Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR Ahmet Kaya mevzuudur gidiyor.

        Meğer herkes Ahmet Kaya’cıymış da haberimiz yokmuş.

        Bu arada benim de Ahmet Kaya’dan özür dilememi isteyenler var.

        Özrü sakındığımdan değil de, dilesem ne değişir, dilemesem ne?

        İlk albümünü dinlediğim günden itibaren Ahmet Kaya’nın müziğini sevdim hep.

        Hem büyük şairlerin şiirlerinden çıkan şarkılarını, hem Yusuf Hayaloğlu’nun sözlerinden gelen derinlikteki şarkılarını.

        1990’larda tanıştım Ahmet Kaya ile.

        Kanal D’de “Ahmet Abi’nin Vapuru” diye bir program yapıyordu.

        Kanala geldiğinde oturur sohbet eder, gırgır yapardık.

        Çok mavra adamdı, neşeliydi, eğlenceliydi.

        Hiç unutmam, onun yüzünden tabancamızı helada unutmadığımız halde berberlerle başımız belaya girmişti.

        Programlarından birinde, “Kırk yıl yağmur yağsa işlemez mermere, güvenilmez i... ile berbere” demişti, ortalık ayağa kalkmıştı.

        O sıralarda radyo programı da yapardım ve sürekli Ahmet Kaya şarkıları çalardım.

        Sonra Magazin Gazetecileri Derneği’nin gecesindeki olay oldu.

        Toplumun büyük bölümü öfkeliydi Ahmet Kaya’ya.

        Çünkü PKK’nın en kanlı dönemleriydi.

        Her gün şehit cenazeleri geliyor, sivil-asker öldürülüyor, kentlerde bile bombalar patlıyordu.

        Terör zirvedeydi, halk da öfkeliydi.

        Çoğunluk kızdı Ahmet Kaya’ya.

        Konjonktür öyleydi.

        Zamanın ruhu öyleydi.

        Bir süre şarkılarını çaldırmadım radyoda.

        Sonra, “Adam kötü ama şarkıları güzel” diyerek yasağı kaldırdım.

        Kaya’ya öfkeli olan, özellikle de sağ kesimdi.

        Zaman geçti, her şey değişti.

        O gün kötü olan Ahmet Kaya, bugün çok iyi. Ama yarın yine kötü olmayacağının garantisi yok.

        Çünkü konjonktür bu, zamanın ruhu bu.

        Durmuyor ki, sürekli değişiyor.

        Mesela dün Cemaat’i büyük tehlike görenler, bugün Cemaat’i savunuyor, dün Cemaat’le birlikte yürüyenler ise Cemaat’le kavga ediyor, ağzına geleni yazıyor, söylüyor.

        Ya da dün “peşmerge” olan “küstah Barzani” bugün baş tacı olabiliyor.

        Ya da Esad’a olduğu gibi tam tersi.

        Dedim ya, zamanın ruhu var.

        Sürekli değişiyor.

        Siz kim, Acun’a akıl vermek kim

        ACUN Ilıcalı TV8’i aldı, herkes ahkâm kesmeye başladı.

        Hayatında bir gün televizyon yönetmemiş olanlar da, televizyon programı yapıp tutturamamış olanlar da, bugüne kadar yaptığı tüm televizyon programlarının toplam reytingi Acun’un bir gecede aldığı reytinge yetişemeyenler de Acun’a ya akıl veriyorlar, ya eleştiriyorlar.

        Başbakan dedi ya, ben de rahatlıkla söyleyebilirim artık: “Ulan televizyon programları yaparak kazandığı parayla televizyon kanalı satın alacak hale gelmiş, Türk televizyonlarının gelmiş geçmiş en başarılı adamı bilmiyor da siz mi biliyorsunuz?”

        Bunca yıldır sektörün içinde olan, neyin tutup neyin tutmayacağını bildiği için bu işten tek başına yüz milyonlar kazanmış olan bir adam mı bilmeyecek televizyonculuğu da sizden öğrenecek.

        Bankacıdan, devlet memurundan televizyon yöneticisi olabilir de, bunca yıldır başarılı işler yapan bir televizyoncudan mı olmaz!

        O yüzden kimse Acun’a akıl vermeye kalkmasın.

        Gayet güzel yapar işini.

        Benim tek söyleyeceğim şudur:

        Dertsiz başına dert almıştır.

        Parasını kazanıp bir yandan da şahane eğlenirken, şimdi eğlenmeye daha az vakit ayırmak zorunda kalacak, işadamı olarak işlerle boğuşmayı eğlence haline getirecektir.

        O da kendi tercihidir.

        Zorunlu din dersi ve sınavlar

        HER şeyi aklım alır da, şu “zorunlu din dersini” aklım almaz.

        12 Eylül rejiminin getirdiği her şey kötü ve değiştirilmesi gereken bir şeydir, bir tek zorunlu din dersi ve YÖK iyidir.

        Galatasaray’da okuduğum sırada din dersi zorunlu değildi.

        Bazı arkadaşlarımız bu derse girmezdi.

        Bazıları Ermeni’ydi, bazıları ise Yahudi.

        Girmeyen Türk öğrenciler de vardı ama niye girmediklerini anlamazdık, çünkü o zamanlar “Alevilik” diye bir ayrışmanın olduğunun farkında değildik.

        Bir ara din derslerimize Sevgili Feyzullah Kıyıklık geliyordu.

        Genç bir avukattı ama bizim mektepte din dersi öğretmeni olarak görev yapıyordu.

        Ben de Feyzullah Hoca’ya sürekli sorular soruyordum.

        Şimdilerde Cübbeli Ahmet Hoca’ya sorduğum türden sorular.

        Sonunda bir gün Feyzullah Hoca dayanamadı.

        “Fatih, bu ders mecburi değil, sen girme en iyisi. Bu sorularla milleti de yoldan çıkaracaksın” dedi.

        Bugün din adına bildiğim pek az şeyin yarısını anneannemden öğrendiysem, yarısını da Feyzullah Hoca’dan öğrenmişimdir.

        Sonra 12 Eylül oldu, din dersi mecburi hale geldi.

        Şimdi hâlâ mecburi.

        Bir itirazım yok.

        İnançlı olsun olmasın herkesin din bilmesi gerektiğini düşünüyorum.

        Dünyayı anlamak için, siyaseti anlamak için gerekli.

        Ama bu dersin bir “İslamiyet dersi” gibi değil de, tüm dinlerin öğretildiği, nüansların açıklandığı, sadece farklı dinlerin ve inançların değil aynı din içindeki mezheplerin de öğretildiği bir ders olması gerektiğini düşünüyorum.

        Ama tüm bunlar yokken, din dersinin Anadolu liseleri ve kolejlere giriş için yapılacak sınavlarda yer almasını anlayamıyorum.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir şeyin biz gördüğümüzde var olmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar