Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Galatasaray Meydanı’na güneş gibi doğan bina

        Beyoğlu uzun zamandır yol çalışmaları, inşaatlar ve nargile dumanına boğulmuş sokaklarla anılıyor. Kültür-sanat etkinliklerinin müdavimleri ve hatta yeme-içme meraklıları mecbur kalmadıkça semte uğramıyor. Gözlerimizi umutla oraya çevirense kısa bir süre önce Galatasaray Meydanı’ndaki eski yerinde açılan Yapı Kredi Kültür Sanat Binası oldu. Çukurlar ve tümseklerden atlayarak zar zor ulaştığımız Galatasaray Meydanı’na güneş gibi doğan binayı, son dönemde imza attıkları önemli projelerden tanıdığımız Teğet Mimarlık ortakları Ertuğ Uçar ve Mehmet Kütükçüoğlu ile konuştuk. HT Pazar'dan Aslıhan Lodi'nin haberi...

        REKLAM

        Binanın yeni hali Galatasaray Meydanı ve İstiklal Caddesi ile nasıl bir ilişki kurdu? Görenleri bu kadar çarpan ne olabilir?

        Mehmet Kütükçüoğlu: İnsanların eskiden belki çok da farkına varmadığı meydan hissi oluştu öncelikle. Bina ve meydan birbirini var eden şeylere dönüştü. Birbirlerinden rol çalmadılar, iç içe geçtiler. Binanın İstiklal Caddesi’ne bakan kapıları açılıyor, insanlar portikosuna doluşup atriuma çıkıyorlar. O bölüm ne ısıtılıyor ne soğutuluyor. Şehrin havasını soluyorsunuz. Tam bir ara mekân; binanın mı, sokağın ya da şehrin parçası mı karar veremiyorsunuz. Alışılmış bir bina mantığı değil yani. Kendi içinde de farklı alternatifler sunuyor. Müzeden kitapçı, portiko, cadde; kütüphaneden loca, atrium, meydan gibi arka arkaya birbirinin içinden geçen bir mekân silsilesi...

        Ertuğ Uçar: Bina İstiklal Caddesi’nde çok özel bir noktada. Cadde boyunca zemin katlar öyle hareketli ki, yürürken başını pek kaldırmıyorsun. Kafanı kaldırabilip bir şeyi izleyebileceğin, aynı zamanda Beyoğlu’nayukardan bakarak atmosferini soluyabileceğin neredeyse tek bina.

        REKLAM

        Belki de bu yüzden çok davetkâr. Aslında içeriğine dair çok az şey biliyoruz.

        M.K: Loca adını verdiğimiz salon; konuşma, performans, konser gibi farklı etkinliklere uygun. Akustiği ona göre yapıldı. Alternatif bir şehir meydanı olarak da düşünüldü. Kendinizi yukarıdaki bir meydandan aşağı bakıyor gibi hissedebilirsiniz. Galatasaray Meydanı’nda bir kurtarılmışlık hissi var. Taksim Meydanı öyle değil; çünkü her gelen iktidar oraya kendi izini kazımak istiyor. Aşırı yap-boz yüzünden bir türlü dikiş tutturamıyor. Dünyada var elbette böyle örnekler, devletin aşırı önem verdiği meydanlar maalesef sivilleşemiyor. Galatasaray Meydanı belki kendiliğinden oluştuğu için biraz daha sivil kalabilmiş bir yer. Bu da onu özel kılıyor.

        Akdeniz heykelini Beyoğlu’na taşıma fikri kimden çıktı? Heykeli neden içeri koydunuz?

        E.U: İlk sunumda biz önermiştik. Hatta hemen orada kabul gördü çünkü Akdeniz, onların da kafasını kurcalayan bir meseleydi. Geçmişi de şöyle; heykeltıraş İlhan Koman’a ısmarlanmış, Zincirlikuyu’daki Yapı Kredi Sigorta (o zaman Halk Sigorta) binasının önüne konulmak üzere. Yıllarca Zincirlikuyu’da durdu. İsmi sebebiyle oluşan deniz kıyısı düşüncesi aslında sadece bir çağrışım. Yani herkesin kafasında idealize ettiği gibi deniz kıyısında olmalı gibi bir durumu yok.

        REKLAM

        M.K: Bu bir yorum. Meydanda Çalık’ın heykeli var. Meydana konamıyor. Zaten iki heykelin yan yana durması mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla kendialanımız içinde bir yer düşündük. Tam binanın içi de değil aslında orası. Bir şehir ve geçiş mekânı.

        E.U: İstiklal’e yolu düşen herkes, elbette güvenlikten geçerek, bilet almadan her gün Akdeniz’in dibine kadar gidebilir. Sonuçta kamusal alanda duruyor.

        M.K: Açıkçası heykelin konulabileceği en iyi yer burasıdır gibi bir iddiamız yok. Bu sadece bir yorum, daha sonra başka bir yere de gidebilir. Bazılarının aklına yatmayabilir, bazıları çok beğenebilir. Buna alternatif bir konum bazı açılardan iyi, bazı açılardan kötü olabilir. Mimarlıkta ve sanatta kesin yargılara varmak doğru değil. Tartışma kapanıyor çünkü o zaman.

        ‘İKİ CEPHEDE ÇOK RADİKAL BİR FARK YARATTIK’

        Renovasyon apayrı bir üretim süreci; binanın bulunduğu semt ve meydanla bina özelinde neler göz önünde bulunduruldu?

        E.U: Bu projeye ne renovasyon ne de restorasyon diyebiliriz. Sıfırdan da yapılmadı. Her şey yeni gibi görünse de; kat hizaları, bazı strüktürel parçalar ve yan cepheler üzerinden hem binanın hem de İstiklal Caddesi’nin hafızasını silmeme hedefiyle yola çıktık.

        REKLAM

        M.K: En başında binayı korumak ya da olanı yenilemek gibi bir şart yoktu. Tescilli değil çünkü. Böyle bir mecburiyetin olmamasını fırsata çevirip korumayla dönüştürme arasında durduk. Bunu bir değer yargısına da dönüştürmemeli. Yapılan iş binaya bir güç katacaksa güzel oluyor. Burada iki cephe arasında çok radikal bir fark yarattık. Bir yanda eski cephe, bir yanda da meydana açılan bambaşka yeni bir cephe var.

        Özel kurumların kültürsanat yatırımları her zamanönemliydi ama sanki özellikle AKM’den sonra üstlendikleri misyon daha da ön plana çıktı. Büyük şirketlerle kültür-sanat projeleri yapan bir ekip olarak ne söylersiniz bu konuda?

        E.U: Bu durumun AKM ile bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. Yapı Kredi, Aksanat, Arter, Borusan ya da sonradan SALT’a dönüşen Platform, AKM varken de iyi işler yapıyordu. Bunu ülkenin son 20 senede hızla değişen fiziksel çehresine bağlıyorum. En çok da inşaat lokomotifi yüzünden. İstanbul çeperlere doğru vahşi bir şekilde gelişirken merkezi ilgisizlikten köhne kaldı. Beyoğlu da bunun etkisini derinden yaşadı. Aslında elbette ilk değil; tarih bu gibi örneklerle dolu; zirve yapıyor, sonra dip yapıyor semt. Bir yandan da çok hızlı çehre değiştiriyor. Çünkü zemin katlardaki ticaret potansiyeli çok büyük bir rant yarattığı için, manzara anında değişebiliyor. Önemli olan önemli kurumların Beyoğlu’nu bırakmaması. Sahip oldukları bu müthiş değerli binaları satabilirler ama satmıyorlar. Galeriler, restoranlar, ufak sanat kurumları daha değişken ve dinamik olabilir ama böyle bir kurum gittikten sonra geri dönmesi zor.

        REKLAM

        M.K: Şu da var; sanatı elbette böyle bir kurum var etmeyecek. Gerçek sanat en imkânsız ortamda bile bir şekilde yuvalanıyor ama el ayak çekildiğinde artık o da yuvalanamaz hale geliyor. Kurumun bir çıpa olarak orada durması etrafında yeni bir şeylerin yuvalanması için ortam yaratacak. Bankanın, bu binanın varlığı o anlamda önemli. İnşallah öyle olur ama asıl sanatın içeriğini daha küçük, kurumsal olmayan ya da yarı kurumsal oluşumlar yaratacak. Banka da onları sergileyecek.

        E.U: Büyük kurumlar kâr amacı gütmeden bir tür zarf olarak tutuyor bu binaları. Mesela bienal için ya da başka dönemsel projeler, sergiler için... En önemlisi kâr amacı yok. Kitapçısında da sadece kitap satışı değil, vakit geçirebilme hissiyatı var. Mesajları hafif kayık o anlamda ve bu çok değerli.

        #quato1#center#‘İyi komşularız’#İstanbul’da bienal zamanı. Bu güzel binada İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile komşusunuz. Sanata yakın bir ekip olarak ortak projeleriniz var mı? M.K: Sohbetlerimiz oluyor. Parklar meselesini de onlarla konuştuk. Film Festivali için birlikte mekân baktık. Onları Deniz Müzesi’yle tanıştırdık. Özetle iyi komşularız.#

        ‘İSTİKLAL’DE TİTİZLENMEK NORMAL’

        Mimarlık biraz da iz bırakmak değil mi? Dönem ruhunu geleceğe aktarmak önemli olsa gerek. Bu dönem yenilenme projeleri, kentsel dönüşüm çok baskın. Böyle bir ortamda büyük projeler üretirken endişe taşıyor musunuz?

        REKLAM

        M.K: Toplum mühendisliğine soyunacak türden bir iz bırakma kaygısını çok doğru bulmuyorum. Zamansız olma gibi çabalar kategorize ediyor işi. Yorum yapabilmek önemli. Dayanıklı olması da hoş.

        E.U: Elbette projelerimizi önemli önemsiz diye ayırmıyoruz, ancak iş İstiklal Caddesi’ne bir projeye gelince, biraz daha titizlenmek normal. Bu cadde 150 senedir orada duruyor. Hep “İz bırakacağım” diye düşünürsen bina yapamazsın. Bu binada aslında çok rastlanmayan bir şey var. Bizde bir yapının değeri genellikle tescil edilirse anlaşılıyor. Genellikle belli bir yaşın üzerindekiler değerli bulunuyor. Beyoğlu’nda gördüğünüz heykelli, işlemeli binaların hepsi tescillidir. Yapı Kredi Kültür Sanat Binası ise şu anki koruma haritasına göre “değersiz”. Fakat bu mantıklı değil. 100 yıllık olması gerekmiyor korunması, yenilenmesi için. 1975’te yapılmış ama fena da değil, şuralarından faydalanabiliriz denilebilir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ