Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İSTANBUL Sözleşmesi’nden çekilme kararının alınmasından bugüne geçen üç gündür AK Parti çevreleriyle konuşuyorum.

        İster, arkadaşım Serap Belet ile sunduğumuz Olaylar ve Görüşler program konuklarımızın kamuoyu önünde söylediklerine bakın, isterseniz sonrasındaki telefon konuşmalarıma atıf yapayım.

        Sözleşme’den çekilme gerekçesini hiçbiri tam bir zemine oturtamıyor.

        Nitekim AK Parti’nin etkin ismi Genel Başkan Yardımcısı sosyolog Prof. Dr. Yasin Aktay, her zamanki realist tutumunu sergiledi ve Sözleşme’de bir aykırılık olmadığının ama toplumsal algı nedeniyle bu noktaya gelindiğinin altını çizdi.

        Şurası açık ki İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi savunan çok az sayıdaki AK Parti kadın milletvekili dışında, savunana da rastlamadım.

        Cumhurbaşkanlığı’ndaki görüş de aynen kabul edildiği gibi, TBMM’den bir “uygulama kanunu” ile sözleşmeden çekilme sürecinin tamamlanacağı yönünde.

        Bunun ötesinde de düşünülemez; çünkü hukukta “usulde paralellik” gereği bir kanun nasıl yapıldıysa aynı yoldan kaldırılır.

        Sürecin nasıl gelişeceğini bekleyip görmek gerekir…

        Peki, 2011’de TBMM’de kabul edilen, 2014’te uygulamaya konulan İstanbul Sözleşmesi’nde toplumun genel ahlak ve ananelerine ters gelen durumların olduğu 10 yıl sonra mı fark edildi?

        REKLAM

        Aslında 10 yıl geriye gittiğimizde TBMM tutanakları da bize Sözleşme’yi AK Parti’nin ne denli güçlü kabul ettiğini sergiliyor.

        Sadece AK Parti değil, TBMM’de o dönem bulunan partilerin tamamı Sözleşme’nin lehine konuşmuş, hatta bazıları daha ileri hükümler içermesi gerektiğine vurgu yapmış.

        Hatta bir MHP'li, o dönem Grup Başkanvekili olan Mehmet Şandır aracılığıyla kadına şiddetin araştırılması için bir Komisyon kurulmasını da önermiş.

        Diğer partiler de bu öneriyi desteklemiş, AK Parti ise reddetmemiş, sürece bırakmış.

        Sonuçta Genel Kurul oylamasında aşağıdaki linkte de görüleceği gibi, çekimser kalan bir milletvekili dışında salonda bulunan 246 milletvekilinin tamamı kabul oyu kullanmış.

        (https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?P4=21045&P5=B&page1=85&page2=85)

        ATALAY’IN ÇEKİMSER OY GEREKÇESİ

        Çekimser kalan ise aynı 10 yıl önce olduğu gibi, bu dönem de Ardahan’dan seçilip gelen AK Parti Milletvekili Orhan Atalay

        Anımsanırsa Atalay 24 Kasım 2011’de İstanbul Sözleşmesi’nin onaylandığı oturumun ertesi günü yaptığı açıklamada, çekimser oy kullanmasının gerekçesini TBMM’de yeni olduğu için yanlış tuşa basmış olmaya bağlamış ve “Acemilikten oldu…” demişti.

        Tutanakta çekimser oyunu da “kabul” düzeltmesi yoluna giderek, 246 oyu 247’ye çevirmişti.

        AK Parti Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ı dün arayıp o gün oylamada ve sonrasında evde yaşadıklarına yönelik şu soruyu yönelttim:

        “Çekimser oyu verip akşam eve gittiğinizde eşiniz Nevin Hanım ne tepki vermişti?”

        REKLAM

        Samimiyetle o gün yaşadıklarını anlattı, milletvekilliğinin ilk dönemi olduğunu anımsatıp Sözleşme ile ilgili olarak düşüncelerini dile getirdi:

        “O gün de bugün de Sözleşme’nin %95’inin altına imza koyarım. Feminist bir duruşu var Sözleşme’nin, beni o gün tercüme dili ile bu duruşu rahatsız etmişti. Ama daha çok tercümeden kaynaklanan didaktik dilinden hoşlanmamıştım.”

        EŞİM GEREKÇEMİ SORDU

        Sözleşme’nin, bundan dolayı çekimser kullandığını belirtti, ardından çevreden gelen telkinler sonucu oyunu değiştirdiğini de anımsattı.

        Atalay, ardından sözü oylamadan sonra eve gittiğinde karşılaştığı duruma getirdi:

        “Eşim eve gidince neden çekimser verdiğimi sordu. Ben de kendisine size de söylediğim düşüncemi açıkladım. Dilinden hoşlanmadığımı, tercüme diliyle didaktik bulduğumu söyledim. O da baktı ve bana hak verdi…”

        O gün de bugün de kadına şiddetin sadece yasa ve Sözleşme ile değil, toplumsal gerçeklerin de göz önünde tutularak çözülmesi gerektiğine ilişkin görüşünü koruduğunu belirtti.

        SORUN SÖZLEŞMEDE DEĞİL YAZIM DİLİNDE

        “Sözleşme’ye umut bağlamış bir tutum sergiliyoruz, bu yanlış” deyip ekledi:

        “Son 10 yıldır Sözleşme yürürlükte, ne geldiği için kadına şiddet kalktı, ne de çekilme kararı ile artacak. Bu Sözleşme’nin olmadığı ülkelere bakın, bir de olanlar ile karşılaştırın. Katılmayan bazı ülkelerde düşmüş, katılanların bazılarında da artmış. Mesele Sözleşme veya kanun değil, sosyal boyutunu ele alıp çözmekten geçiyor.”

        Bunun üzerine Orhan Atalay’a şu iki soruyu yönelttim:

        REKLAM

        “Bugün olsa yine çekimser kalır mıydınız? Sözleşmeden çekilme kararına sizin ve eşinizin tepkisi ne oldu?”

        Samimi tutumunu sürdürdü.

        “Benim de Nevin Hanımın da bakışımız aynı, kaldırılması yerine tercüme dili düzeltilip, muhafazakar kesimde oluşan yanlış algı ortadan kaldırılabilirdi…”

        İRAN ŞAHI ÜZERİNDEN

        Buna ilişkin sınır komşusu olan İran’da anlatılan bir hikayeden de örnek verdi:

        “Dönemin İran Şahı, rüyasında dişlerinin tamamen avucunun içine döküldüğünü görmüş. Tabirciyi çağırıp ne anlama geldiğini sormuş. Tabirci, rüyayı ‘bütün yakınlarınızın acısını yaşayacaksınız’ diye yorumlamış. Şah çok kızmış ve kellesini aldırmış, bir başka tabircinin gelmesini istemiş. O da ‘ömrünüz o kadar uzun olacak ki, yakınınızdaki herkesin ölümünü göreceksiniz’ demiş. Onu da ödüllendirmiş…”

        Sözleşme’nin tercüme dilinden kaynaklı sorunun kaldırılması gerektiğini bir daha kayda geçirirken, o bildik atasözünü anımsattı:

        “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı…”

        Dikkat çeken ise İstanbul Sözleşmesi’ni o gün de bu gün de AK Parti çevrelerinden bazı milletvekillerinin uluslararası sözleşme kavramından çıkarıp, sanki sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir Sözleşme gibi okuması…

        Bunun uluslararası bir sözleşme olduğunu görmezden gelen bir tutum takınılması.

        Bir de Sözleşme’nin yerine Ankara başta olmak üzere başka kent isimleriyle Yerli Sözleşme getireceklerine ilişkin yaklaşımlar da gösteriyor ki söyleyenlerin de içine sinmemiş.

        Umarım bir çıkış yolu bulunur…

        4 milyon doz geldi, 14,5 milyon yolda  

        4 milyon doz geldi, 14,5 milyon yolda  
        0:00 / 0:00

        BİR yakın dostumun ifadesine göre, Sağlık Bakanlığı’nda önceki gün yaşanan sevinç, bugüne kadar karşılaşılanın ötesindeymiş.

        Hatta o derece ki, Bakanlık dışında bulunan konuyla ilgili bazı bilim insanları da aranıp bu sevinç paylaşılmış.

        Nedeni de bir süredir duran ve aşı sürecini de sekteye uğratmaya başlayan Çin’den tedarik zincirindeki durma…

        Çin Devlet Konseyi Üyesi Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Perşembe günü gerçekleşecek ziyareti öncesinde beklenen çözülme sonunda gerçekleşmiş.

        Bugün ve yarın ABD’de yeni yönetim üyeleri ve temsilcilerle bir araya gelecek olan Yi, ülkesine dönerken Türkiye’ye uğrayacak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da kabul edilecek.

        Bu süreçte karşılaşılan protokoller bazı sorunlar da aşılmış ve beklenildiği gibi gelişi öncesinde Sinovac aşısının ilk partisi olan 4 milyon doz bald, yani damacana olarak gelmiş.

        Bunun şişelenip dağıtımına inceleme aşaması sonrası hemen başlanılacak.

        Sağlık Bakanlığı bu sürede depolarında bulunan 3 milyon dozu kullanacak.

        TOPLAMDA 54,5 MİLYON

        Ardından da 10 milyon dozluk Sinovac’ın 50 milyonluk son dilimi ile sahibi Uğur Şahin’in de açıkladığı gibi 4,5 milyon dozluk BioNTech aşısı bu ay sonuna kadar girmiş olacak.

        Yani toplamda 54,5 milyon aşıya ulaşılacak.

        Bu 50 yaş sınırının üzerindeki yaklaşık 9 milyon kişinin daha aşılama kapsamına alınacağı anlamına geliyor.

        Eğer bunların da girişi yapılırsa, Türkiye vatandaşını aşıya ulaştıran ülkeler sıralamasında ilk beşin içindeki yerini bir kademe daha yukarı çekmesi demek.

        Çok hızlı yayılan ve ülkeyi bir il hariç kırmızıya doğru yönelten İngiliz mutantının bu denli yüksek seyrettiği dönemde aşıya ulaşmak oldukça önem arz ediyor.

        En azından, aşı olanların virüs kapıp hasta olsa dahi yoğun bakıma yatmasının önüne geçiyor; birçok kişinin de hastaneye yatmadan hafif atlatmasını sağlıyor.

        Nitekim Sinovac aşısının faz 3 çalışmasını yürüten bilim insanları da kanıtladı ki bu aşı İngiliz mutantına karşı da etkili.

        Yİ’YE KENDİ AŞISI ANLATILACAK

        Nitekim aşılarının etkisine ilişkin bir sunum Çin Dışişleri Bakanı Yi’ye verilecek bir brifingle aktarılacak.

        Bu sonuçların öyle Brezilya veya Endonezya gibi değil, bilimsel gerçeklerinden en küçük taviz vermeden yapıldığını Çin yönetimi de görüyor.

        Buna dayanarak başka ülkelerin yoğun talebine uğradığını da biliyor.

        Bir anlamda kazan- kazan durumu yaşanıyor.

        Umarım Çin, son yapılan anlaşma kapsamında diğer 50 milyon dozu da yollar ve ülkenin tamamı aşıya kavuşmuş olur.

        Yoksa bu yaz da maske, mesafe ve temizlikle uğraşmak çok daha zorlaşır.

        Daha önemlisi tam da sezonun başladığı bir dönemde toplumun ağırlıklı bölümünün aşıya ulaşmış olması turizm açısından da Türkiye’yi bir adım öne çıkarır…

        En çok sorulan soru…

        En çok sorulan soru…
        0:00 / 0:00

        ANKARA’da kabine değişikliğine bu denli odaklanılan döneme çok fazla tanıklık etmedim.

        Son üç gündür kimi arasam veya arasa, ilk sorusu kabinede kimin kalıp kimin gittiği; kimlerin şansının daha yüksek olduğuna yönelikti.

        Başkent koridorlarında o denli yüksek oranlı söylenti vardı ki toplasanız o kadar bakanlık yok…

        Bunu söyleyenlerin bir gerçeğin farkından uzaklaştığını da görüyorum.

        Türkiye yeni bir sisteme geçti ve burada tek karar verici de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan…

        Dolayısıyla bunun için bir Büyük Kongre olmasına da gerek yok, dilediği zaman dilediği kişiyi bakanlıktan alır veya yerine de atama yapar.

        Tek istisnası, yarın yapılacak Büyük Kurultay’da belirlenecek olan Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliklerinde kimlerin olup olmayacağı.

        Çünkü o liste ancak Büyük Kongre’de onaylanıyor ve partinin yönetim organı Merkez Yürütme Kurulu da onun içinden çıkıyor.

        Erdoğan MKYK’ya geçen dönem koymuş olduğu kural doğrultusunda hiçbir bakanı almamıştı.

        Bu dönem seçim sürecini de göz önünde tutup, bazı bakanlar MKYK’ya girerse kimse şaşmasın.

        Hatta Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’da karşılaşıldığı gibi bakan olarak MKYK’da da bulunan isimlerin olması muhtemel…

        Bakalım nasıl bir sonuç çıkacak…

        Diğer Yazılar