Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        AB’ye üye ülkelerde geçerli olan Shengen vizesi ile ilgili yaşanan durum malumunuz.

        Enteresan bir durum yaşanıyor gerçekten.

        Ben de bu enteresanlıktan pay alanlardanım.

        Daha önce defalarca giriş çıkış yapmış ve Fransa gibi bir ülkeden 5 yıl süreli vize almış olmama rağmen üstelik.

        Ha… Çok şükür aldım, aldım vizemi ama Almanya’da yaşayan bir arkadaşımın garantör olmasına rağmen istediğim süreyi vermediler.

        Önceki yıllarda böyle bir yöntemi kullanmamıştım.

        Yani AB ülkelerinde yaşayan birinin garantörlük için mektup vermesine…

        İhtiyaç duymamıştım çünkü gerek yoktu.

        Ancak son zamanlarda başvurularda sürekli ret durumu beni bu önlemi almaya yöneltti.

        Ve ben de bunun üzerine Almanya’da yaşayan, resmi makamlarla en ufacık bir sorunu olmayan ve hatta çalıştığı kurum, kazancı nedeniyle yüksek itibarı olan bir arkadaşımdan kefil olmasını rica ettim.

        Sağolsun oldu ama söz konusu davette talep ettiği süre en az 2 yıl olmasına rağmen 6 ay olarak verildi vize.

        Çok şaşırdım ama benden çok şaşıran daha önce garantör olduğu vize taleplerinde kesinlikle böyle bir durum yaşamadığını söyleyen garantörüm oldu.

        Çünkü bir nevi taahhütname yerine geçen bu mektubu veren kişi için sorumluluk çok çok büyük!

        Bu taahhütname, davet ettiği kişinin maddi manevi, A’dan Z’ye ve AB ülkeleri sınırları içerisinde her hareketine, olayına kefil olmak anlamına geliyor.

        O nedenle de iltica etmek ya da kaçak yaşamak, çalışmak gibi bir durum garanti veren açısından çok büyük sıkıntı oluşturuyor.

        Mesela ben bu aldığım vize ile bırakın Almanya’yı falan.

        AB üyesi olan herhangi bir ülkede bir iltica başvurusunda bulunsam…

        Veya kaçak çalışsam ya da kuralları ihlal edecek herhangi bir eyleme kalkışsam.

        Hesabı benden önce bana garantör olan arkadaşımdan sorulacak ve onun için cezası da ağır olacak.

        Özetle ağır bir kefalet verdi arkadaşım ama buna rağmen 2 yılı onaylamadı Almanya.

        Dün gazeteci Ruşen Çakır ve ailesine de Fransa'nın ret verdiğini okudum.

        Fransa'nın İstanbul Başkonsolosluğu bunu yalanlasa da yine de başvurmadan evvel garantör mektubu almamın ne kadar isabetli bir karar olduğunu anlamış oldum.

        Çünkü benim de tamamen ret alma olasılığım varmış demek ki!

        Tabii bu retlerin sayısının fazla olduğu söylentileri üzerine biraz ortalığı kolaçan edeyim ve bu ret furyasının asıl gerekçesini öğreneyim dedim.

        İddiaya göre vize başvurularında adeta bir patlama olmuş son 6 ayda.

        Göç etmek isteyen, okumak isteyen, çalışmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısındaki artış daha önceki yılların 2 katına vurmuş.

        Çok yoğun bir trafik var bu yöndeki müracaatlarda.

        Sadece AB’ye değil. İngiltere, Kanada, Amerika’ya da çok başvuru var.

        Bu arada turist vizesindeki yükseliş de dikkat çekiyor.

        Dolar ve Euro’nun Türk Lirası karşısında bu kadar yüksek olduğu bir dönemde sırf keyfe seyahat için yapılan başvurulardaki artış garip geliyor adamlara…

        Çünkü bu olağanüstü artışa ülkenin mevcut ekonomik ve politik durumunun sebep olduğunu düşünüyorlar.

        Ki, haklılar da…

        O yüzden de başvurular eskiden olmadığı kadar titizlikle ve dikkatle inceleniyor ve başvuru için verilen evraklarda en ufacık bir eksiklik olması ya da yazılan bir cümlede en ufacık bir hata olması halinde de reddi basıyor.

        Ret verme konusunda Almanya başı çekiyor.

        Konsolosluğa yakın bir kaynağım; “Doğruya doğru… Ret verme üzerinde kurulmuş bir atmosfer var şu anda. Öyle yoğun bir başvuru var ki son zamanlarda. Mecburen artık çok dikkatli inceleme yapıyorlar. O yüzden de eskiden hiç mesele edilmeyen önemsiz bir evrakın eksikliği ya da başvuruda hatalı yazılmış bir cümleyi görmek, bulmak için kılı kırk yarıyor inceleme yapanlar. Maalesef durum bu ve sanırım bu durum epeyce bir zaman daha devam edecek gibi görünüyor…”

        Özetle değerli okurlarım…

        Shengen için başvurularınızda hiç olmadığı kadar dikkatli olmanızı tavsiye ederim.

        Evraklarınızda en ufacık bir hata, eksiklik olmamasına gayret edin.

        Ya da bulabiliyorsanız eğer…

        Kendinize AB ülkelerinde yaşayan bir garantör bulun.

        Not: Haberiniz olsun… Yine aynı sebeplerden dolayı Shengen vizesi geçerli olmayan İngiltere’ye de yapılan başvuruların büyük çoğunluğu ret yiyor.

        Vatandaş gerçekten oyalanıyor mu?

        Vatandaş gerçekten oyalanıyor mu?
        0:00 / 0:00

        Önce festivalleri yasakladılar…

        Sonra dünya çapında ünü ile binilen Aynur Doğan gibi sanatçının konserlerini…

        Sonra Melek Mosso ve ona eş değer şarkıcıların.

        En son Gülşen’e taktılar kancayı.

        Aylar evvel sarf ettiği abuk bir ifade üzerinden öyle ultra hukuki bir muamele çektiler ki…

        Dünyanın en prestijli gazetelerinin manşetine taşındı bu durum ve sıradan bir pop sanatçısı imajına sahip Gülşen bir anda Jeanne d’Arc gibi bir kahramana dönüştü.

        Ama demek ki o da kesmedi ve vitesi yükselttiler.

        Bu defa da Profesör Doktor Celal Şengör’ü hedefe oturttular.

        Hocanın aylar önce Fatih Altaylı’nın Teke Tek Bilim adlı programında söylediği sözleri gerekçe gösterip yeni bir polemik süreci başlattılar.

        Ve dün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın suç duyurusu üzerine başlayan soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nda dini değerleri aşağılama iddiasına karşın ifade verdi Celal Şengör.

        Bu noktada bir not düşeceğim.

        Şengör'ün yaptığı bazı çıkışlar beni de irrite ediyor.

        Hatta bir keresinde çok sert eleştirmiştim de.

        Ancak onların hiçbiri bilimle, bilimsellikle alakalı değildi.

        Eften püften konulardı...

        Ancak bu defa durum başka!

        Konu bilimsel ve hoca da bir bilim insanı olarak hep tartışılan bir konuyu gündeme getirmiş ve görüşünü aktarmış bir bilim yayınında.

        Ne var bunda?

        Türkiye’nin yetiştirdiği ve dünyanın en saygın bilim adamlarından biri olduğu tescilli bir bilim insanı tezini paylaşamayacak mı kamuoyuyla?

        Hiç kusura bakmasın Diyanet de... Diyanet'in kuyruğuna takılan hukuk adamları da...

        Bu olmamalıydı!

        Yani bilimin tartışıldığı, konuşulduğu bir programda; "Hz. Musa ve Hz. İbrahim’in yaşadığına dair kanıt yok! Kesin olarak yaşadığı bilinen Hz. Muhammed’dir” tezine açıklık getirsin diye Celal Şengör gibi bir marka şüpheli sıfatı ile İstanbul Adliyesi’ndeki savcılıkta ifade vermeye mecbur bırakılmamalıydı!

        Bu arada asıl ben şunu merak ediyorum.

        Biliyoruz ki, bu olaylar yani festival yasakları, Gülşen, Celal Şengör gündemleri vatandaşın kafası biraz dağılsın falan diye piyasaya sürülüyor...

        Sürülüyor da...

        Ama günün sonunda o vatandaş yine de enflasyon, pahalılık, işsizlik gerçeği ile yüzleşiyor!

        Naçizane kanaatim, artık bu gelip geçici oyalama taktiklerinden bir an evvel vazgeçilmelidir.

        Çünkü esas mesele vatandaşı bu acı yüzleşme işinden tam manasıyla kurtaracak formülün bulunamaması...

        O olmadıktan sonra bin tane festival iptal edilse ne olur?

        Bin tane Gülşen ya da Celal Şengör benzeri vaka bulunup çıkarılsa ne olur?

        Sonuçta vatandaş dönüp dolaşıp tenceresinin kaynayıp kaynamadığına bakıyor!

        Siz o tencereyi kaynatacak formülü vermezseniz eğer istediğiniz kadar gündemi boğmak için saçma sapan tartışmalar, hukuki girişimler başlatın!

        Hiçbiri işe yaramaz!

        Çünkü bu vatandaş her ne olursa olsun bu çektiği ekonomik ızdırabı unutmaz!

        Diğer Yazılar