Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında petrol sonrası için görünen ve görünmeyen ticaret ve turizm merkezli ciddi bir yarış var. İki ülke veliaht prenslerinin bu konuyu merkeze alarak ikili ilişkileri nasıl şekillendireceklerini tartıştıkları ise iki tarafın da medyasına yansıyan bir durum.

        Suudi Arabistan petrol sonrasına hazırlanmak için bölgenin ticaret ve turizm merkezi olma yolunda adımlar atıyor. Küresel şirketlerin her türlü ihtiyacını karşılayacak yeni şehirler ve altyapılarını hazırlıyor. İlişkisinin güçlü olduğu şirketlere de Körfez Bölgesi’de dahil bölgenin abisi, en büyüğü olduğu mesajını gönderiyor. Gelecek 50 yılda bu merkezlere yatırım yapan, işletme açan yabancı şirketlerden de vergi almayacağı belirtiliyor.

        BAE ve özellikle Dubai’yi şimdiye kadar bölge merkezi olarak seçen buralarda yönetim merkezleri bulunduran, yatırımlarına devam eden yabancı şirketlerin yeni tablo sebebiyle kafası karışmış durumda.

        Kafası karışan ise sadece yabancı şirketler değil. Körfez’deki diğer ülkeler de merak içinde. 7 emirlikten oluşan BAE’nin başkenti Abu Dabi ise yeni gelişmeleri nasıl yöneteceğine odaklanmış durumda. Çünkü beraberinde bölgenin güvenlik stratejilerinin de dengeli götürülmesi gerekiyor. Ticaret ve turizmde rekabet etmeye hazırlandığı Suudi Arabistan ile ilişkilerine derinlik kazandırmak için de İsrail, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerle yakın iş birliğine içine giriyor.

        REKLAM

        Son yıllarda iki veliaht prensi yüz yüze veya telefonla sık sık biraya getiren en hararetli mevzu bunlar. Üzerine bir de ABD Devlet Başkanı Biden’ın bölgenin güvenlik stratejilerine yönelik yaptığı eleştiriler ve attığı adımlar eklenince Körfez Ülkeleri farklı arayışlar içine girmiş durumda. Bu sebeple Abu Dabi Veliaht Prensi El Nahyan’ın Türkiye ziyaretine sadece ekonomik iş birliği ve ticaret açısından değil, daha önemli olan bölgenin değişen yapısı jeopolitik cihetiyle de bakılması gerekiyor.

        Evet şu ana kadar Türkiye’de iki ülke yakın müttefikliği konuşuluyordu. Ama durum artık öyle değil. Yemen’deki çatışmalara öncülük eden, bölgedeki diğer tartışmalı konularda Katar örneğinde olduğu üzere beraber strateji geliştiren Suudi Arabistan ve BAE ilişkilerinin bir de negatif alanı var.

        Riyad yönetiminin petrol sonrası dönemde bölgenin ticaret ve turizm merkezi olarak küçük komşusunun önüne geçme yönünde attığı adımlar Körfez’de ekonomik rekabetin başladığını çok net ortaya koyuyor. İki hafta önce Dubai’de 5 gün geçirdiğimde iş dünyasının gündeminde de bu konu vardı. Ancak çok yüksek sesle konuşulmuyor, iş dünyası kendi aralarında kaygılarına paylaşıyor. İki ülkenin rekabet etmeden ortak bir yol bulup, bulamayacağını merak ediyor.

        İki ülkenin de şu anki fiili liderleri; Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed al-Nahyan, nasıl bir stratejik iş birliği geliştireceklerine sadece Orta Doğu meselesi olarak bakılmamalı. Geçtiğimiz temmuzda iki müttefik arasında petrol politikası üzerinden soğuk rüzgarlar esmiş, farklı görüşlerde oldukları gündeme gelmişti. Abu Dabi Prensi farklı petrol politikası sebebiyle Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesiyle iki ülke arasında yakın müttefikliğin belli alanlarda yara almaya başladığının en önemli işaretlerinden birisi olarak yorumlanmıştı. Türkiye’nin gelişen bu ilişkiler ağında uzak olacağı düşünülebilir mi?

        Aselsan, Türkiye-BAE ilişkilerinin neresinde?

        Aselsan, Türkiye-BAE ilişkilerinin neresinde?
        0:00 / 0:00

        Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Türkiye arasında gerçekleşen son üst düzey görüşmeyi, Körfez Ülkeleri arasında neler olduğunu bilmeyen, hatta buralara bakamayan, Trump’tan sonra ABD Başkanı Biden’ın bölgeye yönelik strateji değişikliğini okuyamayan bir grup meslektaşım uydurma bilgililerle yanlış yorumladı. Çarpıtılmış haberlerle kamuoyunu meşgul etti. Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) şirketlerinin en eskisi ve en gözdelerinden ASELSAN’a BAE’nin ortak olacağı yazılıp, çizildi.

        Bu görüşmeyi yakından takip ettim. Savunma sanayi tarafını iyi biliyorum. Küçük bir kulis notunu dahi duymadığım bu hususta, nasıl uydurma haberler yapıldı, çarpıtıldı anlamadım. Halbuki Türkiye Varlık Fonu altındaki şirketlere BAE’nin ortak olacağı iddiası aslı astarı olmadan yazılıp, çizilseydi bir yere kadar gideri vardı.

        Ben de 10 milyarlık dolarlık BAE-Türkiye anlaşmasını duyduğumda önemli bir yetkiliye gelişmeyi sordum. Zira bu konulara yakın bir isimdi. “Bu parayla neler alınabilir?” diye bana karşı soru yöneltti. Beraber saydık; Turkcell, Türk Telekom, Türk Hava Yolları… Sonra; “Öyle bir şey söz konusu değil. Türkiye’nin önemli şirketleri, değerlerinin bu kadar düştüğü bir dönemde zaten satılmaz, belli oranda ortaklık bile zor. Ayrıca bu şirketlerimizin de böyle bir şeye ihtiyacı yok. 10 farklı alanda yatırım olacağı için biraz sabırlı olmak gerekecek.”

        Peki bu durumda Türk halkının parasıyla kurulmuş ASELSAN neden BAE’ye satılsın? Ayrıca böyle bir satışa hangi yetkili cesaret edebilir? Bu haberlerin bir kışkırtma, ortam bozma ve kötü niyetli olduğu çok net. 500’ün üzerinde ürün tasarlayıp, geliştirip üreten ASELSAN, savunma sanayimizin de gözbebeği konumunda. Ayrıca ASELSAN’ın BAE’de yatırımı var. Kısacası BAE – ASELSAN iddiası palas pandıras ortaya atılmış bir saçma şey...

        Ana muhalefet lideri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu saçma sapan iddiaları gündemine alması ise başka bir komik durum. BAE – Türkiye ilişkilerinde eleştirilecek çok şey var. Türkiye’nin bölgemizdeki ülkelerle ilişkileri için de iddia falan olmadan, somut örneklerle ve çok haklı gerekçelerle hükümeti eleştirecek epeyce husus var. Ama muhalefet beceriksiz olunca, yalanlarla gerçekleri ayırt edemeyince ASELSAN gibi bir yalana sarılır. Buyurun Kılıçdaroğlu’nun sözlerine; “Buradan Erdoğan'a söylüyorum Birleşik Arap Emirlikleri veliahtına da söylüyorum, ordunun HAVELSAN'ına, ROKESANI’na, ASELSAN’ına el koyarsanız, satarsanız fitil fitil burnunuzdan getiririm."

        Bu 3 şirketimiz de ordunun değil, bizatihi Türk halkının. TSK’ya destek olan vakfın (TSKGV) kimsenin el koyma cüreti göstereceği bir yer değil. Buralara el koymak, ülkeyi işgal etmek anlamına gelir. Daha da ötesi yok.

        Türkiye – BAE ilişkilerine muhalefetin, medyanın ve özellikle hükümetin çok daha geniş pencereden bakması lazım. Mevzu derin. Bölgede 10 milyar dolarların, şirket satışlarının, yatırımların ötesinde bir gelişmeler yaşanıyor.

        İthal yenilenebilir teknolojiler pahalı enerji demek!

        İthal yenilenebilir teknolojiler pahalı enerji demek!
        0:00 / 0:00

        Dünyada belli ülkelerin kontrolünde olan yenilenebilir enerji ekipmanlarının pazarlanmasında Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), bir pazarlama şirketi gibi çalışıyor. Ülkelerin bu teknolojilere makul ve sürdürülebilir imkanlarla kavuşmasından ziyade bir an önce ulaşabilmeleri için sürekli istatistik rakamlarının işine gelen yerlerini açıklıyor.

        Mesela yenilenebilir enerji kaynaklarını daima temiz, çevreci gibi gösteren, bu algıyı yayan bültenlere yer veriyor. Halbuki aceleyle yapılmış birçok yenilenebilir enerji projesinin çevreye kalıcı zararlar verdiğine dair çokça örnek söz konusu. Özellikle rüzgâr enerji santralleri, hidroelektrik santralleri ve jeotermal enerji santrallerinde yaşanmış epeyce hadise var. Türkiye ise olumsuz hadiselere örnek verilecek iyi ülkelerden birisi.

        Çevre kadar yenilenebilir enerji teknolojisi, ekipmanları da önemli. Ağırlıkla bir elin parmaklarını geçmeyen ülkeler bu teknolojileri çok yüksek bedellerle pazarlıyor. Ekonomik imkanları yüksek olan Almanya gibi ülkeler işin finansman boyutu içinde cazip modeller geliştirdikleri için imkânı olmayan ülkeler ellerindeki eski teknolojileri uzun dönemli olarak satıyorlar. Çevre etki değerlendirmesine de bakmıyorlar. Mesela Almanya veya Avrupa’da yapamayacakları, finansman sağlayamayacakları RES’lere Türkiye’de rahatlıkla destek verebiliyorlar. Tabi bizimkiler de çanak tutuyor!

        Bu sebeple, yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretim hacminin küresel ölçekte bu yıl sonunda 290 GW artacak olmasına yönelik IEA’in raporuna bu gözle bakın. Artıyor, ama nasıl artıyor? Hidrokarbon kaynaklarından acele uzaklaşalım derken yenilenebilir enerji kaynağı ilanlarıyla hangi ülkenin coğrafyası, çevresi bozuluyor. Hangi imkânı olmayan ülkelerin hem bugünü hem geleceği sömürülüyor? En fazla karbon salınımı yapan gelişmiş ülkelerin durumuyla yenilenebilen bu tür enerji kazıklarının hazırlandığı ülkelere dikkatle bakın lütfen!

        IEA’ye göre tüm dünyada güneş panelleri, rüzgâr türbinleri ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları devreye girmeye devam ediyormuş ve bu yıl toplam üretim kapasitesi 3.260 GW'ın üzerine çıkacakmış.

        Gelecek beş yıl içinde yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimindeki büyümenin yüzde 43’ü bu teknolojilere sahip Çin’de gerçekleşecek. Yenilenebilir kaynakların yıldızları ise güneş ve rüzgâr. Çin ölçek ekonomisi çerçevesinde küresel pazarları da etkiliyor. Etkilemeye devam edecek. Eğer ülkeler yeterince önlem alamazsa Çin bu alanda teknolojik üstünlüğü ele geçirecek. Çin’in ardından Avrupa, ABD ve Hindistan geliyor.

        Avrupa ile birlikte değerlendirilen Türkiye, yenilenebilir enerji teknoloji konusunda güneşte epeyce mesafe kat etti, ihracat yapacak noktaya geldi. Fakat rüzgâr için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Yenilenebilir enerji kaynaklarından ne kadar enerji üretildiğini açıklayan yetkililerimizin teknoloji transferinde neleri ihmal ettiklerine de bakmalarında, bu kanallarla oluşan dış ticaret açığına göz atmalarında fayda olacaktır. Yanlış rüzgarlara kapılmayalım…!

        Diğer Yazılar