Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Peter Wohlleben’in “Ağaçların Gizli Yaşamı” kitabının 10 ayda beş baskı yaptığını öğrendiğimden beri biraz daha umutla bakıyorum dünyaya. Diyeceksiniz ki, “Abartma.” Ama söz konusu ağaç ve yeşilse, artık abartmaya ihtiyacımız var. Zira Türkiye’de, nüfusun giderek yoğunlaştığı büyük şehirlerde yeşili ara ki bulasın. Bu alanda İstanbul ayrı bir dram. Daha önce de yazmıştım; yasal sınır olan “kişi başı 15 metrekare yeşil alanı” kentte mumla ararsınız. “Resmi” rakamlara göre bu alan 8 metrekarenin de altında ki bu, İstanbul’u dünyanın 50 büyük kenti sıralamasında sonunculuğa oturtuyor. Abartmalıyız, zorlamalıyız, tehlikenin boyutuna dikkat çekmeliyiz ki en azından çocuklarımız daha rahat nefes alsınlar.

        “Yeşil” ve “ağaç”la ilgili bu zaman zarfında başka kitaplar da yayımlandı. Biri de Scott D. Sampson’ın “Doğa Dostu Çocuk Nasıl Yetiştirilir”iydi ki onu da tavsiye ederim. Ama bu yazıya bahis konusu “yeşil” kitabımız başka…

        Gençliğimizde bir kesimin “Bozkırkurdu, “Siddhartha” gibi romanlarını elinden düşürmediği, bir kesimin ise fazla romantik bulduğu Hermann Hesse (1877-1962) aslında tam bir doğa aşığı. Savaş karşıtı fikirlerini de besleyen bu doğa tutkusu ona farklı dönemlerde yeşil, ağaçlar, yaşadığı çevre ile ilgili yazılar kaleme aldırdı. “Ağaçlar” bu yazıların belli bir bütünsellikle Volker Michels tarafından derlenmiş hali ve orijinali 1984 tarihini taşıyor.

        Kitabın bir derleme olması değerinden ve Hesse’nin sunduğu lezzetten bir şey kaybettirmiyor. Zira 20. yüzyıla damga vuran diğer kitaplarında insanı kendi iç yolculuğuna çıkaran ve yaşamdan ölüme pek çok kavramı sorgulatan Hesse, bu yazılarında da yine aynı şeyi bu kez ağaçlar üzerinden, onları kişileştirerek yapmayı başarıyor.

        “AĞAÇLAR, EN ETKİLEYİCİ VAİZLER”

        “Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi, Beethoven ve Nietzsche gibidirler” diye başlıyor kitaba Hesse. Bu aynı zamanda onun hayatında seçtiği yolun da özeti gibi. Ağaçları vaize benzetmesi, ailesinin ısrarıyla 1891’de gitmek zorunda kaldığı İlahiyat Okulu’nun baskıcı eğitiminden altı ay sonra kaçıp evine dönmesinin; yalnız ağaçlara duyduğu hayranlık çağının militarist furyasına karşı tek başına durmasının yansıması olabilir…

        Kayın, şeftali, kestane, ıhlamur, meşe ve benzeri pek çok ağaç; küçük patikalar, özenli- özensiz parklar, yoğun ormanlar; farklı mevsimlerde yeşeren ve düşen yapraklar… Hepsi Hesse’nin ince gözlemlerinden nasibini alıyor kitapta.

        Tabii Hesse deyince belli bir miktar karamsarlıktan bahsetmemek mümkün değil. Örnek mi? İşte yoğun rüzgârda devrilen, bahçesindeki şeftali ağacının arkasından yazdıkları:

        “Elveda sevgili şeftali ağacım! Hiç değilse, seninki düzgün, doğal ve onurlu bir ölüm, ki bu yüzden şanslı addediyorum seni, artık dermanın kalmayana kadar, büyük düşman kollarını burkup koparana kadar direndin ve dayandın. Sonunda pes etmek zorunda kaldın, düştün ve kökünden koparıldın. Ama savaş uçaklarından atılan bombalarla parçalanmadın, şeytani asitlerle yakılmadın, milyonlarca insan gibi sürülmedin yurdundan, kanlı köklerinle üstünkörü dikildiğin yerden bir kez daha koparılıp yurtsuz bırakılmadın, çöküşü ve yıkımı, savaşı ve etrafındaki rezaleti yaşamak ve sefilce ölüp gitmek zorunda kalmadın.” Devamında, savaşın getirdiği yıkıma kendi eliyle bir kurban daha vermeyeceğini söylüyor Hesse: “…Ama bu sefer yeni bir ağaç dikip dikmemekte kararsızdım. Hayatım boyunca bir sürü ağaç dikmiştim, bir tane daha dikmesem de olurdu. Döngüyü yine burada bir kez daha yenilemeye, hayatın çarkını bir kez daha döndürmeye, obur ölüme yeni bir ganimet yetiştirmeye karşı direnç vardı içimde. İstemiyordum. Yeri boş kalsındı.”

        'AĞAÇLAR' (Hermann Hesse- Kolektif Kitap)
        'AĞAÇLAR' (Hermann Hesse- Kolektif Kitap)

        “YAŞANANLARI ASLA UNUTAMAM”

        Hesse’nin karamsarlığı bir ders mahiyetinde kitapta. Kendisinin koyu bir savaş karşıtı ve antimilitarist olduğunu da söylemiştik. Bu karamsarlığını ve savaş karşıtlığındaki haklılığını, kendi evindeki yaz manolyası ve bir cüce ağaç üzerinden anlattığı satırlar çarpıcı.

        “Tezatlar” başlıklı bu metinde önce Dünya Savaşı’nın boğucu anısının nadan bir iyimserlik, derin sorunların gülerek geçiştirilmesi, ısrarlı sorgulamalardan pişkince ve korkakça kaçınılması, anlık hazların yaşam tarzı haline getirilmesiyle atlatıldığına dikkat çekiyor. Şöyle devam ediyor ardından: “Aşırı sorunsuz, Amerikan özentisi, gürbüz bebek kılığına girmiş bir oyuncudur iyimserlik modası, aşırı aptal, inanılmaz mutlu ve mütebessimdir, her gün yeni çiçeklerle süslenir, yeni film yıldızlarının resimleriyle, yeni rekorların rakamlarıyla… Biraz fazla pohpohlanan bu aptalca iyimserlik yüzünden savaş ve ıstırap, ölüm ve acı sadece kuruntudan ibaret zırvalıklar olarak görülüyor ve herhangi bir dert ya da sorunun lafı bile edilmiyor.”

        Hesse’ye göre bahçesindeki manolya iyimserleri, cüce ağaç da kötümserleri temsil ediyor. İkisini de haklı bulsa da, iyimserleri daha tehlikeli görüyor: “Zira o aşırı memnuniyeti, o gevrek gülüşleri ne zaman görsem, 1914 yılını, halkların o dönemde güya sağlıklı bir iyimserlikle her şeyi harika ve müthiş bulduğunu, savaşların aslında çok tehlikeli, şiddet dolu girişimler olduğu ve sonunun kötü de bitebileceği uyarısında bulunan her kötümseri kurşuna dizmekle tehdit ettiklerini hatırlatırım. Evet, kötümserler kısmen alaya alındı, kısmen de kurşuna dizildi, iyimserler ise o büyük dönemi yüceltip göklere çıkardı, yıllarca coşup zafer kazandılar; sonunda coşmaktan ve zafer kazanmaktan mahvolarak aniden büyük yıkıma uğrayan iyimserler ve halklar, bir zamanların kötümserleri tarafından teselli edilmek ve yeniden hayata tutunmak için cesaretlendirilmek zorunda kaldılar. Yaşananları asla unutamam ben.”

        Ağaçlara dönersek, işte Hesse’nin edebiyatının gücü bu bölümün sonunda, manolya ve cüce ağaç karşıtlığında ortaya çıkıyor: “İki ağaç tuhaf bir tezat içinde karşılıklı duruyor ve doğadaki her şey gibi tezatlara aldırmıyorlar, ikisi de kendinden ve haklılığından emin, ikisi de güçlü ve dayanıklı. Manolya özsuyuyla köpük köpük kabarıyor, çiçeklerinin kösnül kokusunu saçıyor. Cüce ağaçsa iyice kendi içine çekiliyor.”

        DÜZÜNÜ BULURSANIZ ALIP OKUYUN

        Çocukken doğaya daha yakın, daha meraklı, çok daha gözlemci oluruz. Sonra yaşımız ilerler, ondan uzaklaşır, doğayla mücadeleye başlarız. Sanki o bizim için yenilmesi gereken bir düşmanmış gibi... Ona döneceğimizi unuturuz ama neticede hep o kazanır. Gün gelir fazladan iki-üç metrekare yeşile, cüce de olsa birkaç fazla ağaca duacı oluruz.

        Hesse elbette bu basit parabolü anlatmıyor “Ağaçlar”da. Onun söylediği, ağaçların bize hayata dair çok şey öğretebileceği. Belki de yeni bir felsefenin, yeni bir yaşam biçiminin ve daha iyi bir dünyanın ağaçlarla daha kolay tasavvur edilebileceği…

        Bu doğrultuda, sadece metinler yok kitapta; temelde bir şair olan Hesse’nin şiirleri de serpiştirilmiş aralara. Hesse’nin bir ressam olduğunu da biliyoruz ama kitaptaki göz alıcı desenlerin onun tarafından yapılıp yapılmadığını öğrenemiyoruz. Desenler ona değil bir başkasına aitse, emeğe saygı kapsamında mutlaka belirtilmeliydi kitabın girişinde.

        Bir başka sorun yazının spotunda bahsettiğim “terslik.” Ben kitabın ikinci baskısını satın aldım, hem de “Ne güzel, bu darlıkta ikinci baskıyı yapmış bir kitap daha” sevinciyle. Lâkin 64’üncü sayfaya geldiğimde kitabın ters dönüğünü gördüm, 10 sayfalık bir bölüm ters basılmıştı. Bir matbaa hatası belli ki, kaç kitap böyle bilmiyorum. Yine de Zehra Aksu Yılmazer’in özenli çevirisi ve kitabın önemiyle mukayese ettiğimde, yazık olduğunu düşünüyorum.

        Düzünü bulursanız alıp okuyun.

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        700’den fazla sivilin yaşamını verdiği dramatik deniz faciasıyla ilgili yeni bir roman. “Vicdanları sorgulatan hikâye” diye de alt başlık atılmış. Max Frisch ise 1974’te yaşadığı romantik ilişkiyi üçüncü şahıs ağzından anlatıyor. Kadın-erkek üzerine, yazarın eski aşklarını da anlatan bir iç hesaplaşma kitabı diyebiliriz.

        'Struma' (Aaron Nommaz-Destek)
        'Struma' (Aaron Nommaz-Destek)
        'Montauk' (Max Frisch-YKY)
        'Montauk' (Max Frisch-YKY)

        Diğer Yazılar