Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mart sonu yapılan yerel seçimlerin son ayağı, ‘tekrar İstanbul seçimi’ tamamlandı. Seçim İstanbul’undu ancak sonuçlarını omuzlamak diğer illere de düştü.

        Ülkemizin milli hasılası 2018’in son 3 çeyreğinde daralırken, bu yılın ilk çeyreğinde ise toparladı. Çeyreklik olarak %1,3 büyüyen ekonomimizde dipten dönüş emareleri gördük.

        Nerelerde gördük?

        Tüketici güveni, sanayi üretimi, perakende satış hacimleri, kapasite kullanım oranı, reel kesim güven endeksi… Ta ki seçim tekrarına kadar. Nisan – Mayısa ait veriler toparlanmanın geriye döndüğüne işaret etti.

        Grafikten de görülebileceği üzere, politika konuşunca ekonomi sustu.

        Seçim sonrasında 5,40 gören Dolar / TL ilerleyen haftalarda 6,25’e yükseldi. Türkiye’nin risk primi (CDS) 524 baz puana kadar çıktı.

        İstanbul seçiminin tamamlanmasının ardından ise kurun 5,72’ye kadar indiğini ve CDS’in 420’lere kadar geri çekildiğine şahit olduk. Belirsizliğin geride kalması ve demokrasinin sandık üstünden ilerleyebildiğinin ispatı ile yatırımcılar son derece zedelenmiş Türk varlıklarına geri dönüyorlar.

        İşte, seçim ortamının getirdiği belirsizlik ve fazladan risk somut şekilde karşımızda.

        *

        Seçimin beraberinde getirdiği rüzgar ve ona atfedilen önem malumunuz. Buna bir de ortaya çıkan sonucu eklediğimizde, ekonomik aktörler için 2 soru öncelikli. Önem sırasına göre;

        1/ Erken seçim tetiklenir mi?

        2/ Kabine değişikliği yaşanır mı?

        Hem iktidar hem de muhalefet kanadından erken seçim istenmeyeceğine ilişkin gelen açıklamalar kısa vadede hem yeterli hem de güven verici. Seçim ekonomisi kısa vadede mutlaka risk iştahını törpüler. Bu yüzden kimsenin işine gelmez. Diğer yandan, sonuçların getireceği sorgulama belli ki ilerleyen zamanlarda sürekli bir ‘siyasetin sonraki hamlesini tahmin etme’ refleksi doğuracak.

        Kabine değişikliği olur mu? Olursa hangi amaçla ve ne şümulle olur, ona bakmak gerekir.

        Bu da bizi asıl meseleye getiriyor: Gerçekten ne yapmak lazım?

        *

        Eğitim, hukuk, tarım, ekonomi ve dış ilişkiler belli ki özel ihtimam istiyor artık. Sorunlar zamanla daha da büyümüş ve çözümleri tek tek olmaktansa bütüncül bir yaklaşım istiyor.

        Ekonomide örneğin, nasıl bir yol izlenecek? Açıklanan reform programı motamot sürdürülecek mi? Aksamalar olacak mı?

        İyi tarafı, 4 yıllık bir seçimsiz döneme girdik. Bu ne getirir, neden iyi? Artık neredeyse günlük bazda açıklanan kısa vadeci ve iç talebi uyarmaya dönük politikalar yapmak zorunda hissetmeyecek ekonomi yönetimi. Ülkenin uzun vadeli sorunlarına yönelik, kaynakların doğru yere kullanıldığı çözümleri tartışmaya başlayabileceğiz.

        Ekonomimizin düşük verimli ve az istihdam üreten yapısını değiştirmek zorundayız. Krediye dayalı ve kur riski alan ithalatçı özel sektör mecburen dönüşmek zorunda. Kamunun bunda katkısı ne olacak? Ekonomi yeniden hızlandığında ithal girdi bağımlı ve ithal çıktı tüketmeye dayalı iç talep nasıl kırılacak; bunun devamlı olarak cari açık & enflasyon üreten çıktıları nasıl bertaraf edilecek.

        Bunlar, onlarca alt başlığı olan ve ülkemizde kronik hale gelmiş başlıca sorunlar.

        Kısa vadeli olan ve acil durumlar da var elbet. Faiz hadleri üstündeki sentetik perde çekilmeye hazır mı? ‘Rezervlerdeki düşüşe karşı bildik yollar izlenecek mi artık’ gibi.

        Aksi istikamette giderek bütçede uzun yıllardır görmediğimiz yerlere geldik. Bir defaya mahsus gelirleri dışladığımızda milli hasılanın %5’i kadar bütçe açığına sahibiz. 12 aylık açıkta 100 milyar TL’yi geçtik. Bütçeyi yormadan ve hatta mümkünse ona katkıda bulunacak adımlar atmak durumunda kalabiliriz.

        Bir başka kısıtlayıcı faktör ise yerel seçimde Ak Parti’nin büründüğü son sosyoloji. Ak Partili belediyelerin milli hasıladan aldığı pay %70’ten %30’a inmiş durumda.

        Bundan sonraki politikalar hangi sosyolojiye göre çizilecek? Yeniden dağıtım politikaları nasıl belirlenecek? Yoksa herkes için ortak bir reçete var mı?

        Bunlar belirleyici olacak.

        Diğer Yazılar