Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İzmir’de yıkılan evler için nasıl bir izahat yapılacağı merak konusu. Depreme hazırlanılmadığı, hazır olunamadığı, hatta öyle bir niyetin bile yeterince olmadığı söylenebilir mi? Tabloya bakınca maalesef bir şeylerin eksik olduğu ortada.

        Marmara’da yaşadığımız büyük depremin üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. Bu deprem sebebiyle ciddi paralar toplandı. Ek vergiler kondu, ama halen daha çürük yapılar, binalar yıkımımız oluyor.

        “Kentsel Dönüşüm” denen uygulamalar, yaklaşımlar bu haliyle depreme hazırlık veya tedbir olarak algılanmamalı. Öyle de lanse edilmemeli. Çünkü yapı stokunun değiştirildiği, yenilendiği bir iş modeli olarak hayatımıza girdi.

        Bu modelin detaylarına hakim olanlara getiri sağlayan, zaman zaman konut sahiplerine de cazip gelen bir modelle yıllarca oyalandık. Fakat bu şekilde şehirler daha kalabalıklaştırılıyor, yoğunlaştırılıyor. Mahallelerin altyapısını geliştirmeden ilave yükler meydana getiriliyor. Üstelik dönüşümdeki yapılarda da imar aykırılıklar, kaçak yapılaşma, kalitesizlik gibi problemler söz konusu...

        Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, “Kentsel Dönüşüme” önem veriyor, destekliyor. Ancak tek başına “Kentsel Dönüşüm” depreme hazırlığın bir cüzünü bile oluşturmuyor. Diğer bir ifadeyle bir sorun başka bir problemle değiştiriliyor. “Kentsel Dönüşüm” ile yeni yeşil alanlar oluşturulmuyor, riskli yerlerde toplanma alanları ortaya çıkarılmıyor, mahallelerin yoğunluğu azaltılmıyor. Binalar yenileniyor. Kentsel değil, bina dönüşümü...

        REKLAM

        Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın deprem nedeniyle asıl odaklanması gereken hususlar dönüşüm çalışmalarının gölgesinde kalıyor. Mesela İstanbul’da beklenen muhtemel depremin ciddi yıkıcı etkisi olacağına uzmanlar vurgu yapıyor. Ama kaçak ve kötü yapılaşmaya, imara aykırı yapılan işlere bakanlığın duyarsız kaldığı örnekleriyle ve gerekçeleriyle biliniyor. Problemli alana girip vatandaşla kötü olmamak gibi bir stratejileri var. Böyle olunca kaçağın ve imara aykırı yapılaşmanın önünde de engel kalmıyor.

        Öte yandan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “İmar Barışı” da ciddi şekilde deprem hazırlık çalışmalarını baltalamış görünüyor. Çünkü barış yaklaşımı kötü yapılaşmayı teşvik ederek, kalıcı hale getirdiği, hiç izin alamayacak binalara bile “Yapı Kayıt Belgesi” verildiği gerçekleri ortaya çıktı. Yetmedi 3-5 yıllık projeler bile imara aykırılıklarla bozulmaya başladı. Bakanlık sorumluluğu üzerine alıp bu tür durumlara yol verince, belediyeler de kaçakla, imara aykırı durumlarla uğraşmaz oldu. Cezasını kes, tahsilatı yap, gözünü yum!

        İlgili makamlara iletilmiş, ama duyarsız kalınmış çok sayıda kötü yapılaşma örneği var. Hatta “İmar Barışı” adı altında korumaya alınmış, bahaneler üretilerek üzerine gidilmeyen çok sayıda kaçak yapılaşma, imara aykırı işler söz konusu. Şu anda da işler bu şekilde ilerliyor. Bu anlayışla depreme ne kadar hazırlanabiliriz ki? Artık hazır olmaya gerek yok. Bir musibet, bin nasihatten evladır.

        Mesela son olarak Demre’de deniz kenarında imara aykırı bir bina gündeme geldi. Antalya’daki bu yapı sebebiyle bir İngiliz vatandaşının üzerine gidildi. Verilen “Yapı Kayıt Belgesi” iptal edildi. Madem usulsüz yapıydı, neden belge verdiniz? Fakat bir bu değil ki. Bu şekilde binlerce yapı var. Usulsüz olduğu halde bakanlık tarafından belge verilmiş yapıların arkasında bir de nüfuzlular varsa zaten mesele kapanıyor.

        “Yapı Lakaytlık Belgesi” başlığı altında burada konuyu gündeme getirdim, ama ilgili ve sorumlu yerlerden ses dahi çıkmadı. Benzer sorunlar fazlasıyla İstanbul’da olduğu için bir deprem anında en fazla zarar görecek, yıkım yaşayacak bir şehir olma yolunda hızla ilerliyor.

        REKLAM

        Deprem riski altındaki Marmara Bölgesi tüm Türkiye’nin ekonomisini sırtlıyor. Ülke olarak tüm yumurtaları neredeyse Marmara sepetine koymuşuz. Bu durumun yanlışlığı için 20 yıl önceki deprem bir uyarı olmuştu, ama henüz uyanan olmamış gibi. Sanayimizin, finansımızın, ticaretimizin, önemli şirketlerimizin idari merkezi bu bölgede. Türkiye ekonomisinin yüzde 75’inden fazlası Marmara’da dönüyor ve deprem bölgesi. Bütün bunlara rağmen, deprem için tedbir almıyoruz. Hatta büyük depremden bu yana İstanbul hızla ve kötü bir mimari anlayışla betonlaştırıldı.

        Deprem anında yaşanacak en büyük sorunlardan birisi kötü yapılaşma yüzden kent içi ulaşım olarak karşımızı çıkacaktır. İstanbul’daki son depremde kent içi ulaşımın ne denli sorun olacağı örnekleriyle yaşandı. Yıkıcı bir felaket üzerine ulaşım sorunu eklenince insanları, tesisleri, kritik bölgeleri kurtarmak için ulaşım sorunu yaşanacaktır.

        İzmir depremi sebebiyle Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu, ulaşım ve iletişim konusunda sorun olmadığına vurgu yaptı. İletişim konusunda İstanbul’da yaşanan hadiseden vatandaş epeyce ders çıkarmış olmalı. Bu tür olağanüstü durumlarda cep telefonlarındaki uygulamalar üzerinden veri (data) aktarımıyla iletişim kurma konusunda bilinçlenme epeyce sağlanmış. Ama bu demek değil ki telekomünikasyon sektöründe sorun yok. Geçen hafta burada not ettim. Fiber yatırım Türkiye gelişimine uygun değil. İnternette geniş bant hızında 101 ülkeyiz. Yakışıyor mu?

        Ancak Ulaştırma Bakanlığı’nın sorumluluk alanının dışında kalan şehir içi ulaşım mevzusu özellikle büyükşehirlerde büyük problem olarak varlığını koruyor. İzmir’de de depremin ilk anlarında kent içi ulaşım sorun oldu. Yaşanan felaketin daha şiddetlisiyle de karşılaşa bilirdik. O zaman durumun bu şekilde olmayacağını bilmemiz gerekir. ‘Bunu atlattık’ diye teselli makamında olmak yerine daha beterinden korunmak için önlem almak gerekiyor.

        Öte yandan “Kentsel Dönüşüm” varken topyekun bir deprem mevzusu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın pek fazla ilgi alanına girmediği anlaşılıyor. Bu durumda İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere diğer büyükşehir belediyelerinin acilen çürük yapılara, kentsel dönüşümle nüfusun iyice kalabalıklaştırıldığı, dönüşümün sakat yapıldığı mahallere el atması gerekir. İlçe belediyeleriyle birlikte kaçak yapılar, imara aykırı yapılaşmalar, yıkılması gereken binalar için harekete geçip, yorum yapmadan, göz yummadan işlem yapmasından başka çare yok. Geç kalınırsa zaten felaketle temizlik olacaktır.

        Rahmetli Turgut Özal döneminde Türkiye’nin ilk uydu kentleri olarak tarihe geçen Ataköy ve Bahçeşehir, şu an eski halleriyle kıyaslanmayacak kadar kötü durumda. Giderek de bozuluyorlar. Özellikle Bahçeşehir, nüfus yapısı itibariyle yoğunlaştırılmış, yüksek katlı binalara izin verilmiş, yeşil alanları betonlaştırılmış, bir çok projeye, yapıya eklemeler yapılmış durumda. Bu haliyle başlangıçtaki proje ile mevcut arasında benzerlik bile kalmamış. Ama yollar neredeyse 25 yıl önceki yollar. Sağ olsunlar pek fazla dokunmamışlar. Kanalizasyon boruları bile aynı. Bunun için de teşekkür.

        Halbuki Özal Dönemi’nin Bahçeşehir Projesi ile Türkiye önemli şehircilik ödülleri almıştı. “Avrupa’nın En İyi Uydu Kenti”, 1996 yılında Birleşmiş Milletler Habitat II Konferansı çerçevesinde, “Kurumsal Uygulamalar ve Projeler” ödülü, 1997 yılında Kanada'da “Yeni Kentsel Yerleşim Anlayışı” ödülünü almıştı. Bu tarihten sonra bu çapta ödül alan başka projemiz oldu mu, bilemiyorum. Bu ülkede ödüllü projeyi bile korunamazken, depreme hazırlık için elini kim taşın altın koyar? Getirisi olmayan, üstelik vatandaşa ayar verilmesi gereken bir husus da siyasiler, belediyeler gayret gösterir mi?

        Aha bu Rusların...

        Aha bu Rusların...
        0:00 / 0:00

        Mimar Sinan yattığı yerden kalkıp bir İstanbul'u görse ne derdi acaba? Bahçeşehir gibi projelere uluslararası mimari başarı ödülü verenler şimdiki hallerini görseler ne düşünürler? Türk gibi başlayıp, sonuna getiremediğimize vurgu yapmak akıllarına gelir mi acaba. Yoksa küçük dillerini yutarlar.

        Neyse artık... Depreme hazırlık, imar barışı, kaçak yapılaşma, vurdum duymazlık, kentsel dönüşüm, geçmiş dönemin başarılı projeleri ve günümüzdeki yozlaşma derken konuyu bir fıkrayla tatlıya bağlayalım.

        Kars’ta mahalli televizyonun muhabirinin bir dedeyle sokak röportajı;

        -Kars’tan ve hizmetlerden memnun musun?”

        -O Nasi söz!

        -Validen, kaymakamdan, belediye başkanından?

        -Hiç eyle olur? Bizim ağzımız dövlete ne diyebilir.

        -Yani memnunsun.

        -Allah dövlete millete, kaymakam bege, belediye başganımıza zeval vermesin.

        -Memnunsun?

        -Dövletimiz, kaymakamımız, başganımız, şanlı ordumuz başımızdadır. Her ne olursa bir fiil o dakika yanımızdadır. Ben vatanıma nasi serzeniş ederem? Amma, benim derdim başkadır.

        - Allahina gurban dede, söyle nedir?

        - Doksan sene önce buraya Ruslar girdi ya?

        - He girdi.

        - Hani bu belediye binaları, okulları, çeşmeleri, istasyonu, yolları, kaldırımları Ruslar yaptılar ya?

        - Rus işgalinde yapıldı değil mi dede?

        - He… Hec benim dövletime, milletime sözüm olur mu? Ben aha bu Rusların avradını... Doksan sene önce bu kaldırımları, caddeleri yapıp gittiler, bir gün olsun bi kere Kars'a gidek, yollar bozuldu mu, kanallar tıkandı mi demediler. İnsan bi gelir de bakar buralara, heç beyle olur mu?

        Diğer Yazılar