Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ‘Vivarium’ bu ay, BeinConnect Boxoffice’de seyredebileceğimiz filmlerden biri… Dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl, Cannes Film Festivali’nde Eleştirmenlerin Haftası’nda yaptı ve sonraki aylarda Filmekimi’nin de dahil olduğu birçok festival dolaştı. İçinde bulunduğumuz ilkbahar aylarında Türkiye dahil bazı Avrupa ülkelerinde gösterime girmesi planlanıyordu. Şimdi pandemi nedeniyle dijital platformlarda ya da online olarak seyirciyle buluşuyor.

        Yönetmeni Lorcan Finnegan, 1979 Dublin doğumlu bir İrlandalı… Grafik Tasarım eğitimi aldıktan sonra kısa filmler çekti. 2011 yapımı ödüllü ‘Foxes’ en dikkat çekici kısa filmiydi. 350 bin Euro bütçeyle çektiği ilk uzun filmi ‘Without Name’, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptı ve daha sonra Brooklyn Korku Filmleri Festivali’nde ödül kazandı.

        Lorcan Finnegan, ikinci uzun filmi ‘Vivarium’un öyküsünü filmin senaryo yazarı Garret Shanley ile birlikte yazdı. ‘Foxes’ ve ‘Without Name’de de birlikte çalışmışlardı.

        İrlanda, Danimarka, Belçika ortak yapımı ‘Vivarium’, gerilim, gizem ve bilimkurgu gibi türlerin şemsiyesi altında değerlendirilebilecek bir film…

        Bu arada, salgınla çok ilgisiz bir öykü anlatmasına rağmen ‘çekirdek ailenin zorunlu izolasyonu’, ‘çocuğun televizyon üzerinden uzaktan eğitim alması’ ve ‘eve dışardan gelen kargo paketleri’ gibi bazı yanlarıyla ‘Vivarium’un yaşadığımız karantina günlerini hatırlattığını en başından belirtelim.

        Filmi seyredecek olanlara ilk önerim, açılış sahnesine çok dikkat etmeleri… ‘Vivarium’ ağaçtaki bir kuş yuvasından çekimlerle açılıyor. İlk planda, bir guguk kuşu yavrusu ve 3 yumurta görüyoruz. Peşinden gelen çekimlerde, yavru guguk kuşu önce iki yumurtayı, sonra yumurtadan çıkmış diğer yavru kuşu atıyor yuvadan. Anneyi gördüğümüzde daha da şaşırıyoruz. Guguk kuşu değil ve beslediği yavrudan daha küçük… Öyle ki, minik kafasını yavrunun iri gagasına kaptırmasından dahi endişe ediyoruz.

        Bazı guguk kuşu türleri hakkında, benim gibi yeterince bilgi sahibi olmayanlar için yuvada olup bitenleri anlamak kuşkusuz kolay değil. Ama filmin üçüncü sahnesinde Gemma’nın (Imogen Poots), ağaçtan düşen iki ölü yavruya üzülerek bakan öğrencisine yaptığı açıklamada her şey yerli yerine oturuyor.

        Anne guguk kuşları, yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakıyor. Amaçları, yavrularını başka annelerin büyütmesi… Yumurtadan çıkan yavru guguk kuşları ise tek başlarına kalmak için diğerlerini yuvadan atarak ölümlerine neden oluyor. Gemma, duydukları karşısında çok üzülen küçük kıza ‘doğada işler böyle yürür’ anlamına gelen şeyler söylüyor.

        İlk sahnede gördüklerimize, bütün filmin çözüm anahtarı olarak bakmak mümkün… Genç çift Gemma ve Tom’un (Jesse Eisenberg) ev bakmaya gittikleri banliyö sitesinde tuzağa düşüp sıkışıp kalmaları, guguk kuşu yavrusunu aklımızdan çıkarıyor. Ama ‘kutu’yla gelen bebek, açılış sahnesini hatırlamamıza vesile oluyor…

        Açılış sahnesine bir çeşit ‘şifre çözücü’ olarak bakarsak, ‘Vivarium’da anlatılan bilimkurgu hikâyesinin bilinmeyenlerini bulmak çok zor değil... Sonuçta her şey, gördüklerimiz kadar ‘göremediklerimiz’le ilgili…

        Mesela, açılışta anne guguk kuşunu görmüyoruz. Tıpkı Gemma ile Tom’a bebeği kimin bıraktığını göremediğimiz gibi… Ansiklopedileri biraz karıştırdığımızda, anne guguk kuşunun yavrusunun gelişimini bir süreliğine uzaktan takip ettiğini öğreniyoruz. Gemma ile Tom’un da uzaktan izlendikleri kesin.

        Gemma ile Tom’un başına gelenleri ‘doğanın düzeninin bir parçası’ olarak açıklamak mümkün. Seyrettiğimiz bilimkurgu hikâyesi, ilk bakışta doğanın ya da evrenin düzeniyle ilgili… Güçlü olanların zayıfları kullandığı bir düzen bu… Bir yanda yaşam döngüsünü başkalarını kullanarak sürdüren asalak canlı türleri var; diğer yanda kendi döngülerinden zorla çıkarılarak kurban haline getirilenler…

        Asıl hikâye bu… Ama ‘yuva kurmak isteyen’ iki genç insan için banliyönün bir tür hapishaneye dönüşmesi de önemli bir motif… Hapishane filmin en güçlü metaforlarından biri. Gemma ve Tom, tuzağa düşecekleri banliyö sitesine giderken yolda Robert Thompson’un 1967 tarihli ‘Rudy A Message For You’ adlı şarkısını dinliyorlar. Şarkıda Rudy diye birinin artık koşuşturmayı bırakıp büyümesi gerektiği söylenirken hapishaneye düşme tehlikesinden söz ediliyor. Hapishane (jail) kelimesini, Gemma ile Tom’un filmin ortasında otomobilin teybinden dinledikleri Desmond Dekker’in ‘007 Shanty Town’ adlı şarkısında da duyuyoruz.

        Banliyödeki site sadece hapishaneye dönüşen bir yuva değil, aynı zamanda bir cehennem… ‘Vivarium’ orta sınıf hayatını ve tüketim toplumunu simgeleyen banliyöyü sahte cennetin ötesinde bir cehennem olarak görüyor. Film, ‘Banliyöde kendiniz için değil, parçası haline geldiğiniz sistemin işlemesi için yaşar, güçlülerin maşası haline gelirsiniz’ demeye getiriyor…

        Bu açıdan bakıldığında, ‘Vivarium’un, banliyödeki sahte huzurun altında yatan karanlığı anlatan filmlerle akraba olduğu kesin. Yeni olan yanı, guguk kuşu metaforu üzerinden kurduğu bilimkurgu hikâyesi…

        ‘Vivarium’ görsel açıdan iyi tasarlanmış bir film. Banliyönün huzurlu, steril ortamının, cehennemi andıran bir tekinsizliğe, korkunç bir tekdüzeliğe dönüşmesi fikri gerçekten iyi işliyor. Yonder adlı sitenin yukardan yapılan çekimlerindeki labirent fikri ve bütün evlerin birbirinin kopyası olmasının yarattığı rahatsızlık hissi, güçlü imgelere vesile oluyor. Evin içindeki resimlerin bile evi göstermesi, filmdeki kısır döngünün yansımalarından biri… Çıkışsız labirent ve kısır döngü fikirlerinin resimsel olarak iyi işlendiği kesin.

        Oyuncular da iyi. Sadece başrollerdeki Imogen Potts ve Jesse Eisenberg’ten söz etmiyorum. Martin’de Jonathan Aris, çocukta Senan Jenings ve çocuğun yetişkin halinde Eanna Hardwicke oyunculuk tarzlarıyla filmin tekinsizliğine katkıda bulunuyorlar.

        Öte yandan, acizlik içindeki çaresiz karakterleri ve seyirciye göstermedikleri itibarıyla birçok kişinin sevmeyebileceği bir film… Olaylar bir yere bağlanıyor ama yine de bittiğinde tatminsizlik hissi yaşamak mümkün. Kendi adıma filmin 30 dakikalık bir ‘Alacakaranlık Kuşağı’ (Twilight Zone) hikâyesinin verdiği keyfin ötesine geçebildiğini söyleyemem. Gerçi süresini kötü kullanmıyor, gereksiz sahnelere yer vermiyor ama doğanın acımasız düzeni ve banliyö konusunda çok heyecan verici ya da yeni şeyler söylediği iddia edilemez. Imogen Potts’un Gemma’ya getirdiği yorumu dışarda tutarsak seyirciyi duygusal anlamda yakalayabilen bir film değil. Seyirciyi düşündürmek istediği kesin. Hatta bazı açılardan bir gizem oyunu gibi kurulduğu söylenebilir. Amaç, seyircinin ‘büyük resmi’ görmek için zihinsel çaba göstermesi…

        Filmde bizi büyük resme götüren bazı ayrıntı ve imgelerden söz etmeden önce ‘Vivarium’u henüz seyretmeyen ve hikâyedeki gelişmeleri ele veren yorumları okumak istemeyenlerle yollarımızı ayırmanın iyi olacağını söyleyebilirim.

        (Yazının geri kalanı, hikâyenin gelişimi ve finalle ilgili bilgiler içerir.)

        Sadece açılıştaki yuva sahnesi değil, Gemma ile Tom’un banliyö sitesi Yonder’a gelmesine kadar seyrettiğimiz bütün sahneler, filmin gizemlerini çözmemize yardımcı olacak ipuçlarıyla dolu…

        Taklit öğesi filmde sıkça karşımıza çıkıyor… Okul öncesi çocuklara eğitim veren Gemma, ikinci sahnede çocuklara ağaç ve rüzgâr taklidi yaptırıyor mesela. Tom da ağaç taklidi yaparken çıkıyor karşımıza. Büyütmeleri için eve bırakılan çocuk tam bir taklitçi… Yuvadaki guguk kuşunun da aslında bir taklitçi olduğu söylenebilir…

        Yonder sitesi sonuçta her şeyiyle bir taklit… Bahçıvan olan Tom, çimenlerin taklit olduğunu anladığında otomobilin bagajında duran alet edevatını çıkarıp toprağı kazmaya başlıyor. Sürekli toprakla uğraşan biri olarak taklidin ötesindeki nihai gerçeğe ulaşmayı istiyor ama boşuna bir çaba bu… Film boyunca Gemma ve Tom’un taklit olmayan gerçek doğayı özlediklerini hissediyoruz. Yiyeceklerin bir tadı yok ve yemeklerini iştahsızca yiyorlar. Otomobile bindikleri bir sahnede artık geçmişte kalan gerçekliğin kokusundan çok hoşlandıklarını söylüyorlar. Özetle, bulutları, rüzgârı yani gerçek doğayı özlüyorlar.

        Onlara tuzak kuran, film boyunca hiç karşımıza çıkmayan ‘varlığın’ neye benzediği hakkında çocuğun yaptığı bir taklit esnasında fikir sahibi oluyoruz. Çocuğun biyolojik annesi olduğunu varsayabileceğimiz bu yaratık öyle korkunç ki, Gemma taklit edilmesine dahi katlanamıyor…

        Çocuğun bir uzaylı ya da bir çeşit parazit yaratık olduğunu düşünürsek, insanları taklit etmek, onun ömrünün sonuna kadar koruyacağı bir yaşam içgüdüsü… Gemma ile Tom’u tuzağa düşüren emlakçı Martin’in tuhaflığının, insanları taklit etmesinden geldiğini çocuk büyürken anlıyoruz… Çocuk ve Martin, bir yaşam döngüsünü yansıtıyorlar. Bebeklikten yetişkinliğe geçiş için Gemma ve Tom’u kullanıyorlar. Çocuk ve Martin’e hayat veren varlığın, anne guguk kuşundan farkı yuvayı kendi hazırlaması…

        Yavru guguk kuşuyla çocuk arasındaki bir başka benzerlik, her ikisinin de açlıklarını çığlıkla ifade etmesi. Seçilmiş kurban anneler onları susturmak için beslemek zorunda… Anne, işlevini kaybettiğinde yuvadan atılıyor zaten…

        Kutuyla gelen çocuk, eğitimini anne ve babasından değil televizyon üzerinden bizim çözemediğimiz bir dille alıyor. Gemma yabancı dilde yazılmış kitabı gördüğünde, besleyip büyütmek dışında çocuğa hiçbir katkısı olmadığını bir kaz daha anlıyor.

        Anne guguk kuşu, kuluçkaya yatan dişi kuşları tuzağına düşürüyor. Filmdeki gizemli varlık ise ev arayan çiftleri seçiyor. Gemma ile Tom’un başına gelen her şey, yuva sahibi olmak istemelerinden geliyor… Banliyöye yerleşme konusunda Tom’un gönülsüz olduğu kesin. Tuzağa düşmelerinde Gemma’nın daha çok payı var ama Tom, bunu Gemma’nın yüzüne vurmuyor. Ölmeden önce yaptığı duygusal konuşmada ‘Benim için ev senin yanında olmak’ diyor zaten…

        Gemma’nın yetişkin çocuğu kovalarken ‘kaldırımın altı’ndan girdiği ‘gizli alem’, filmin belki de en güzel sahnelerinden birine vesile oluyor… Gemma’nın bu kısa sahnede yaşadığı anlar, içerdiği gerçeküstü imgelerle filme farklı bir hava veriyor, gizem perdesini aralıyor; kısır döngü fikrini derinleştiriyor. O sahne keşke daha uzun sürseydi, demeden geçemiyorum.

        Öte yandan, Tom’un ilk bölümde yerde yatan kuş yavrularına çok fazla üzülmediğinin altını çizmek gerekiyor. Onları gömüyor, hatta matrak ve minik bir cenaze töreni bile yapıyor ama Gemma ve öğrencisi kadar dert etmediği kesin… Finalde, artık yetişkin hale gelen çocukta da ‘ebeveynlerini’ gömerken benzer bir kayıtsızlık var. Filmin iki defin işlemi arasında geçtiğini not edelim.

        ‘Vivarium’ ayrıntılar üzerine kafa yorup düşündükçe derinleşen filmlerden. Bilimkurgu, gizem ve gerilim tarzı hikâyelerden hoşlananlara gönül rahatlığıyla öneririm…

        6.5/10

        Diğer Yazılar