Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün gece Habertürk TV'de ilginç bir gelişme yaşandı…

        Mehmet Akif Ersoy’un Nedir Ne Değildir programına konuk olan Akşam gazetesi yazarı Dr. Taceddin Kutay'ın, "Bu ülkede vaktinde Başbakan bir medya patronu tarafından pijamayla karşılandı” sözleri üzerine telefonla yayına bağlanan Doğan Grubu kurucusu Aydın Doğan, hakkındaki bu iddialara cevap verdi.

        Yıllardır dillerde olan bu iddianın doğru olmadığını ben biliyordum zaten.

        Bizzat Rahmetli Mesut Yılmaz’dan duymuştum.

        Tesadüf işte…

        İlk kez bir araya geldiğim Mesut Yılmaz’a nereden aklıma geldiyse bu soruyu sormuştum.

        Şöyle; Eski başbakanın olay olan Yüce Divan yargılaması yapılıyordu Ankara’da. Yıl 2006. O dönem Merkez Medya Grubu’na ait Sabah gazetesinde muhabirdim. Yayın yönetmenimiz Fatih Altaylı, ilk röportajın Sabah’tan çıkması için büyük mücadele veriyordu. Ankara ekibi teyakkuzdaydı ama ben de şansımı denemek istemiştim ve Abdülkadir Ağabey'i (Albayrak) arayıp destek istemiştim.

        Kulakları çınlasın; ”Sevilay söz vermiyorum ama elimden geleni yapacağım. Sen git Beykoz Konakları’na kapıda bekle. Gelince seni bir şekilde içeri alırım" demişti. Saatlerce bekledim kapının önünde. Tabii başka muhabir arkadaşlar da vardı ama onlar benim böyle bir kontakt kurduğumdan habersizdi.

        Uzatmayayım…

        Eski başbakan Ankara’dan bir konvoyla evine döndü. Sağ olsun Albayrak da sözünü tutup beni içeri soktu. Ev inanılmaz kalabalıktı. Bir dönem ANAP’ta siyaset yapmış ama Mesut Bey’e manevi olarak yakınlık duyan hemen herkes ordaydı.

        REKLAM

        Berna Hanım, misafirlerin ağırlanması için sağa sola koşuşturuyor, Mesut Bey’in danışmanları sürekli çalan telefonlardan gelen mesajları kendisine iletiyor, Yüce Divan'da yaşananlar yüksek ses tonuyla konuşuluyor falan...

        Tabii herkes TV'lerden aktarılanlara kilitlenmiş ve birbirleri ile konuşur halde olduğu için benim farkımda bile değiller.

        O zamanlar bu kadar bilinen bir tip de değildim.

        Biliniyordum ama az.

        Bu bir şanstı o ortam için zira evin içinde rahat rahat oturmuş ve o sansasyonel Yüce Divan yargılaması sonrası yapılan tartışmaları, konuşmaları falan öylece seyretme imkanı bulmuştum.

        Arada da sağ olsun Berna Hanım’ın misafirlere ikram için masaya getirttiği kurabiyelerden, kanepelerden atıştırıyordum.

        Sonuna doğru hem üniversiteden hocam hem de o dönem Sabah gazetesi yazarı olan Aydın Ayaydın görmüştü ve “Ne işin var senin burada Sevilay?” deyip şoka da girmişti ama iş işten geçmişti artık çünkü istediğimi alamamıştım.

        Aydın Hocam zaten ihbar etmezdi de etseydi ve hatta yaka paça dışarı atsalardı da umrumda olmazdı artık çünkü rahmetli kibarca reddetmişti söyleşi teklifimi.

        Ama tabii bu arada kısa da olsa bire bir görüşmüştük.

        Yanaşmıştım yine sağ olsun Abdülkadir Ağabeyin sayesinde yanına ve geçmiş olsun falan dedikten sonra da bir 10 dakika kadar araya girip çıkan telefonlara, ötekilerin bir şeyler söylemesine rağmen sohbet edebilmiştik.

        İşte o sohbette geçen konulardan biri de Aydın Doğan’ın kendisini pijamalı karşıladığı yönündeki iddialardı.

        Bir sır olmadığı ve yazılması halinde Mesut Bey’in ya da ailesinin özel hayatına, itibarına zarar verecek, sarsacak onu üzecek bir durum olmadığı için şu an yazmakta bir beis görmüyorum.

        Olabilme ihtimali olsaydı zaten asla!

        Mesut Bey o gün sadece bana değil hiç kimseye söyleşi vermek istememişti.

        Kaldı ki bu soru ve cevabı gündemin çok dışında, alakasız ve çok önemsiz bir konuydu.

        REKLAM

        Ha eğer röportajı kabul etseydi mutlaka “pijama” işine dair söylediğini de bir yerlerinde yazardım ama olmadı işte.

        Neyse…

        Dediği aktarayım; ”Külliyen yalan! Bir kere ben Başbakan değildim o dönem. Hükümeti kurmak için görev almıştım. Aydın Bey de bir ameliyat geçirmişti. Evinde dinleniyordu ve geçmiş olsuna gitmiştim. Çıkışta beni uğurlarken çekmişler o fotoğrafı. Ev haliyleydi tabii Aydın Bey ama pijama değildi. Atında kot pantolon vardı. Üzerinde tişört!”

        Sonra da şunu eklemişti…

        “Ha ayrıca başbakan olayım olmayayım. Değil Aydın Doğan, kim olursa olsun beni pijamayla karşılamasına müsaade etmem! Bu beni itibarsızlaştırmak, küçük düşürmek için uydurulmuş koca bir yalan ve ben takmadığım için cevap vermeye bile lüzum görmedim hiç!”

        Özetle dün Habertürk TV’ye bağlanan Aydın Bey doğruları söyledi bu konuda ancak ben şunu anlamadım.

        Birincisi bu hikaye 1997'den beri var.

        Yani 25 yıldır.

        Ve milyonlarca kez gündeme getirildi.

        Yani bu iddianın sahibi Akşam yazarı Taceddin Kutay değil.

        O nedenle anlamadım Aydın Bey’in Kutay’a tepkisindeki aşırılığı…

        İkincisi bir döneme damgasını vurduğu medyasıyla ilgili söyledikleri…

        Tanımasak, bilmesek…

        Aydın Doğan’ın yaptığı konuşmaya göre derdik ki; “Vay be… Adam ne demokratik, objektif ve memleketin huzuruna, kardeşliğine, barışına fayda sağlayan gazete patronluğu yapmış!”

        Oysaki öyle mi?

        Hep diyorum bir daha diyeyim…

        AK Parti gücünü, iktidarını, Aydın Doğan ve medyasının yaptığı operasyonel haberciliğe, gazeteciliğe borçludur.

        Dün gece “411 el kaosa kalktı” manşeti konuşuldu ama ona gelene kadar ne manşetler atıldı Doğan Grubu’na ait medyadan asla unutmuyoruz!

        Mesela Ahmet Kaya…

        REKLAM

        Benim içimde bir yaradır o manşet.

        Çünkü ülkesine, milletine en güzel duygularla bağlı olan ve diyeceklerini de sazıyla, sözüyle söylemekten başka hiçbir uğraşı olmayan Ahmet Kaya, onların manşetleri yüzünden sürgüne mahkum oldu.

        Onların manşetleri onu yalnızlığa, öteki olma duygusuna sürüklediği için o sürgün yıllarında PKK ve yanlılarının arkadaşlığına, desteğine teslim oldu.

        Türkiye onların manşetleri yüzünden kutuplara ayrıldı, birbirine düşman ve nefretle bakan insanlar topluluğuna dönüştü.

        “Yaptığım gazetecilikle gurur duyuyorum” dedi dün Aydın Doğan.

        Gurur duyabilir ama gazetecilik olamaz bu çünkü sahip olduğu medya grubu gazetecilik değil, siyaset mühendisliği yaptı bu ülkede.

        Elindeki basın araçlarını kullanarak bir yandan siyasete, siyasetçilere istediği çeki düzeni verdi…

        Bir yandan da andıçlarla insanların hayatını söndürdü...

        "Muhtar bile olamaz" başlığıyla yaptıkları mühendislik rezaleti hala hafızalarda...

        Bu arada bütün bu kötülüklerine itirazlar yansımasın ve kötücül amaçları ifşa olmasın diye ticari rakiplerine karşı medyasının gücünü kullanarak haysiyet cellatlığına da girişti!

        Ve hepsi Hürriyet'te Doğan Medyası'nda ve Ertuğrul Özkök'ün yayın yönetmenliğinde yapıldı...

        Ve şaka gibi şimdi de sanki bütün bunlar olmamış, yaşanmamış ve unutulmuş gibi bunlardan gurur duyduğunu söylüyor!

        Bunlardan gurur falan duyulmaz Aydın Bey!

        Ve haberiniz olsun ki biz o bütün olanları medya ve demokrasi hafızasına kötü sicillerle kaydettik...

        Unutmadık yani ve unutulmasına da asla müsaade etmeyeceğiz!

        Nokta!

        Diğer Yazılar