Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ülkemizin içinden geçtiği ekonomik çakılma sürecini kısmen yumuşatan ve zararın boyutunu azaltan taraf dış ticaret.

        Ülkemizin cari açığındaki 50 milyar dolarlık iyileşmenin 10 milyar doları ihracattaki artıştan gelirken, yaklaşık 40 milyar doları da ithalat daralmasından geliyor. Aslına bakılırsa, bizim gibi kur krizi yaşayan / milli parası yüzde 30 ve üstünde değer yitiren ülkelerde bildik bir son bu.

        Yılın ikinci yarısında ise ekonomide dipten dönüşün hissedileceğini tahmin ediyoruz. Eğer ihracatımızın temposunu koruyabilirsek sadece iç talebe güvenmek zorunda kalmayız. Bu sebeple mümkün olduğunca dış talep katkısı hissetmeye devam etmeliyiz.

        İhracatçının önemi daha da artacak.

        Elbette ihracat tek yönlü bir otoban değil. Bizim satmak istememiz ya da ihracatçımızın acar olması niyetin ticarete dönmesi için yeterli gelmiyor. Hatta yanlış bilinenin aksine, kurumuzun çok değer yitirmesi de yeterli gelmiyor: Mal satacağımız ülkenin talep koşullarını uyarabilmek meselesi.

        *

        Türkiye’nin 2018 yıl sonu itibarıyla en çok ihracat yaptığı ilk 10 ülkenin 8’i AB üyesi. 2019 ilk çeyrek sonunda da tablo değişmiyor. Hatta bu kümenin elemanları dahi aynı.

        Irak’ın dönemsel şartlarını dışarıda bırakırsak, kalan ülkelerin ticaret savaşının pençesinde olduklarını görüyoruz. Ülke bazında sorunları olanların ise dönüp diğerlerinin problemi haline geldiğini gözlemliyoruz.

        Girift ilişkileri ve varsayımları görelim.

        ABD, öncelikle Çin’e ve ardından içinde Türkiye’nin de olduğu pek çok ülkeye ticari kısıtlamalar getiriyor. Bu kısıtlamaları kaldırmak için yapılan görüşmeler ama taktiksel ama keyfi sebeplerle devamlı suretle yarıda kalıyor. Durum bu olunca en kötüsünü beklemek zorundayız.

        Almanya için yüzde 1.5 olan 2020 büyümesi birçok kurum tarafından yüzde yarımlara kadar çekilmiş durumda. AB için de durum çok farklı olmayacak. Fransa’nın rekor düşük işsizliği bir türlü ekonomik büyümeye terfi etmiyor. İtalya’nın erken seçim belirsizliği büyük ihtimalle borçlanma maliyetlerini artıracak ve ekonomik yavaşlamayı beraberinde getirecek. Oysa İtalya büyümek için yılın ikinci yarısını kolluyordu.

        İngiltere’nin nesi meşhur? Elbette ki yeni cevap ‘belirsizliği’. Brexit ne zaman olacak, hangi şartlarla bu sağlanacak belli değil. Üstelik parlamento tatilde. Ülkemizin ticari fazla ürettiği ve AB’den ayrılmasının ardından şartları olgunlaştırıp serbest ticaret anlaşması imza etmek istediği ülkede ekonomi günden güne zayıflıyor. Tüm vadelerdeki bonoların getirilerinden oluşturulan getiri eğrisinin terse dönmesinden de anlaşılabileceği gibi İngiltere’de artık piyasalar tarafından resesyon görülüyor.

        ABD’nin durumu farklı değil. 12 yıl sonra ilk kez kısa vadeli faizler uzun vadelilerden fazla ödüyorken ve 30 yıllık Hazine kağıdının faizi ilk kez yüzde 2’nin altına yapışmışken Amerika’da ufukta resesyon var denebilir. Her ne kadar veriler aksini söylüyorsa da.

        *

        Öyle görünüyor ki 2019’un ikinci yarısı ve özellikle 2020 dış talebin katkısına güvenmek için harika bir periyot olmayacak. Tam da memleketin ihracatı temposunu bulmuşken kabul etmek gerekir ki bu oldukça zorlayıcı olacak. Belki de böylesi daha iyi? Kilogram başına düşen ihracat bedelimizi ve teknolojimizi yükseltmek için bir baskı daha gelecek olması bizi çözüme yönlendirebilir?

        Ancak sonuç bu olmazsa ihracatımız için 2019 2. Yarısı ve 2020 çok açık şekilde zorlayıcı bir zaman dilimi olmaya aday.

        Diğer Yazılar