Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hakan Bıçakcı, dükkânlarla dolu bir pasajda televizyon kumandası satan, kendi tabiriyle “buraya gömülmüş” karakterinin hayatını rüyalarla renklendirmiş, rüya ve gerçeğin at başı gittiği bir kurguyla hikâyesini örmüş. “İki Rüya Dokuz Gerçek”in özeti bu. Alt metinde ise şehir yalnızlığı, yaşam öyküsüzlük ve sorgulanan bazı klişeler var. “Rüyalarınız gerçek olacak,” “Zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız” gibi. Platonik aşkıyla karşılaşan kahramanımız, onun ve rüyalarının etkisinde bir eğlence parkında “çalışırken” buluyor kendini. Sonra sorgulamalar başlıyor. Bu yolculuğu da Kutlukhan Perker resimlendirmiş.

        Hakan Bıçakcı’ya birkaç soru sordum kitabıyla ilgili. Söyledikleri aşağıdadır.

        Epigraf Dostoyevski ile. “Bir yaşamöyküm olduğunu kim söyledi size?” Yine de o, insanı anlattığı yaşamöyküleriyle büyük yazar oldu. Siz de bu romanda olduğu gibi basit, sıradan yaşamöykülerinden eserler çıkarma peşinde misiniz?

        Sanırım öyle. “Sıradan birini seçeyim” diye özellikle düşünmüyorum aslında. Zaten ilgimi çekenler, kendimi yakın hissettiklerim böyle karakterler oluyor. Son derece sıradan insanlar ve fazlasıyla bildik durumlar üzerinden absürt, fantastik hatta sürreal anlara uzanmaya çalışıyorum. Bu sevdiğim bir denge. Kendiliğinden ilginç olan karakterler ve durumlar fazla tasarlanmış duruyor sanki.

        “BU DEFA SINIRLAR ÇOK NET”

        Borges, “Ya seni de bir başkası düşlemeseydi” diye sorar. Kahramanımız da düşlerinin peşinde bir gerçek hayat kurgulamaya mı çalışıyor? Yani rüyalar gerçeği mi tamamlıyor?

        Kafanın içinde dönenlerle dışında olup bitenleri, rüyalarla gerçekleri karıştırmak takıntılı konularımdan. Ancak bu defa konuya farklı yaklaştım. Rüyanın nerede bittiği, gerçeğin nerede başladığı önceki yazdıklarımdaki gibi muğlak değil, bu defa sınırlar son derece net. Ancak yine de bir şekilde karışıyorlar. Karakter, rüyasında gördüklerinin ve gerçekte yaşadıklarının birbirini etkilemesiyle bir yolculuğa çıkıyor. Gördüğü rüyalardan biri veya yaşadıklarından biri denklemden çıksa akış bozuluyor.

        “Rüyalarınız gerçek olacak” kahramanın da söylediği gibi hep olumlu algılanan bir cümle. Biraz da bunun tersini mi göstermek istediniz?

        Evet “rüyalarınız gerçek olacak” veya “rüya gibi…” klişeleşmiş olumlu söylemler. Ama bunu söyleyenler rüyalarımızı bilmeden, ezbere konuşuyorlar. Dolayısıyla her an aleyhimize dönebilecek zehirli bir temenni bu. Kahramanımız, etrafımızı saran ve bir süre sonra duyarsızlaşıp anlamını düşünmediğimiz bu boş laflar konusunda duyarlı.

        Ve eğlence parkı tanıtımında, “Zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız” sözleri… Bunda özenecek ne var diyor kahramanımız. Zaman, geçerken anlaşılmaması gereken bir şey mi hakikaten? Ve siz biraz da bu kalıpları mı sorgulamak istediniz?

        İşte bir diğer boş laf. “Zamanın nasıl geçtiğini anlamamak” da aynı klişe ailesinden bir tür eğlenme, iyi vakit geçirme söylemi. Bu kalıplaşmış cümleler biraz eşelenince altından hüzünlü anlamlar çıkmaya başlıyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamak hiç de eğlenceli değil, aksine epey acıklı.

        İKİ RÜYA DOKUZ GERÇEK  (Hakan Bıçakcı - İllüstrasyonlar: Kutlukhan Perker - Karakarga Yayınları)
        İKİ RÜYA DOKUZ GERÇEK (Hakan Bıçakcı - İllüstrasyonlar: Kutlukhan Perker - Karakarga Yayınları)

        VİTRİNLERDEN KALKAN NESNELER PASAJI

        Son dönemde genç ve İstanbul dışından yazan yazarlar bir tür taşra yalnızlığı üzerine yoğunlaşıyor. Sizin romandan anladığım, İstanbul’da da bu yalnızlık çok da farklı yaşanmıyor. Kent-taşra çok da farklı değil gibi. Öyle mi?

        Yalnızlık evrensel ve zamansız bir ruh hali tabii, asla taşraya özgü değil. Ancak kendine yabancılaşma hali kent insanı için daha baskın sanıyorum. Robot uyumluluğuyla hareket etme, bir kapalı devrenin içine hapsolma, çarkların arasına sıkışma durumu şehirde daha baskın.

        O altgeçitte yavaş yavaş biten bir dönemin sembol eşyaları satılıyor gibi. Kumanda, Rambo bıçağı, Japonbalıkları, DVD… Biraz da geçmişe özlem gibi. Geçidin sonunda bambaşka bir dünya kurulmadı mı artık?

        Modası geçen, yeryüzündeki vitrinlerden kalkan nesneler bu alt geçitte toplanıyor. Kahramanımız da sanki böyle biri. Canlı canlı bu yeraltı pasajına gömülmüş gibi. Geçmişe özlemden çok bu paralellik üzerinde durdum.

        Ve son sözleriniz?...

        Zihinsel alandan çok eylemler üzerinden ilerleyen, önceki yazdıklarıma göre olay örgüsü daha baskın ve aksiyon dozu çok daha yüksek bir deneme oldu İki Rüya Dokuz Gerçek. Çok sevdiğim “Arkadaş ben bu noktaya nasıl geldim” ekolünden bir hikâye olmasına çalıştım. Edebiyattan Alice Harikalar Diyarında’yı, sinemadan After Hours’u örnek olarak verebilirim bu ekole.

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        İsveç’in sevilen yazar ve psikologlarından Katz, panik ataktan depresyona, modern hayatın psikolojik zorluklarını yenme yollarını anlatıyor. “Bu kitabın kapağını rastgele açan herhangi bir okur, üç dakikadan az sürede hayatın yeni bir açısını keşfedebilir” diyerek. Göktuğ Canbaba ise mizah-gerilim karışımı bir romanla karşımızda. Kocası tarafından terk edilen düğün fotoğrafçısı Sibel’in pelüş bir panda ile değişen hayatını okuyacaksınız.

        Kafamdaki Kertenkele (Dan Katz -Mona)

        Ben, Babam ve Diğerleri (Göktuğ Canbaba -Doğan)

        Diğer Yazılar