu.

        Bence Boğaziçi’nde belirli bir süre için özel bir yasal düzenleme yapılması ve burada binaların yıkılarak “Tek bir santimetre büyütülmeden, yükseltilmeden, hiçbir unsuru değiştirilmeden” aynen tekrar yapılmasına izin verilmesi gerek.

        Aksi takdirde buralarda dönüşüm değil ama bir yenilenme yapılması mümkün değil.

        Ve bir deprem sonrası bu binaların Boğaz’a nazır enkazlar olmasının önüne geçmek de!

        Otelcilerin soruları

        Otelcilerin soruları
        0:00 / 0:00

        Dün Alanya bölgesinden bazı turizmciler aradı.

        Kışın normalde kapalı olan otellerini, depremzedeleri ağırlamak için açmışlar.

        Deniz olmadığı için, personelin yarısına yakınını da çağırmaları yetmiş hizmet sunmak için.

        Ancak birkaç sorunları ve birkaç soruları var.

        1. Depremzedeleri ağırlıyor olmaktan dolayı hiçbir sıkıntımız yok. Ciddi bir maliyet ama şimdilik altından kalkabiliyoruz. Ancak Nisan ayı gibi bizim tesisleri turizme hazırlamamız gerek. Anlaşmalarımız var, müşteriler de Nisan sonu itibarıyla gelmeye başlayacaklar. Fakat depremzedeleri kapı dışarı edemeyiz. Bu konuda devlet ne düşünüyor, otelleri ne zaman boşaltacaklar?

        2. Yeme içme, barınma, temizlik gibi masrafları seve seve yapıyoruz. Az buz bir şey değil ama feda olsun. Ancak en azından elektrik konusunda desteğe ihtiyacımız var. Bu otellerde kalorifer sistemi yok. Yazın soğutmaya göre kurulmuş sistemler ve hepsi elektrikli. Bu sistemle ısıtma yapıyoruz ama çok masraflı. Aylık elektrik faturaları 5 milyon TL civarı gelecek diye tahmin ediyoruz. En azından elektrik konusunda bir devlet desteği, bir indirim olabilir mi?

        Depremzedelere kapılarını açan turizmcilerin soruları bunlar.

        Benden iletmesi.

        Sakal

        Sakal
        0:00 / 0:00

        Bakanlar, deprem bölgesinde çok çalıştıklarını vurgulamak için bir de imaj çalışması yapıyorlar anladığım.

        İki bakanın, İçişleri ve Sağlık bakanlarının çok çalıştığından, çok koşturduklarından kuşkum yok.

        Görüyoruz.

        Onlar da bu durumu görsel olarak da güçlendirmek için sakallarını kesmiyorlar.

        Tıraş olacak vaktimiz bile olmuyor demeye çalışıyorlar.

        Benim gördüğüm ise şu.

        Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'ya sakal pek uymadı.

        Yaşlı gösterdi.

        İçişleri Bakanı Soylu'ya ise bayağı yakıştı sakal.

        Bence depremden sonra da kesmesin.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        İnsanlıktan çıkmanın bahanesi olmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar