Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Japonya’nın gyoza’sından İtalyanların ravio’lisine kadar içi doldurulmuş küçük hamur bohçalarının bir çeşidi hemen her mutfakta var. Urallardan gelen bu yemeğin en yaygın olduğu yerlerden biri Rusya ve hemen her yerde ‘pelmeni’ bulmak mümkün. Bir zamanlar Sovyet bölgesine ait olan Ukrayna’da da bu mantı türü bulunuyor elbette ama pelmeni dediğinizde lokanta sahipleri rencide olmuş gibi bir tepki veriyorlar. “Rusya’da pelmeni deniyor, ama burada verenyky,” diye düzeltiyorlar. İki ülkede de süzme yoğurdu andıran ekşi kremayla sunulan bu yemek neredeyse birebir aynı. Ukrayna’da dolgu malzemesi biraz daha çeşitli olabiliyor, farklı olmak adına bohçaların da şeklini değiştiriyorlar. Geçen yaz Odessa’da pelmeni ararken bu nüansı öğrendiğimde aklımdan “Burası artık Rusya değil,” diye geçmişti. Bugün dünya aslında son derece önemsiz bir ülke olan Ukrayna için savaşa girmeye hazırlanırken bu toprakların de Rusya olmadığı gerçeği daha da önem kazandı.

        Türkiye’deki anti-Amerikancılık dalgası hiç hız kaybetmediği için Rusya’nın da kendi sınırındaki Ukrayna’yı Batı’dan koparma isteğinin haklı olduğunu savunanlar var. Bu görüş özellikle sağ-ulusalcılar tarafından benimseniyor. CHP’nin Rusya’yı hükümetten daha sert eleştiren, hatta kınayan açıklamaları bile tepki topluyor. Oysa Ukrayna çoktan hem fizikken hem de kafa olarak Rusya’dan koptu. Milletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı olduğuna inanılarak kurulan bizimki gibi bir ülkede Ukrayna’yı hala Rusya’nın bir parçası gibi görmek neyin inadı, hangi küflü Amerikan düşmanlığının ürünü belli. Ama sonuçta küflü işte.

        REKLAM

        BİR BATI ŞEHRİ GİBİ

        Geçen yaz beni Odessa’ya götüren neden sadece COVID-19 tedbirlerinin olmamasıydı. Bütün ülkeler hala duvarları yükseltmişken bir Türkiye bir de Ukrayna test zorunluluğu istemiyordu. Yıllar önce okuduğum Jonathan Safran-Foer’in “Everything Is Illuminated” romanında insanın gerçek aşkı bulması için Odessa’ya gelmesi gerektiği yazıyordu. Gittiğimde gerçek aşkı buldum mu bilmiyorum, yalnız değildim zaten, ama Odessa’da Karadeniz kıyısında olmasına rağmen Batılı olmak için uğraşan, Batılı muadillerinden çok da farklı olmayan bir şehir buldum.

        Türklerin bu ülkeyi çoğunlukla seks turizmine indirmelerinden Ukrayna’nın ziyaretçilere önerecek çok da fazla imkanı olmadığı düşünülebilir. Bu haksız bir çıkarım olmaz. Yeme-içme özellikle iyi değil Odessa’da, hatta deniz kıyısında olmasına rağmen ne İstanbul ne de Atina balıkçıları kadar iyi lokantalar. Anthony Bourdain de gittiğinde aynı durumdan şikayetçi olmuştu. Vodkaları bile kötü ama madem ki intihar etmeyeceğiz…

        Odessa’nın tek cazip tarafı sokakları. Kaotik şehircilik ve estetikten uzak anlayış Ortadoğu’ya özgü olsa gerek, çünkü Odessa gibi sınırlı bir ekonomisi olan bir liman olmasına rağmen güzel kalmayı, güzelleştirilmeyi başarmış. Bir-iki saat yürüyünce neredeyse tamamını görmek mümkün, o tamamında da bol yeşil alan, kamusal sanat, parklar, meydanlar, lokantalar var. Keşfedilse gözde bir seyahat rotası olacağının potansiyeli var. Ama hiç kimse seks turizmi dışında Ukrayna’ya gitmek istemiyor, bundan sonra da deniz kenarı otellerde partinin sabahlara kadar sürdüğü Odessa’ya yakın tarihte pek gidecek olan bulunamaz herhalde.

        REKLAM

        Oysa Odessa tam da İstanbul’un dünyaya açılmaya başladığı 90’ları hatırlatıyor. O dönem bizde kendi kendine bir cafe toplumu oluşmaya başlamış, İstanbul’da yaşam tam bir Batı şehrine benzemeye başlamıştı. Bir yandan büyük bir parti vardı. Dünyanın en iddialı gece kulüplerinde dans sabahlara kadar sürüyor, kulüp çıkışlarında sabaha karşı başlayan başka partilere gidiliyordu. Gündüzleri Bağdat Caddesi ya da İstiklal’de piyasa yapmak mümkündü. Hiçbir şeyin tadı çok iyi değildi, henüz mutfak konusunda yol kat etmemiş, kokteyl hazırlamayı dahi bilmiyorduk. Ama gençler bu gidişattan memnundu, çünkü kendi şehirlerinde televizyondan gördükleri hayatları yaşama fırsatı vardı. Anne-babalarının kendilerine zorladığı hayattan kıyafetleriyle bile kaçtıklarını gösterenler İstiklal’i renklendiriyordu. Evet, Türkiye bir Batı ülkesi olma yollunda ilerliyordu.

        UKRAYNA KARARINI VERDİ

        Odessa’da da benzer bir enerji var. Yeni açıldıkları belli olan cafe’lerde toplanan gençlerin eski imparatorluktan çok uzak hayatları var. Araştırmalar Ukrayna nüfusunun yüzde 60’ının Batılı bir ülke olmak istediğini gösteriyor. Bu sayı her geçen gün biraz daha artıyor. Daha fazla genç İngilizce konuşuyor, yabancı film ve dizi izliyor, Batı mutfağını tercih ediyor. “Nereye gidelim?” diye tavsiye sorduğumuz bir grup New York’tan gelen bize pizza’cı önerdi. Ben balıkçı diye ısrar ettiğimde, New York’tan geldiğimiz için beğeneceğimizi düşündüklerinden bizi Reina gibi sonradan görme bir yere gönderdiler. Ben Rumeli Kavağı hayal ediyordum oysa. Etrafımızdaki herkes o gece ya birleşiyor ya da ayrılıyordu.

        Putin istediği kadar savaş açsın, hatta Ukrayna’yı işgal edip yeniden kendi sınırlarının içine katsın, fark etmez. Ukrayna kafa olarak bambaşka bir yerde, geriye dönmeye de hiç niyeti yok. Benzer bir enerji Küba’da da var. Gençler dışarıda romantize edilen Fidel ve Che’den nefret ediyor, PlayStation oynayıp İsveç ve İspanya’dan çıkan hazır giyim markalarını üzerlerinde taşımak istiyorlar. Bu dinamizmin önüne ancak geçici duvar örülür, o duvar da mutlaka bir gün yıkılır. Özellikle özgürlüğün kokusunu bir kere almış gençlerin önünde durmak mümkün mü? Ukrayna kararını vermiş, Batı dünyasının parçası olmak istiyor. Bir tarafta gizemli suikastlar ve tek adam Rusya’sı, diğer yanda gözetim devleti faşist Çin ittifakı varken zor bir tercih değil.

        Diğer Yazılar