Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Çiçero”, İlyas Bazna'nın hayat hikâyesi üzerine kurulu... Arnavut kökenli Türk vatandaşı İlyas Bazna üzerine internette küçük bir araştırma dahi yapsanız, onun hayatından bir değil, birkaç film ya da televizyon dizisi çıkabileceğini görmeniz mümkün. Zaten Amerikalılar 1951'de, L.C. Moyzisch'in kitabını temel alan “Five Fingers” diye, Joseph L. Mankiewicz yönetmenliğinde bir film çekmişler.

        Ayrıca, İlyas Bazna'nın kendi hayat hikâyesini yazdığı, Türkçe'ye 2000 yılında “Ankara Casusu Çiçero” olarak çevrilmiş bir kitap da var... Yazarın adı Elyesa Bazna diye geçiyor.

        Yapımcı Mustafa Uslu'nun “Çiçero”sunda, senaryo yazarı Gürkan Tanyaş'ın hangi kitabı ya da kaynakları temel aldığına dair kesin bilgi yok. Ama İlyas Bazna'nın 1904'de Priştine'de başlayıp Ankara'ya kadar uzanan gerçek hayat hikâyesinin en azından ana hatlarının ya da önemli dönüm noktalarının takip edildiği kesin.

        Filmin sürprizlerini ele vermemek için İlyas Bazna'nın bilinen hayat hikâyesini anlatmak doğru olmaz. Ama filmin bazı yerlerde gerçeklerden uzaklaştığı ve senaryonun filmin dramatik hedeflerine göre şekillendirildiği kesin.

        Açıkçası “film icabı” dahi olsa gerçeklerden kopuş, bazen rahatsız edici olabilir. Buna karşılık, son dönemde “Müslüm” ya da “Bohemian Rhapsody” gibi örneklerde gördüğümüz gibi “gişe”nin gerçeklere karşı hassas olduğunu söylemek zor. Sinema yazarı, araştırmacı ya da tarihçiler biyografik filmleri ince eleyip sık dokuyarak değerlendiriyor belki; ama seyirci daha çok yaşadığı duyguyu önemsiyor.

        “Çiçero”ya da belki bu iki saat boyunca yaşattığı duygular üzerinden bakmak gerekiyor. Öncelikle, filmin kapsamlı bir hayat hikâyesi anlatmak gibi bir derdi olmadığı kesin. Hayat hikâyeleri “nehir” gibi akıp gider. “Çiçero” ise 1918'de Priştine'de geçen açılış sahnesini bir yana bırakırsak 1943 yılında Ankara'da yaşananlara odaklanan bir dönem filmi.

        İçinde aşk, gerilim, aksiyonun yanı sıra siyaset ve Türk milliyetçiliği var.

        Priştine sahnelerinde İlyas Bazna'nın bir çocuk olarak savaş sırasında yaşadığı travmaya ve gösterdiği cesarete tanık oluyoruz. Bir de düşmanlarını kandırabilme, onları zararsız olduğuna ikna edebilme yeteneğine...

        Ankara'daki ilk sahnede İlyas Bazna (Erdal Beşikçioğlu), Yugoslavya Büyükelçiliği'nde opera aryaları söylerken çıkıyor karşımıza. Sesi öylesine iyi ki İngiliz Büyükelçisi Sir Knatchbull-Hugessen (Tamer Levent) kendisine hayran kalıyor ve onu özel uşağı olarak işe alıyor. İlyas Bazna, aynı günlerde Alman Konsolosluğu'nda çalışan Cornelia Kapp'la (Burcu Biricik) duygusal ilişki yaşamaya başlıyor. Daha sonra da, İngilizlerden çaldığı bilgileri, para karşılığında Alman Konsolosluğu'ndan Moyzisch'e (Murat Garipağaoğlu) pazarlıyor.

        İlyas, Cornelia ve Moyzisch arasındaki aşk üçgeni itibarıyla “Çiçero”, eski usul Yeşilçam melodramlarına benziyor. “Ayla” ya da “Müslüm” gibi çok göz yaşartıcı bir film olduğu söylenemez ama hikâyenin melodram yanının, aksiyon ve gerilime oranla bile isteye köpürtüldüğü kesin. Bu melodram zorlaması, bence filmin zaafı...

        Milliyetçiliğin filmin ana fikri olarak ağır bastığını da not edelim. İkinci Dünya Savaşı sırasında tarafsız kalmak isteyen Türkiye, filmde Batılı iki gücün arasında kalmış “yalnız bir ülke” olarak gösteriliyor... İngilizler ve Almanlar, entrikalar ya da tehditle Türkiye'yi yanına çekmeye çalışıyor. Türkiye ise savaştan uzak durmayı amaçlıyor. Filmin, günümüzün siyasi bakış açısıyla çekildiği söylenebilir; çünkü şu anda da kendimizi yalnız hissetmiyor muyuz? Yıllardır ülkedeki egemen söylem bu değil mi? Öte yandan, “savaşın kazananı yoktur” fikri üzerinden filmde savaş karşıtı bir söylem olduğunu da belirtelim.

        “Çiçero” siyasi mesajları, melodramatik anları, otomobil takibi, dövüş gibi aksiyon denemeleri ve gerilim sahneleriyle türler arasında gidip gelen karışık bir film...

        Kuşkusuz, yönetmen Serdar Akar bütün sahneleri özenle çekmiş, Mustafa Presheva da akıcı şekilde kurgulamış. Film akıp gidiyor ve hikâye odağını kaybetmiyor ama o kadar çok sahne ve olay üst üste geliyor ki ilgimiz dağılıyor. Mekânlar, olaylar, karakterler arasında bu kadar çok dağılmak yerine daha az sahne ve daha az olaya yoğunlaşmak belki daha iyi sonuç verebilirdi.

        Karakterlerin derinlikli çizildiğini söylemek de zor. Özellikle filmin süprizli hikâye akışı nedeniyle ana karakter İlyas Bazna'nın gerçek hedeflerini, arzularını anlamak kolay değil. Bu durum sadece onunla özdeşleşmeyi zorlaştırmıyor, filmin temel duygusunu da belirsizleştiriyor.

        Öte yandan, bazı gerilim sahnelerinin hiç de fena olmadığı söylenebilir. İlyas Bazna'nın İngiliz Konsolosluğu'nda Wellington'la (Ertan Saban), Cornelia'nın da Alman Konsolosluğu'ndaki casusluk sahneleri mesela... “Çiçero”, aslında bu yanıyla Alfred Hitchcock filmlerini hatırlatan bir aşk ve gerilim hikâyesi olabilirmiş. Ama belli ki, en başından öyle bir tercih yapılmamış.

        Filmde kendi adıma en çok Erdal Beşikçioğlu ve Tamer Levent'in ikili sahnelerini sevdim. İlyas ile Sir Hughe Knatchbull-Hugessen arasındaki sahnelerde gerilim ve mizah gerçekten iyi işliyor.

        İlyas Bazna'nın casusluğundan bir çeşit kara komedi de çıkabilirdi kuşkusuz. Çünkü hikâye bir yanıyla, pratik zekânın, büyük stratejileri nasıl alt ettiği üzerine kurulu... Gerçek hayatta Knatchbull-Hugessen, İlyas'ı hiç İngilizce bilmeyen, çok saf ve sıradan bir adam sandığı için casus olduğu aklının köşesinden geçmezmiş. Ama filmde İlyas, Beşikçioğlu'nun yorumuyla sıradan biri değil; karizmatik bir uşak ve Knatchbull-Hugessen ile sürekli iletişim halinde... Filmdeki İngilizler ve Almanlar, kendi aralarında dahi bazen anadillerinde, bazen de aksanlı Türkçe konuştukları için, dil mevzusu filmde gerilim unsuru olamayacak kadar karışık...

        Açıkçası, filmde oyunculuklardan etkilendiğimi söyleyemem. Üsluplar biraz karışık. Kimisi sade oynuyor kimisi abartılı. Sorun oyuncuların performansından ziyade, film hızla akıp giderken karakterlerin etkili biçimde işlenemiyor oluşunda galiba... Bu arada, İlyas Bazna'nın söylediği opera aryalarında “playback” dediğimiz tekniğin hayli rahatsız edici olduğunu söylemek istiyorum. O sesin ondan çıktığına bir türlü inanamıyoruz.

        Sonuç olarak, İlyas Bazna'nın hikâyesi gerçekten şaşırtıcı ve etkileyici. Giderseniz “Çiçero”yu sonuna kadar merakla izlemeniz mümkün... Ama bu, filmin kaçırılmış bir fırsat olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye'de sinemacıların seyircinin melodram tutkusuyla kaliteli dram arasında bir denge bulması gerekiyor. Aksi halde, böylesi iyi hikâyeleri “duygu fırtınaları” yaratma derdiyle elimizden kaçırmaya devam edebiliriz...

        Filmin notu: 5

        Diğer Yazılar