Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yeni ekonomik modelin tam olarak, elle tutulur bir açıklaması yok. Sanırım uzun çalışmalardan geçmeyip bilimsel tartışmalardan süzülmediği için böyle bir metin elimizde hiçbir zaman olmayacak.

        Zaten artık uygulama safhasına da çoktan geçildiğinden, böyle bir metine gerek de kalmadı.

        Modelin ne zaman başladığı örneğin, tartışma konusu yapılabilir. Ben bunu, TL’nin diğer gelişen ülkelere kıyasla daha derin negatif faizler ödeyerek, bilerek negatif ayrıştırıldığı dönemden başlatmayı tercih ediyorum. Zaten o yıllara dönüp bakıldığında yeni program vs gibi isimlerle de bu dönemin lanse edildiğini görmemiz mümkün.

        Elbette kafalardaki model ve bugün uygulanan arasında farklılıklar olmuştur. Arada tadilatlar yaşanmıştır. Fakat yine de o dönemi başlangıç kabul etmek doğru olacak sanırım.

        Görüldüğü gibi, 2017’den bu yana 2 turda negatif reel faiz verilmesi denendi ancak çeşitli sebeplerle politikada ısrarcı olunamadı. Birinde kur krizi patlak verdi ve birkaç kez kurda sert devalüasyon baskısı yaşadık.

        Bu arada içeride yabancı yatırım stokunun güçlü olması ve sermaye hesabımızın tam liberal olması sebebiyle de derin negatif reel faiz politikası uygulamaya konamadı.

        REKLAM

        Bunun için önce swaplar çeşitli kısıtlamalar ile temizlendi. Bunu, portföy kaçışları izledi. Sonunda yabancı sermaye stoku eriyip, swap ile gelen para sıfırlanınca ve sermaye hesabı yarı-liberal düzene geçince istediğimiz ölçüde negatif reel faiz verebildik.

        Elbette bu arada çok yüksek çift haneli enflasyon, gelir dağılımında bozulma, finansal istikrarsızlık gibi önemli komplikasyonlara maruz kaldık.

        Peki ne uğruna?

        Derin negatif reel faizin yatırımları özendireceği ve reel sektörü dış satıma yönlendireceği düşünülmüştü. Faiz desteği ile birlikte bu kesim dış rekabetçilerine göre daha avantajlı olacaktı.

        Fakat bu uzun erimli ve hesaplamaları oldukça tartışmalı varsayımlar yerine daha kestirme sonuçları başka alanlarda elde ettik.

        Örneğin milli paramızın değeri.

        2017 sonbaharında dolara karşı her gelişen ülke kurunu 100 kabul edip değişimlere bakalım. Dolar / TL kuru 4 katına çıkarken, bizim kadar değer kaybına uğrayan başka bir akranımız yok.

        Kurda bu denli büyük kayıplar yaşanınca, zayıf milli paranın yüksek ithalat fiyatlarına dönüşeceğini bilmek güç değil. Bunun da yüksek enflasyon demek olduğunu artık hepimiz biliyoruz.

        REKLAM

        Şekilden görülebileceği üzere özellikle 2017’den sonra hem seviye olarak hem eğilim olarak dünyadaki tüm gelişen ülkelerin ağırlıklandırılarak enflasyonlarının alındığı endekse nazaran ayrışmışız.

        Özellikle son yıllarda bu sapma gözle görülür bir hal almış durumda.

        Kısadan, son birkaç yıldır yapmaya çalıştığımız ‘düşük TL / yüksek üretim’ karışımı şu ana kadar değersiz bir milli para ve akranlarından inanılmaz boyutlarda ayrışan bir enflasyonist ortam getirmiş durumda.

        *

        ‘Ne uğruna’ sorusunun cevabı olan ihracat ile gelecek yazıyı sürdürmeye çalışacağım.

        Diğer Yazılar