Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çocukluk yıllarımda okuduğum kitaplar arasında yoktu ama oğlum özellikle okul öncesi yıllarında “Ayı Winnie” (Winnie the Pooh) kitapları ve oyuncaklarıyla büyüdü. Öyküler genelde arkadaşlık ve doğa sevgisi üzerine, öğretici metinler içerirdi. Kitaplarda huzur verici bir sakinlik vardı. Renkler çok canlı ve yorucu değildi. Sıcak pastel tonlar hakimdi. Çizgiler yumuşak ve naifti. Tüm bu görsel atmosfer filmde de aynen korunmuş...

        Serideki bütün hayvanlar oyuncaktan devşirilmiş karakterlerdir aslında. Ayı Winnie, balı çok sever, sakin ve sevgi doludur. Piglet, çekingen ve korkaktır. Tigger, yerinde duramaz. Hepsi bir arada olmak, oyun oynamak ve iyi vakit geçirmek isterler. Bir de Christopher Robin vardır, bütün çocuklar kendini onun yerine koyar.

        Christopher Robin, “Winnie-the-Pooh” kitaplarının yazarı İngiliz A. A. Milne'in (1882 - 1956) gerçek oğludur. Milne, 1926'da yayınlanan, E. H. Shepard'ın resimlediği ilk kitaplarını, oğlu Christopher Robin Milne'in “Winnie-the-Pooh” adlı oyuncak ayısından esinlenerek yazmıştır. Kitaptaki diğer karakterler Piglet, Eeyore, Kanga, Roo ve Tigger da oğlunun oyuncaklarıdır. Baykuş ve Tavşan ise Milne'in eklediği karakterlerdir.

        Kitapların başarılı olmasının sırrı, Milne'in bir çocuğun zihniyle düşünmeyi başarması gibi gelmiştir bana hep... Sözgelimi Yüz Hektar Ormanı... Orada her şey yalın ve basittir. Ayı Winnie başta olmak üzere tüm karakterler tıpkı birer çocuk gibi sevdikleriyle bir arada olmak, oyun oynamak, iyi vakit geçirmek isterler. “Ayı Winnie” çocukluğun huzur dolu cennetinden gelir...

        Bir Walt Disney yapımı olan “Christopher Robin” adlı film, işte tam da bu cennetin bittiği noktadan başlıyor... Christopher, yatılı okula gitmeden hemen önce Yüz Dekar Ormanı'ndaki arkadaşlarına veda ediyor. “Oyuncak Hikayesi 3”te Andy'nin üniversiteye gitmeden önce oyuncaklarından ayrıldığı sahneyi andıran bir açılış bu... Christopher Robin, vedalaşırken artık “hiçbir şey yapmamak” gibi bir şansı olmadığını söylüyor Winnie'ye... Çocukluğun o tatlı günleri geride kalmıştır artık ama Winnie ile birbirlerini unutmamaya söz verirler.

        Sonraki yıllarda Robin için hayat çok zor geçer. Babasını kaybeder, II. Dünya Savaşı nedeniyle sevdiği kadından ayrı düşer ve kızının doğumunu göremez. Savaştan sonra ise yoğun bir çalışma hayatına girer. Uzun süren bu giriş bölümünün ardından Christopher Robin (Ewan McGregor) Londra'da bir aile babası olarak gelir karşımıza.

        Kızına, eşine ve hatta kendine bile vakit ayıramayan çok yoğun biridir artık. Bir valiz firmasında çalışması ironiktir. Valiz, tatile çıkmanın simgesi olsa da Robin için özgürlüğü yok eden bir iştir. Yönetici olduğu için işten atılmaları önlemek, kârlılığı yükseltmek ve valiz satışlarını artırmak da onun görevidir.

        Bu arada Robin'in, küçük kızı Madeleine'e (Bronte Carmichael) yeterince vakit ayıramadığına da tanık oluruz. Ondan sürekli ders çalışmasını, vaktini çok iyi değerlendirmesini ister. Hatta “hiçbir şey yapmamak”tan özellikle kaçınmasını ister. Ona akşamları yatakta masal değil, ders kitabı okur. Tüm bunların onu kızından uzaklaştırdığının farkında değildir.

        Film o yıllarda İngiltere'de yaşanan çetin sosyal koşulları anlatsa da Christopher Robin, rekabet nedeniyle işkolik olmak zorunda olan çağımız insanını temsil eden bir karakter. Ayı Winnie'nin yıllar sonra yeniden ortaya çıktığı gün önemli. O gün, Christopher Robin eşi Evelyn (Hayley Atwell) ve kızıyla Sussex'teki orman evine gitmek yerine Londra'da kalıp çalışıyor. Winnie bir anlamda Robin'i kurtarmaya geliyor aslında. Winnie sadece çocukluk yıllarının değil, bir çocuğun naif bakış açısının da temsilcisi...

        Tam da burada Steven Spielberg'in “Hook” (1991) filmini hatırlamamak mümkün değil. O filmde Peter Pan, çocukluk anılarını ve uçmayı unutmuş, bir iş adamına dönüşmüştür... Yetişkin Christopher, Ayı Winnie ile arkadaşlarını belki unutmamıştır ama hayatında artık onlara yer yoktur. Bu yüzden Winnie, Robin'in bilinçdışından gelen imdat çağrısı gibidir... Filmin bence en çarpıcı imgesi takım elbiseli bir adamın çocukluk oyuncaklarıyla Londra caddelerinde dolaşması...

        Film temalarını gayet iyi işliyor. Öykü ve senaryo, güçlü bir ana fikir etrafında şekilleniyor. Animasyon ve canlı çekimleri birleştirme açısından teknik olarak gayet iyi bir iş var ortada. Farklı türlerde çalışan Marc Forster'ın yönetmen olarak çok özenli bir iş çıkardığı da kesin. Ne var ki, son bölümüne kadar biraz ağır ilerleyen bir film olduğunu söylemem gerek... Özellikle Winne'nin Robin'in hayatına karıştığı ilk sahneler çok uzuyor ve filmin temposunu düşürüyor. Pofuduk, şirin ve huzur verici Winnie'nin donuk halleri açıkçası o sahnelerde uykusunu iyi alamamış seyircilerin tatlı bir şekerleme yapmasına neden olabilir.

        “Christopher Robin” yetişkinlere ve çocuklara hitap ediyor ama mesaj daha çok yetişkinlere yönelik: Çocukluğunuzu unutmayın, arasıra “hiçbir şey yapmama”nın keyfini çıkarın ve sevdiklerinizle birlikte tatile gitmeyi ihmal etmeyin, deniliyor. “Christopher Robin”i benzer temaları işleyen “Hook” ve “Toy Story 3” kadar iyi bulmadım. İyi oynamış olsa bile Ewan McGregor'un (47) Christopher Robin karakteri için biraz yaşlı kaldığını da düşünüyorum. Ama filmin kendine özgü bir güzelliği, akılda kalıcı bir yanı olduğu kesin. Ayrıca Ayı Winnie ile büyüyen çocuklar için nostaljik bir yanı olabileceğini de unutmayalım. “Christopher Robin” son haftaların en iyi aile filmi ama Türkiye'de ne yazık ki sadece Türkçe dublajlı kopyalarının gösterime girdiğini de belirtelim.

        Filmin notu: 6.5

        Filmsiz süper kahraman olur mu?

        2013'ten bu yana televizyonda yayınlanan “Teen Titans Go!”, Robin'in liderlik ettiği genç süper kahramanların serüvenlerini anlatan bir animasyon dizisi... Olaylar, DC Comics'in Superman, Batman, Wonder Woman gibi yıldız süper kahramanlarının da yer aldığı hayali bir evrende geçiyor. Dizinin öne çıkan yanı, mizah duygusu... Animasyon stili olarak da eski usul çocuk animasyonlarının grafik tarzına yakın, daha basit ama canlı ve renkli bir görsel dile sahip. Dizinin “Genç Titanlar Filmi” (Teen Titans Go! To the Movies) adını taşıyan ilk sinema uyarlaması da aynı görsel atmosferi koruyor.

        TV dizisinin de yazarları arasında yer alan Michael Jelenic ile Aaron Horvath'ın imzasını taşıyan senaryo, Genç Titanlar'ın bir sinema filminde oynama özlemi üzerine kurulu... Sinema filmi, onlara göre tüm süper kahramanlar için ulaşılması gereken bir zirve noktası. Özellikle Robin, gerçek bir süper kahraman olmak için mutlaka bir filmi olması gerektiğini düşünüyor. Ne var ki, ilk birkaç sahnede Genç Titanların “süper kahramanlar camiası”nda pek ciddiye alınmadıklarına tanık oluyoruz. Ama onlar kesinlikle pes etmiyor ve süper kahraman filmlerinin yıldız yönetmeni Jade Wilson'ı ikna etmek için harekete geçiyorlar.

        “Genç Titanlar Filmi”, süper kahramanların şişkin egoları ve kendini beğenmişliklerini tiye alan bir film... Öte yandan Genç Titanların “ille de film” diye tutturmaları, popülerligi başarı ölçütü olarak almaları ve benmerkezcilikleriyle de dalga geçiliyor. Ama çocukların büyüklerin dünyasına kendilerini kabul ettirme istekleri, inatçılıkları ve kararlılıklarıyla açıkçası hiç alay edilmiyor. Film özü itibarıyla büyüklerin dünyasında varolmak isteyen çocuklarla ilgili bir öykü anlatıyor. Genç Titanlar, sinema filmi çılgınlığı uğruna yaşadıkları olaylar sırasında hatalarını görüyor, gereken dersleri alıyor ve imajın çok da önemli bir şey olmadığını öğreniyorlar. Dolayısıyla, özellikle çocuk seyirciler için doğru ve cazip bir hikâyesi olduğu söylenebilir.

        Peter Rida Michail ile Aaron Horvath'ın yönettiği filmin yetişkinler için en eğlenceli yanı, kuşkusuz süper kahramanlar dünyasıyla ilgili espriler... Açılış sahnesinde süper kahramanların kendi filmleriyle ilgili yorumları komik. Yeni Batman filminin galası eğlenceli anlarla dolu... Bir DC Comics yapımı olmasına karşın Marvel filmlerine yapılan göndermeler de hoş. Film bu tür sahnelerde beni yakaladı ama kötülere karşı verilen mücadele ve aksiyon sahneleri sırasında ise kaybetti. Yine de genç seyirciler için hoş ve anlamlı bir deneyim olacağını, onları “Deadpool” ve “Galaksinin Koruyucuları” gibi alternatif süper kahraman filmlerine hazırlayacağını düşünüyorum. Son olarak filmde Robin'in Fatih Özkul, Starfire'ın Damla Babacan, Cyborg'un Ali Erdinç, Raven'in Sema Kahriman, Slade'in Uğur Taşdemir, Jade Wilson'un ise Canan Çiftel tarafından seslendirildiğini not edelim.

        Filmin notu: 6

        Gerçek bir mucize

        Amerikan Ulusal Ligi'nde mücadele etmiş buz hokeyi oyuncusu Eric LeMarque, 2004 yılının şubat ayında Sierra Nevada dağlarında snowboard yaparken yolunu kaybeder... Eric LeMarque'ın Davin Seay ile birlikte yazdığı, 2009'da yayınlanan “Crystal Clear” adlı kitaptan uyarlanan “Sıfırın Altında: Dağdaki Mucize” (6 Below: Miracle on the Mountain) sporcunun verdiği yaşam savaşını anlatıyor.

        Filmin daha ilk sahnesinden LeMarque'ın sorunlarıyla baş edemeyen, uyuşturucu müptelası, yalnız ve mutsuz biri olduğu anlaşılıyor. Yoğun kar yağışının beklendiği bir günde, kullanımı tavsiye edilmeyen bir iniş alanında, cebinde bir gofret ve şarjı bitmek üzere olan telefonla snowboard yapmak istemesi, kendine zarar vermek isteğinin bir sonucu olarak dahi kabul edilebilir. Zaten profesyonel hayatında yaşadıkları da bu özyıkım isteğinin göstergesi...

        Ne var ki, LeMarque dağda sıkı bir hayatta kalma mücadelesi veriyor. Özellikle bedeninin gösterdiği direnç inanılmaz... Aslına bakarsanız, filmin başında gerçek hayat hikâyesi yazmasa, LeMarque'ın Sierra Nevada dağındaki sert kış günlerinde yaşadıklarına inanmanız mümkün değil.

        Filmin en etkileyici yanı, bence bu hayatta kalma mücadelesi. Ancak film LeMarque'ın geçmişini daha etkileyici kılmak için daha fazla çaba sarfediyor. Kuşkusuz birçok “hayatta kalma filmi”nde (survival movies) karşımıza çıkan bir klişedir bu... Kahraman bedeniyle hayatta kalma mücadelesi verirken, zihninin içinde geçmişindeki psikolojik sorunlarla savaşır... Mücadele her iki cephede sürerken, kahraman ölüm tehlikesi karşısında geri kalan her şeyin önemsizliğini kavrar ve hayata dört elle sarılır.

        Filmde tüm bu klişelerin, LeMarque için gerçeğe dönüştüğünü görüyorsunuz. Dolayısıyla, daha önce benzerini defalarca izlediğimiz hayatta kalma ya da doğada mücadele filmlerinden farklı bir yanı yok. Gerçek olması dışında... Ancak gerçekleri bir avantaja çevirebildiği söylenemez; çünkü film doğadaki yaşam savaşından ziyade LeMarque'ın geçmişine odaklanıyor. Kahramanın geçmişini tümüyle boşverip sadece ana odaklanan “Sona Doğru” (All is Lost – 2013) ya da kahramanın olay sırasında yaşadığı travmayla başetme biçimini öne çıkaran “Pi'nin Yaşamı” (Life of Pi – 2012) gibi filmlere oranla düz ve sığ bir hikaye seyrediyoruz. Senaryosu Madison Turner tarafından yazılan “Sıfırın Altında” bu yanıyla daha çok bir kişisel gelişim filmini andırıyor.

        Dublörlük ve oyunculuktan gelen, kendi filmlerinde kurguculuk da yapan yönetmen Scott Waugh'u “Huz Tutkusu”ndan (Need for Speed - 2014) hatırlıyoruz. Waugh o filmde, hikâyenin zayıflığına karşın otomobil yarışı sahnelerinde iyi bir iş çıkarmıştı. Burada da yönetmen olarak kötü olduğu söylenemez. Ama dağdaki sahneler aksiyon ve gerilim açısından pek parlak değil. Sadece ismiyle dahi sonu tahmin edilebilen bir öyküyü anlatırken final sahnesini o kadar abartıp uzatması, heyecanı artırmıyor aksine tempoyu düşürüyor. Hatta oralarda filmin gerçeklerden kopmuş olabileceğini dahi düşünüyorsunuz. Yine de gerçek bir hayat hikâyesi olması itibarıyla ilgiye değer bir film. LeMarque'ta Josh Hartnett elinden geleni yapıyor. Filmin oyunculuk açısından asıl sürprizi ve hoş yanıysa anne rolündeki Mira Sorvino. Öyle ki Sorvino'nun Josh Hartnett'den sadece 11 yaş büyük olduğu gerçeğini dahi unutmak istiyorsunuz.

        Filmin notu: 5.5

        Diğer Yazılar