Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Parasal genişleme kavramı tam anlamıyla hayatımıza küresel finansal krizle (KFK) birlikte girdi. Faizleri sıfır tabanına indirip istedikleri sonucu elde edemeyen gelişmiş ülke merkez bankaları risk iştahını artırmak için bu yola saptılar.

        Türkiye gibi dolar borçlanmak isteyen ve bunu bol miktarda ucuza yapmak isteyen ülkeler için parasal genişleme çok iyi haberdi. Sermaye bulmak kolaylaşıyor ve her borçlanmak isteyen iyi gözle bakılıyordu. Faizler düşüyordu. Hatta 2013 Mayıs’ta 10 yıla kadar TL cinsi borçlanma oranlarımız tek haneye inmişti

        Eski parasal genişlemelerin döneme göre etkisi buydu.

        Sonuçları ise hoş olmadı. Borçlanılan para ile ucuza katma değerli işler yapmak yerine her ülke farklı bir yol tuttu. Bizde bu varlık fiyatlarının değerlenmesine ve güçlü TL ile ithalatın patlamasına yol açtı. Varlıkların değerlenmesi elbette iyi bir şey ancak bu herkesi konut yapmaya & konut almaya itiyorsa bir şeyler eksik demektir.

        Böylece ucuz para kolay girilebilecek alanları tercih etti.

        Eski parasal genişleme iyiydi. Sonu iyi olmadı. Şirketlerimizin borçluluk oranları 3 katına çıktı! Üstüne dünya yeniden bir büyüyememe evresine girdi.

        *

        Yeni parasal genişleme ise hiç hayra alamet değil.

        Aşağıda 2008’den başlayan eğilimin 2020’ye varana kadarki yolculuğu var. Şekil kendini anlatıyor ancak ben de bir kez sizi tanıştırmak isterim.

        Gelişmiş 4 büyük ülkenin merkez bankaları bilanço büyüklüklerinin o ülkenin milli gelirine oranını gösteriyor. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, bizim merkez bankamız son aldığı kararlardan sonra milli hasılanın %5’ine kadar çıkacağını açıkladı.

        Birçok ülkenin merkez bankası KFK’den beri sakince yoluna devam ederken işler birden bire değişiyor 2020’de. Bu yıl bittiğinde kendimizi nerede göreceğiz hiç belli değil.

        Gelelim asıl meseleye.

        Bu yazıyı bir finansal konu olması için yazmadım. Bambaşka bir durum ortaya çıkıyor şimdi. Bu parasal genişlemenin geldiği dönem itibarıyla ve yarattığı sonuçlar bakımından büyük farkları var.

        Eskiden olduğu gibi parasal genişleme (kantitatif / miktarsal gevşeme) artık o parayı dışarıya yollamıyor mesela. Sadece ilk çeyrekte memleketimizden çeşitli sebeplerle 6,5 milyar dolar portföy çıkışı var. Parasal genişleme kararlarından sonra da seyir değişmesi. O kadar yüksek dolar iştahı ve ihtiyacı var ki herkes kendi derdinde.

        12 yıl öncesine göre bir diğer farklılıksa bu kez merkez bankaları genişlerken reel sektöre de hitap etmek istiyorlar. Yani önceden olduğu gibi para tabanının değil, bu kez para arzını da büyütmek niyetindeler. Türkçesi, para doğrudan reel sektöre gidecek. Bankaların aşkın rezervlerinde, zindanda kalmayacak.

        Hatta İngiltere çok nadir görülecek bir şekilde hükümetin bütçe açığını doğrudan finanse etmek için söz dahi verdi! ABD, bunu Amerikan Merkez Bankası ve Hazine arasındaki göstermelik bir şirketle çözüyor. Ancak sonuç aynı.

        Bunun bizim milli varlıklara ne gibi bir zararı olabilir?

        Tüm finansal incelikler icra ediliyor. Bütçe açıkları doğrudan fonlanıyor. Batanlar kurtarılıyor. Paralar bu kez finansal kesimde ezilmiyor. Doğrudan halkın cebine ve şirketlere gidiyor.

        Eski ile yeni arasında bir fark da liberalizmin artık geçer akçe olmaması. 2008’de küresel işbirliği yüceltilirken bugün koruma duvarları ve gümrükler, kotalar konuşuyor. Birçok ülkeye uygulanan yüksek vergiler yerli yerinde. Böylesi bir zamanda üstelik.

        Kamu borçlarının seviyesinin hiçbir önemi kalmayan bir döneme girdik. Paranın önemi kalmadı. 50 kuruş eden bir işletmeyi 50 kuruş verseniz kuramayacağınız bir dönem bu. Hükümetlerin kapitalist kuralları her gün yeniden yazarak şirketlerini ayakta tutmaları ibretliktir.

        Özellikle kritik sektörlerde ve belki de hayatın her alanında bugüne kadar ne inşa ettiysek onu savunmak durumundayız. Bu dönemde, bu bedava ve sübvanse paranın gelip ucuz fiyatlara Türk şirketlerini alması MA& (Birleşme & Satın Alma) değildir. Olsa olsa kantitatif cinayet olabilir. Reel varlıkların, emeğin, fikrin, organizasyonun ve sistemlerin ‘para’ karşısında değeri artmıştır.

        Bugün milli varlıklara sahip çıkma ve onları koruma günüdür. Bunun yolu kuru bir milliyetçi söylem değil, planlamak ve öngörmektir. Bakın Almanya, AB harici dış ülkelerin şirketlerinden gelen satın alma taleplerini (özel sektör dahil) artık çok daha zora koşacağını ilan etti ve bunu yasalaştırdı. Bu sadece bir örnek.

        Devlet destekli Çin kapitalizmi, ‘fiat currency / kağıt para’ ve bol kredi temelli Batı ticareti karşısında ekonomik bağımsızlığı savunmanın koşullarından biri artık bu olmuştur. Olmak zorundadır.

        Bunun dozunu ayarlamak, yapılanın sermaye düşmanlığına dönmemesi ve demokratik hayatı daha da kısıtlamaması için gerekenlerin tartışmak ihtiyacı vardır.

        Diğer Yazılar