Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Esasında TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un Habertürk TV’de katıldığı yayında; “Türkiye Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden çekilecek!” diye bir sözü yok.

        Şentop o günlerde gündemde olan İstanbul Sözleşmesi konuşulurken programın moderatörü Muharrem Sarıkaya’nın; “Yani Cumhurbaşkanı istese Montrö'den çekilebilir mi?” sorusuna karşılık hukuki olarak Cumhurbaşkanı’nın bunu yapabilme yetkisinin olduğunu söylediği için başladı bu tartışma.

        Farazi bir ifadeydi yani.

        Ancak farazi de olsa o ifadeler üzerine Montrö ile ilgili tartışmalar aldı başını gitti.

        Tabii şu hususu atlamamak lazım.

        Bu konu esasında Kanal İstanbul Projesi gündeme geldiğinden beri kamuoyunun önünde ki bir konu.

        Uzun zamandır tartışıyoruz yani.

        Hatta geçen yıl 104 emekli amiralin bildirisine benzer bir bildiri de 30 Ocak 2020'de yayımlanmıştı.

        O bildiriyi de 126 emekli diplomat imzalamıştı.

        Ama aralarında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) ilk sivil müsteşarı olan emekli büyükelçi Sönmez Köksal, halen BM İşkenceyi Önleme Komitesi üyesi olan Erdoğan İşcan, eski AİHM yargıçlarından Rıza Türmen gibi kritik isimlerin olduğu o bildiri ne bu kadar yankı yaratmıştı kamuoyunda ne de iktidar cephesinden böyle bir karşılık bulmuştu.

        REKLAM

        Peki hemen hemen aynı ve hatta emekli diplomatların yayımladığı ortak bildiride Kanal İstanbul/Montrö üzerine daha da ağır bazı ifadeler yer aldığı halde bu iki bildiriyle ilgili kamuoyu nezdinde oluşan bu fark neden?

        Çünkü birinde emekli sivil diplomatlar toplu seslenişte bulunmuştu.

        Diğerinde ise emekli askerler…

        Militarizm geçmişi olan bir ülkede emekli asker kimliği başlığı ile yayımlanmış ortak bir bildirinin antidemokratik çağrışımları ve yansımaları ister istemez gündeme gelir.

        Bunun böyle olacağını kestirememek büyük garabet gerçekten.

        Şahsi görüşüme gelince…

        Bir demokrat olarak askerlerin (emekli ya da muvazzaf) toplu bir şekilde bir gece yarısı siyasi iktidarlara hitaben bir bildiri yayımlamalarını doğru bulmuyorum.

        Ama bu, söz konusu bildiriyi bir darbe tehdidi, çağrısı olarak okuduğum anlamına da gelmez.

        Tek tek, tane tane okudum yazılanları.

        Kimse kusura bakmasın okuduğum o metinde sivil iktidara parmak sallayan, “Ya adam olursunuz ya da gereğini yaparız!” mealinde bir tehdit filan görmedim ben.

        Mesela; "Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye'ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir. Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz" ifadeleri TSK çatısı altında, Deniz Kuvvetleri’nde yıllarca görev yapmış emekli askerlerin Montrö’ye dair taşıdıkları endişeleri ve iyi niyetli uyarılardan ibaret.

        Ancak tabii niyet ne olursa olsun bu çağrışımlara yol açmamaları gerekiyordu emekli amirallerin.

        Neden böyle bir usule, yönteme başvurdular bilmiyorum ama olmadı.

        Kaldı ki başta Cem Gürdeniz, Atilla Kıyat olmak üzere bildiride imzası olan isimlerden bazıları konuyla ilgili endişelerini zaten sık sık dile getiriyorlardı.

        REKLAM

        Özellikle “Mavi Vatan” retoriğinin sahibi olan Gürdeniz.

        Daha yeni, geçen hafta bu konuda kaleme almış olduğu ve bir hayli sert ifadelerin yer aldığı makalesini okumuştum.

        Televizyon kanallarındaki tartışmalarda da hemen hemen tüm emekli askerlerin Montrö konusunda tavrı ortaktı.

        Keşke topluca bir bildiri yayımlamak yerine görüşlerini aynı yöntemle dile getirmeye devam etselerdi.

        Sözün özü…

        Asker kimliği vurgusu öne çıkarılarak yapılan bu tip kategorik bildirilere karşıyım.

        Doğru bir iş olmadı bu iş.

        Yanlış yaptılar ve en önemlisi bu yanlışı yaparak demokratik siyaset ortamının daha da zehirli hale gelmesine yol açtılar.

        Bu arada dün sosyal medyaya ve haber sitelerine, TV ekranlarına biraz bakınınca şunu gördüm…

        Hem bildiriye imza koyan emekli amiraller hem de onlara destek veren muhalifler, iktidar ve çevresinin bildiri karşısında gösterdiği tepkilerden şikayet ediyorlardı.

        Ardı ardına yapılan açıklamalarla iktidar tarafının söz konusu bildiriyi kullanarak seçmen kitleleri nezdinde bir mağduriyet yaratma gayretinde olduğunu öne sürüyorlardı.

        Bu tezlerine katılmamam mümkün değil ama ne bekliyorlardı karşılığında onu da anlayamıyorum.

        Yüzde 100 oluşacak tablo zaten buydu.

        Tersi olması bir sürpriz olurdu.

        Asıl iktidar ve çevrelerinin tamamı emekli asker olan 104 amiralin ortak yayınladığı bu bildiriyi kendi taraftarlarını konsolide etmek için bir fırsat olarak görüp değerlendirmemesi şaşırtıcı olurdu.

        Kusura bakmasın imzacı amiraller ve tabii twitter’da #amiralleronurumuzdur etiketi ile onlara destek verenler…

        Elbette ki onurumuz hepsi.

        Hele hele FETÖ’nün TSK’yı ahtapot gibi sarıp sarmaladığı dönemlerde o alçakların yaptıkları hainlikler dolayısıyla yaşadıkları mağduriyetler ve onlara karşı verdikleri mücadeleler…

        REKLAM

        Asla unutulmaz.

        Hepsi baş tacımız ama…

        Bugün hala çeşitli düzeylerde antidemokratik militarist eğilimlerin varlığının bir sır olmadığı ve bu konuda oldukça travmatik bir geçmişi olan bir ülkede…

        Sen bir bildiri yazıyor ve gecenin bir yarısı da yayına veriyorsan karşılaşacağın manzarayı da tahmin edebilmen lazım…

        Ne bekliyorlardı ki?

        Kalenin tam önündeyken, topu rakibin ayakucuna ellerinle koyduktan sonra gole çevirmemesini falan mı?

        Diğer Yazılar