Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bazen önemli olan bir hikâyenin nasıl başladığı değil, nasıl bittiğidir...

        Hikâyenin bittiği yer, geçmişin sırlarını içinde barındırır. Tıpkı “Laurel ile Hardy”de (Stan & Ollie) olduğu gibi bazen geçmişe, “final üzerinden” bakmak gerekir...

        Stan Laurel ile Oliver Hardy'nin ortak geçmişleri 1927'de başlıyor. Komedi ikilisi olarak oynadıkları ilk film, 19 dakikalık “Putting Pants On Philip”, 1927'de gösterime giriyor. Sonrası tam bir başarı hikâyesi... Peş peşe gelen filmlerle tüm dünyada milyonlarca seyircinin sevgilisi oluyorlar...

        Jeff Pope'un A. J. Marriot'un “Laurel and Hardy: The British Tours” adlı biyografik kitabından uyarlanan “Laurel ile Hardy” (Stan & Ollie), ikilinin ilk yıllarıyla hiç ilgilenmiyor. Meslek hayatlarının son döneminde, 1953 yılında çıktıkları İngiltere turnesine odaklanıyor...

        Sinema tarihinin en sevilen komedi ikililerinden biri üzerine çekilen “Stan & Ollie”, hiç kuşkusuz tam bir başarı hikâyesi olarak tasarlanabilirdi. İskoç yönetmen Jon S. Baird belli ki benzerlerini defalarca seyrettiğimiz sanatçı biyografilerinden birini çekmek istememiş. Bunun yerine, “Stan & Ollie” ile ikilinin o pırıltılı, güzel günlerine uzaktan, “son perde”den bakmayı tercih etmiş.

        Film, bizi Stan Laurel ile Oliver Hardy'nin İngiltere turnesine götürmeden önce 1937 yılında, Hollywood'da açılıyor...

        Gerçekten çok iyi tasarlanıp çekilmiş anlamlı ve akılda kalıcı bir açılış sahnesi bu... Kamera, ikilinin simgesi haline gelmiş şapkalarının yakın çekiminden geriye doğru açılıyor ve Laurel (Steve Coogan) ile Hardy'yi (John C. Reilly) soyunma odalarında, aynalarının önünde sohbet ederken gösteriyor... Baird, bu çerçevede ikilinin uyumunu, dostluğunu ve işbirliğini, simetrik bir kadrajla anlatmış.

        Sahnenin devamında, Laurel ve Hardy soyunma odasından stüdyoya çıkıyor, ardından da çekimin yapılacağı film setine yürürken yolda sohbet edip, etrafa takılıyorlar... Baird sahneyi yaklaşık 4-5 dakikalık kesintisiz tek plan olarak tasarlamış...

        Yapımcı Hal Roach'un (Danny Huston) sahneye girmesiyle yönetmen Baird, uzun çekimi bitiriyor, yakın planlara geçiyor. Stan ve Ollie'yi uyumlu bir ikili ve iki iyi dost olarak gösteren uzun çekimi, Hal Roach'un bitirmesi kuşkusuz tesadüf değil. Çünkü Roach, 2 yıl sonra Oliver Hardy'ye Stan Laurel'in olmadığı “Zenobia” adlı filmi çektirerek ikilinin dostluğunu sarsacak, aralarını bozacak kişinin ta kendisi...

        “Way Out West” (1937) adlı western filminin setinde geçen açılış sahnesi, Roach ve Laurel'in arasında çıkan söz dalaşıyla sadece ikilinin arasının nasıl bozulacağını önceden haber vermiyor; Laurel ile Hardy'nin özel ve mesleki hayatlarına dair bazı önemli ipuçlarını da barındırıyor. Sözgelimi, Stan Laurel'in takımın yaratıcı beyni olduğunu, yönetmenlerin çekimler sırasında ona danıştığını öğreniyoruz.

        Açılış sahnesi, Laurel ve Hardy'nin “Way Out West” filminde dans çekimleriyle sona eriyor. Dans, ikilinin kamera önündeki benzersiz uyumlarının ve profesyonel kişiliklerinin simgesi... Baird, çekimler sırasında göstermeye başladığı dansı, “Way Out West”in seyirciyle buluştuğu bir sinema salonunda bitiriyor ve Laurel ile Hardy'nin o yıllarda ne kadar çok sevildiğini bize bir kez daha hatırlatıyor.

        İkilinin her figürüne kahkahalarla gülen seyircilerin görüntülerinden 1953 yılına, Newcastle'da soğuk, karanlık bir kış akşamına geçiyoruz. Daha ilk andan o ışıltılı, güzel günlerin geride kaldığını anlıyoruz. Stan Laurel'in açılış sahnesinde “zerre kadar” özlemediğini söylediği İngiltere, onlar için son şans anlamına geliyor. Asıl hedefleri, turun peşinden gelecek sinema filmi projesi... Yeniden setlere dönmek istiyorlar ama yapımcıların onların peşinde koştuğu dönemin sona erdiği belli. Üstelik turne hiç de iyi başlamıyor; salonlar dolmuyor...

        Oliver Hardy, İngiltere'de otomobilden indiği ilk andan itibaren biraz daha kilolu, yorgun ve bezgin çıkıyor karşımıza. Ama yeni film düşüncesinin onu hayata bağladığı belli... Stan Laurel ise ona göre daha zinde ve istekli... Bir yandan Robin Hood filmini yazıyor, bir yandan İngiltere turnesi için yeni skeçler hazırlıyor. Daha önemlisi, Hardy'nin moral motivasyonunu yukarıda tutmaya çalışıyor. Filmlerde daha çocuksu olan Laurel'dir aslında ama gerçek hayatta her şeyi o çekip çeviriyor.

        Bu arada, İngiltere turnesinde sahneye her çıktıklarında, biz de salonda oturan seyirciler gibi o eski güzel günlere uzaktan bakıyor, başarılarının sırrını hissediyoruz; çünkü çöküş dönemlerinde bile olsalar sahnede hâlâ çok iyiler... Ama filmde sahne performanslarını çok fazla seyrettiğimiz söylenemez. “Stan & Ollie”nin bir komedi filmi olduğunu söylemek zor. Daha çok hüzünlü bir dram...

        Yine de yönetmen Jon S. Baird, Laurel ile Hardy'nin sessiz film estetiğine dayalı klasik sahnelerinden ve slapstick tarzı komedi anlayışlarından örnekler vermeyi ihmal etmiyor. Binbir zahmetle yukarı çıkardıkları valizi düşürmeleri, Laurel'in elinden valizlerle otelin kapısından zar zor içeri girmesi ya da hiç çekilmeyen Robin Hood filmini prova ettikleri sahnelerde ikilinin eski filmlerine saygı duruşu yapılıyor. Ama filmin asıl amacı, slapstick komedisinin gerisindeki gerçeği göstermek, ikilinin beyazperde personalarıyla gerçek kişilikler arasındaki farklılıkları keşfetmek... Kamera önüyle kamera arkasını, sahneyle kulisi karşı karşıya getirmek... Kariyerlerinin son dönemi üzerinden dostluklarını anlatmak... Daha derindeyse başka bir meselesi var filmin. “İkili olmak” ya da “birbirine bağlanmak” üzerine bir film bu...

        Filmde vurgulandığı gibi mesleğe ayrı ayrı başlamış, yapımcının önerisiyle partner olmuşlar. Ama seyirci onları öylesine sevmiş ki birbirlerine bağlanmak zorunda kalmış; mesleki açıdan neredeyse “simbiyotik” bir ilişkiye mahkûm olmuşlar.

        Bu simbiyotik ilişkinin her ikisi için de rahatsız edici yanları olduğunu hissetmek mümkün.

        Kaldı ki, dostlukları açısından her şeyin mükemmel olduğunu söylemek zor. Özellikle Oliver Hardy'nin başka bir oyuncuyla çektiği filmin, dostluklarının “yumuşak karnı” olduğu çok açık.

        Hardy'nin o filmi istemeye istemeye çektiğini biliyoruz. Laurel'in Hardy'den bir türlü kopamıyor oluşunun gerçek nedeni ise bizim kararımıza bırakılıyor. Özgüven eksikliği mi, dostluğa sadakat mı? Yoksa her ikisi birden mi? Sonuçta Stan Laurel'in Oliver Hardy'ye oranla daha sağlıklı olmasına rağmen mesleğe tek başına devam etmediğini ya da edemediğini unutmamak gerek...

        Bu arada, ikisi de birbirlerine değil, eşlerine daha yakınlar. Lucille Hardy (Shirley Henderson) ile Ida K. Laurel'in (Nina Arianda) çok iyi anlaştıkları ise söylenemez... Eşlerin kritik bir gösteriden önce ele ele tutuştukları an, filmin en duygusal çekimlerinden biri... Laurel ile Hardy, 1937'de geçen ilk sahnede birbirlerine daha yakınlar. 1953'te ise ilk başta daha mesafeliler... Birbirleriyle değil, eşleriyle dertleşiyorlar. Öte yandan, dostlukları ikisi için de önemli ve turne süresinde eski dostluklarını yeniden buluyorlar. Bu açıdan, “Stan & Ollie”ye bir dostluk filmi demek de mümkün...

        Stan Laurel'de Steve Coogan, Oliver Hardy'de John C. Reilly, gerçekten mükemmel performanslar sergiliyorlar. Makyajları o kadar iyi ki, belirli bir noktadan sonra gerçek Laurel ve Hardy'den farkları kalmıyor. Ama her iki aktör de fiziksel benzerliğin ötesinde karakterlerin ruhunu yakalamayı başarıyor.

        Yönetmen Jon S. Baird'i 2013 yapımı “Pislik” (Filth) filminden hatırlıyorum. İki film yapı ve üslup olarak gerçekten çok farklı... “Stan & Ollie”yi “Pislik”e oranla daha çok sevdiğim kesin... Baird, burada özenli kadrajlara dayalı daha sakin ve hüzünlü bir tarzla geliyor karşımıza.

        Önce bu filmi, sonra da bir Laurel ile Hardy filmi seyretmenizi tavsiye ederim... “Stan & Ollie”nin en güzel yanlarından biri, sinemanın bu unutulmaz ikilisini yeni kuşaklara hatırlatması...

        7/10

        Diğer Yazılar