Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Filmler bizi bazen aynı duygularda birleştirir, bazen de ayırır. Bir film her seyircide aynı duygu ve düşünceleri uyandırmaz.

        Bir baba olarak, “Güzel Oğlum”u (Beautiful Boy) seyrederken zihnimde hep “Neden?” sorusuna yanıt aradım... Özellikle gerçek bir hayat hikâyesi olması nedeniyle sorunun yanıtı önemliydi. Çünkü filmleri deneyimlerimizi artırmak, hayatı daha iyi anlamak için de seyrederiz.

        Nic gibi iyi bir aileden gelen eğitimli, düzgün bir gencin, neden uyuşturucuya alıştığı sorusuna yanıt ararken akla önce sevgi ve ilgi eksikliği geliyor. Ne var ki, filmde Nic'in (Timothee Chalamet) böyle bir sorunu yok gibi görünüyor. Tam aksine, anne ve babası için özel bir çocuk. Her ikisi de onu çok seviyorlar. Hatta babası David (Steve Carell) bir sahnede “İngilizce'deki sevgiyle ilgili tüm kelimeler yan yana gelse, yine de seni ne kadar çok sevdiğimi açıklayamaz” diyor.

        Film boyunca, bunun lafta kalmayan bir sevgi olduğu görülüyor. David oğlunu uyuşturucudan kurtarmak için maddi ve manevi anlamda, elinden geleni yapıyor. Annesi de her türlü desteği veriyor. Zaten bütün film, anne ve babanın oğullarını uyuşturucudan kurtarma çabaları üzerine...

        Nic'in uyuşturucuya arkadaş ve kötü çevre gibi faktörler nedeniyle başladığına dair net bir ipucu sunulmuyor. Daha doğrusu, film öyle düşünmemize neden olacak özel bir sahne ya da diyalog içermiyor. Ama uyuşturucu bağımlısı arkadaşların birbirlerine hiç iyi gelmediğinin altı özellikle çiziliyor. Nic, uyuşturucuya tekrar dönmek istediği zaman nereye gideceğini, kiminle irtibat kuracağını biliyor.

        Peki, Nic anne ve babası ayrıldığı için mi uyuşturucuya başlıyor? Bu soruya da olumlu yanıt vermek zor. Tam aksine, babası, üvey annesi ve küçük kardeşleriyle birlikte olduğu sahnelerde sevgi dolu, huzurlu bir aile ortamı görüyoruz. Çok uzak olmayan bir şehirde oturan annesinin kapısı da ona hep açık.

        Özetle, gençlerin uyuşturucuya başlama nedenleriyle ilgili zihnimizdeki hazır yanıtların çoğu Nick'e uymuyor...

        Gerçek hayat hikâyesi olması itibarıyla filmin hiçbir aile üyesini suçlamamak için özel bir çaba sarf ettiği de düşünülebilir... Ama yine de, “Neden?” sorusuna odaklanan bir seyircinin gözünden kaçmayacak bir mesele var filmde. Birkaç sahnede ima ediliyor, bazen açık biçimde dile getiriliyor. Nic, özellikle babasının kendisiyle ilgili beklentilerinin yüksek olmasından rahatsız... Film, bunu uyuşturucuya başlama nedeni olarak sunmuyor belki; ama babasına neden uyuşturucuya başladığını anlatırken hissediyorsunuz. Biraz da hayattan korktuğu için, gerçeklikten kaçmak için sarılıyor uyuşturucuya...

        Şüphesiz, çocukluktan ergenliğe geçiş ve ergenlik sürecinin kendisi zordur. Ama gelecek kaygılarının kendini giderek daha çok hissettirdiği üniversiteye geçiş dönemindeki sorunlar azımsanamaz. Bir genç, üniversite için yaptığı tercihlerle birlikte geleceğini şekillendirmeye başladığının farkındadır. Nic'in tam da bu geçiş döneminde yaşadığı kafa karışıklığı sırasında uyuşturucu bağımlısı haline geldiğini görüyoruz.

        Bu işten para kazanan bir terapi merkezi Nic'in babası David Sheff'e, bağımlıların kurtulma oranlarının yüksek olduğunu söylüyor. İşin uzmanı bir doktor ise dürüst davranarak, özellikle Nic'in bağımlısı olduğu sentetik uyuşturuculardan kurtulmanın çok zor olduğunu söylemekten kaçınmıyor.

        Nic'in aylarca “temiz” kaldıktan, yani hiç uyuşturucu kullanmadıktan sonra, yeniden madde kullanmaya başladığı bir sahne var. Film, bu sahnenin öncesi ve sonrasında Nic'in yeniden madde kullanmaya başlamasına dair somut bir neden sunmuyor. Tek bildiğimiz, “temiz” kalmaktan vazgeçtiği... Hayata bir türlü bağlanamadığı... Özellikle bu sahnesi itibarıyla gerçekten korkutucu, hatta umutsuz bir film “Güzel Oğlum”... Zaten David de o andan sonra mücadele etmeyi bırakıyor ve madde bağımlısı çoğu anne baba gibi oğlunun ölüm haberini beklemeye başlıyor.

        “Güzel Oğlum”, anne ve baba olarak vereceğiniz mücadelenin sınırlarını çizen bir film. Çünkü bir noktadan sonra, hiçbir şekilde müdahale etme şansınız kalmıyor. Nedenlerini bilmediğiniz bir süreçte, onu tekrar geri kazanmanın, hayata döndürmenin çok zor olduğunu anlıyorsunuz... Gösterdiğiniz ilgi, sevgi, şefkat onun için ne kadar önemli olursa olsun, bir noktadan sonra sizi sadece uyuşturucu parası sızdıracak insanlar olarak görmeye başlıyor.

        “Güzel Oğlum” belki karanlık bir film. Ama tümüyle umutsuz ve karamsar olduğu söylenemez. Tam da bu noktada, neden sorusuna yanıt arayan ana babalardan ziyade gençlere seslendiği söylenebilir. Gençlere üstten, öğretici bir tonda hitap etmiyor. Meseleye ahlaki açıdan yaklaşmıyor...

        Nic'in her gencin özdeşleşebileceği bir karakter olarak çizilmesi önemli. O, iyiyle kötüyü ayırt eden bir genç. Anne ve babasını ne kadar üzdüğünün farkında. Yanlış bir yolda olduğunu biliyor...

        Film, Nic Sheff'in “Tweak”, babası David Sheff'in “Beautiful Boy: A Father's Journey Through His Son's Addiction” adlı biyografik kitaplarından Luke Davies ve yönetmen Felix Van Groeningen tarafından sinemaya uyarlanmış. Luke Davies'in eski bir bağımlı olmasının, senaryonun gerçekliğine katkı yaptığı kesin.

        Belçikalı Felix Van Groningen'in filmleri yapısal açıdan birbirlerine çok benzemez. Ama “Güzel Oğlum” hepsinden farklı. “Çölde Kutup Ayısı” (De helaasheid der dingen – 2009), “Kırık Çember” (The Broken Circle Breakdown – 2012) ve “Belgica” (2016) filmlerinin farklı enerjisini sevenler “Güzel Oğlum”da aradıklarını bulamayabilirler.

        “Güzel Oğlum”, Amerikan usulü karakter dramlarını hatırlatan ağır tempolu, hüzünlü ve sakin bir film. Van Groeningen, görüntü yönetmeni Ruben Impens'le birlikte neredeyse eski usul 35mm dokusunu hatırlatan soluk bir renk paleti yakalamış. Birlikte, hüznün ağır bastığı bir görsel atmosfer kurmuşlar. David'in eşi ve iki küçük çocuğuyla orman içinde yaşadığı büyük evin iç mekânlarındaki loş karanlık, Nic'in hayatındaki çıkışsızlığı temsil ediyor sanki... Annesinin şehirdeki evi ise daha aydınlık ve ferah. Annesinin yanında kaldığı uzun bir tedavi sürecinden sonra babasının evine gelir gelmez yeniden uyuşturucu kullanmaya başlaması, aslında çok manidar; ama film nedense bu konuda çekingen davranıyor. Açıkçası neden – sonuç ilişkileri konusundaki bu çekingenliğin, özellikle finale doğru beni rahatsız ettiğini söyleyebilirim. Hatta Van Groeningen'in, David Sheff'in kontrol manyaklığını evin içindeki koyu tonlar ve kasvetle sezdirmek istemiş olabileceğini dahi düşündüm.

        Filmin en güçlü ve etkileyici yanını ise sona bıraktım... Oyuncular gerçekten çok iyi. David'de Steve Carell, Nic'te Timothee Chalamet mükemmel performanslar sergiliyorlar. Özellikle Nic'in para sızdırmak istediği sahnede, ikisinin de oyunculuğu mükemmel. Maura Tierney ve Amy Ryan da iyiler.

        “Güzel Oğlum”, özellikle oyunculukları itibarıyla gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir film...

        Filmin notu: 6.5

        Diğer Yazılar