Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Başka dünyalarda canlı yaratık var mıdır” diye soruyor kendi kendine ve devam ediyor:

        “‘Şüphesiz böyle bir sorunun cevabı lazımdır’ dediğimiz sürece hayat neden sadece dünyamızda oluşmuş olsun? Bu âlemlerin ortasında, bu dünyaların hepsi birdir. Toz kadar olan Dünyamızda hayat, canlı yaratık olsun da, onlarda olmasın? Onlar bu dünyadan küçük müdür? Onlar bu dünyadan ilerleme bazında farklı mıdır? Hayır, bu bahsedilen dünyamız gibi hep birbirinden doğmuştur. Hepsi birbirinin anası, babası, hepsi birbirinin kardeşidir. İşte bu soruya karşı bugün kesin cevap verilmiş: Her âlemin kendine özgü, kendi doğal şartlarına göre oluşmuş canlısı, canlı yaratığı vardır…”

        Osman Nuri Eralp, 1877 Arapgir doğumlu, Askeri Veteriner Okulu’nu 1897’de birincilikle bitirmiş, yarbaylığa kadar yükselmiş. 1902’den itibaren Bilimsel ve Deneysel Araştırmalar Şefi; Bakteriyolojik, Kimyasal Tahliller ve PatolojikAnatomi Muayene Memuru ve Tedrisât-Uygulamalı Öğretim Şefi olarak çalışmalarına devam etmiş. Pasteur Enstitüsü’nde yayımlanan araştırmaları sebebiyle Fransız hükümeti ona iki nişan vermiş. Türkiye’de sivil veterinerliğin öncüsü olmuş, Berlin ve Varşova’da incelemeler yapmış. Savaş boyunca sergilediği üstün hizmetleri nedeniyle Harp Madalyası alan Eralp, 1927’de Bakteriyolojihane-i Sâhâne’nin başına getirilmiş ve hayatı boyunca pek çok bakteriyolojik analiz ve inokülasyon yöntemi geliştirmiş. Bu yöntemlerden biri, “Osman Nuri Metodu” adıyla literatüre geçmiş. 1929’da emekli olup çalışmalarını Fatih’teki evinde bulunan özel laboratuvarındasürdürmüş ve 1940’ta hayatını kaybetmiş.

        Osman Nuri Eralp’ın hayat hikâyesi böyle ama bizi bu yazıda ilgilendiren kısmı bunlar değil.

        'BAŞKA DÜNYALARDA CANLI MAHLÛKAT VAR MIDIR?' Osman Nuri Eralp (Çev: Merve Köken - Karakarga Yayınları)
        'BAŞKA DÜNYALARDA CANLI MAHLÛKAT VAR MIDIR?' Osman Nuri Eralp (Çev: Merve Köken - Karakarga Yayınları)

        “BANA SORARSANIZ VAR” DEMİŞ

        Eralp, bu toprakların ilk “bilim-kurgu yazarı” belki. Bundan yüz yıl önce Osmanlıca basılan “Başka Dünyalarda Canlı Mahlûkat Var mıdır?” adlı kitabını dört yıl önce Bilge Kösebalaban kütüphane araştırmalarında keşfetmiş. Böylece Eralp’in Fatih At Pazarı, Medrese Sokak’ta 1918’de bitirdiği bu eser Türkçe’ye kazandırılmış.

        “Başka Dünyalarda Canlı Mahlûkat Var mıdır?” o dönemin bilimsel verileri ışığında yazılmış. Ama ileride de okuyacağınız üzere yazarımızın başka dünyalardaki yaşam konusunda kesin yargıları var. Eralp, astronomik bilgilerle iddialarını güçlendirmiş; gezegenleri yani o zamanki adıyla seyyareleri tek tek ele alıp, 1900’lerin başlarının teori ve araştırmalarına dayanarak uzayda akıllı yaşamın olduğu sonucuna varmış.

        Kösebalaban’a göre kitap, bilimkurgu tarihimizdeki hiçbir çalışmada adı geçmese de eski tabirle “fenni roman” bugünkü adıyla bilimkurgu türüne çok yakın bir yerde duruyor. Ben öyle algılamadım ama Eralp’in bilime ve uzaya kimi zaman duygusal, romantik ve hatta şiirsel yaklaşımları dikkate alındığında bunun “türler ötesi” bir eser olduğu söylenebilir.

        “HAVA YOKSA, YOK DEĞİLDİR”

        Eralp, başka dünyalarda yaşam ve canlı olduğu tezini anlatmaya, yaşamın doğal şartlarını öne sürerek başlıyor. Ona göre bir yerde hayat olması için birinci şart havanın varlığı; ikincisi ise yeterli bir sıcaklık. Bunu söyledikten sonra Ay örneğini veriyor:

        “Havasız yaşayan canlı mikroplar, kendilerine lazım gelen havayı, tahlil ettikleri organik maddelerin bileşiminden alırlar. Bunların bileşiminde bulunan oksijeni tahlil vasıtasıyla koparıp serbest bir hale getirirler. Bununla temas etmiş bulunurlar. Mesela Ay’da hava yok değil mi? Bu halde Ay’da hava yok olması sebebiyle neden canlıların yokluğuna hükmedelim? Bu doğru değildir. Çünkü:

        1. Ay yeryüzünden ayrılmış bir kütledir. Dünya’nın bir parçasıdır. Teşkilatı, ilerlemesi onun gibidir. Ay küçük olduğundan havasını kaybetmiştir. Havasındaki oksijenin çoğu toprağına madeni oluşumlar halinde geçmiştir. Ay’ın toprağında oksijenli bileşikler, oksitli madeni tuzlar, kemik katmanları vardır.

        2. Şu halde Ay’da öyle canlılar vardır, bulunması muhtemeldir ki bu canlılar bileşik halinde bulunan cisimlerin birikimindeki oksijeni tahlil vasıtasıyla kullanabilirler. Bu şekilde teneffüslerine lazım gelen oksijeni alabilirler. Yani buradaki yaratıklar, atmosfersiz yaşayan canlılardır.”

        “VENÜS VE MARS TERCİH EDİLİRDİ”

        Bu meseleyi çözdükten sonra sıcaklık konusuna geliyoruz. Eralp, “yapılan araştırmaya göre” deyip Venüs ve Mars’ın Dünya ile benzer şartlara sahip olduğunu belirtiyor: “Venüs gezegeninde sıcaklık 22 derecedir. Bu sıcaklık yeryüzünde sıcak memleketlerde bulunan sıcaklık kadardır. Mars gezegenin de 9 derecedir. Bu da yeryüzünün kutup taraflarındaki sıcaklığa eşdeğerdir. Bu halde gezegenler arası seyahat mümkün olsaydı, insanlar ancak bu iki gezegenden birine seyahat edebilirlerdi.”

        Gelelim soğuk âlemlere. Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün gibi soğuk gezegenlere…

        “Bunlar güneşten uzak gezegenlerdir. Güneş buraya çok az sıcaklık gönderir. Şu halde üzerlerini, bu gezegenlerin her tarafını genel bir soğukluk kaplamıştır. Demek oluyor ki burada mevcut olan canlı yaratık çoktan karlar altında kalmıştır. Buraları büyük bir mezarlık halindedir. Öyle olmak lazım gelir gibi görünmektedir. Fakat böyle olmakla beraber bu kati olamaz. Çünkü bu âlemlerin merkezleri soğuyup donmadan evvel bu âlemler hayatın oluşumuna yeterli bir sıcaklığa sahip bulunurlarken, üzerlerinde soğuyuncaya kadar geçen milyarlarca asır zarfında hayat devam etmiş. Şüphesiz nice nice canlı yetişmiş. Kim bilir ne kadar da zekâlar oluşmuş? Sanayi, aklın becerisi ve idrakin eremeyeceği bir yüksekliğe çıkarılmış. Bu sebepten soğukluğa karşı koyacak araçlar ve meskenler icat edilmiştir. Kısacası bu âlemlerde yaşayan canlıların soğuktan kendilerini kurtarmış bir halde olması muhtemeldir. Nitekim yeryüzünde de öyle değil mi? Kışın ateş, elbiseler ve yiyecekler sayesinde soğuktan kendimizi kurtarırız. Şüphesiz bu âlemlerde de buna benzeyen araçlar vardır. Zaten kutup bölgesinde buzlar arasında yaşayan Laponlar, Eskimolar nedir ki?”

        Değil mi?

        “MARS’TA İNSANLAR YÜKSEK SEVİYEDE”

        Eralp’in bilime dayandırdığını söylediği çok kesin iddiaları var ki, yeni bilimsel çalışmalarla bunlar geçersiz kaldı diyebiliriz. Ama onun gezegenlere ve gezegenlerdeki yaşama şiirsel yaklaşımını çürütmek zor. Mesela Venüs’ü anlattığı satırlar:

        “Güneş’in batışı pek hazin, batış anında ufuk yerinden başkalaşım gösteriyor. Sanki ufuk kanlara bulanıyor. Kızıl bir renk ile boyanmış böyle kanlı, kan rengi manzarada batış anları… Güneş’in şiddeti fazla, Güneş’in cüssesi bir değirmen taşı kadar büyük. Venüs’ün uydusu yok, Ay’ı yok. Geceleri karanlık, hep mezar karanlığı. Venüs de mehtapsız bir dünya. Bizim dünya, yeryüzü, Venüs’ün elçisi, yetkili. Venüs’ten bakılınca, dünya parlak bir yıldız gibi parıldamaktadır.”

        Yazarımız Mars’a hayran. Bu gezegeni dünya için de bir şans olarak görüyor. Bir son örnek olarak bunu da zikretmeden geçmeyelim:

        “Mars’ta medeniyet pek ileri gitmiştir. Maharet dolu makineler icat edilmiştir. Her şey makinelerin yardımıyla meydana getirilmektedir. İnsanlar aklen pek yüksek bir seviyeye çıkmışlardır. O derece ki uzuvları, makinelerin çalışması yüzünden çalışmaktan geri kalmış, fikren oluşan aralıksız çalışması sonucu beyni yetişip büyümüş ve evrimleşmiş bedenleri küçülerek körelmiş, kuruyup kalmıştır. Buna göre oranın akıllı yaratığı hayat şartlarının değişimi ölçüsünde değişmiştir. İnsanlıkla kıyaslanamayacak şekilsel bir gelişime girmiş, belki de gelecekte Dünya’da oluşacak fevkalâde zeki insanların örneği, orada, Mars’ta çok asır önce oluşmuş ve yayılmıştır.”

        Bir bilimsel kitap, bilimkurgu, deneme, fantezi ne derseniz deyin. 100 yıldır gizli kalmış bu kitabı okumadan geçmeyin.

        **

        Diğer Yazılar