Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Sekiz bin yıllık gelenek…

        TÜRK dilinin, sözlükbiliminin en eski araştırmacısı (leksikograf) Kaşgarlı Mahmut’un tespitine bakılırsa kelime kökeni Farsça’ya dayanıyor.

        Divan-ı Lügati’t-Türk’e göre kökeni de Oğuzların “beyrem/bayram” diye telaffuz ettikleri Farsça “bezrem/bezrâm” kelimesine dayanıyor. “Sevinç, eğlence günü” anlamında geliyor.

        Kesin olarak hangi dilden geldiği konusunda yine de farklı görüşler var.

        BAYRAM: YE, İÇ, NEŞEYLE EĞLEN

        Etimolojisi ne olursa olsun, dayandığı tüm kökenlerde kelime aynı anlamı ifade ediyor:

        “Yiyip içme, sevinç, neşeyle konuşup, eğlenme meclisi…”

        Bütün kaynakların buluştuğu bir nokta daha var; bayram milat sonrası edinilmiş bir kavram değil.

        Toplumların yaşamında ortaya çıkan olağanüstü neşeli günlerin hepsinde bayram yapıyor.

        Bugün de “bayram etti…” kelimesini sıklıkla kullanmamızın nedeni de daha iyi anlaşılıyor.

        Diyanet Vakfı’nın (TDV) ansiklopedisine de baktım, orada da benzer bir yaklaşım söz konusu.

        Hatta bugün bir elin parmak sayısı kadar olan, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, Ramazan ve Kurban bayramları, eskiçağda çok daha fazla sayıdaymış.

        ÇATALHÖYÜK’TEKİ BAYRAM TASVİRİ

        Bayramla ilgili verilerin temeli de duvarlara işlenen ve Çatalhöyük’te günümüze kadar ulaşan tasviri sanatlarda görülüyor.

        Çatalhöyük ve Hacılar Höyük kazıları ile tanınan İngiliz Arkeolog James Mellaart’ın ortaya çıkardığı bazı tasvirler de bunun en güzel örnekleri.

        Milattan önce altıncı binyıla ait Çatalhöyük duvar resimlerinde tasvir edilen sahnede, bereketli geçen bir avdan sonra boğa tanrının huzurunda yapılan dansa; bayrama tanıklık ediliyor.

        Benzer görüntüler Sümer, Akad, Urartu, Hitit, Eti, Bergama gibi Anadolu toprakları üzerinde yaşam sürmüş uygarlıkların bayram kutlamalarında da rastlanıyor.

        Her olumlu adımı bayrama dönüştürmüş.

        Gündüzün geceyi yendiği gün olarak kabul ettikleri ve çam ağacının altında gök tanrısı Ülgen’e daha da güçlenmesi için adaklar sundukları bayram da o günden bu yana eksiksiz kutlanıyor.

        Hasat, bağ bozumu, bugün Nevruz olarak kutladığımız bahar bayramı da bunların arasında yer buluyor.

        Tahta çıkma veya büyük zaferler sonrası kutlaması gelenek haline getirilen bayram alışkanlığı da 8 bin yıl öncesinden geliyor.

        Tasvir sanatı da gösteriyor ki hepsinin kutlama ritüeli yeme içme ve dans ve eğlenceye dayanıyor…

        BAYRAMDA TATLI GELENEĞİ

        Bayram günleri tatlı ikramı ise İslamiyet ile Anadolu’ya geliyor.

        Nedeni de Hz. Muhammed’in Ramazan bayramlarında musallaya çıkmadan önce hurma yeme adetinin bir sünnet telakki edilmiş olması…

        Sonrasında un, tereyağı, bal veya hurma ezmesi ile yapılan tatlılar da devreye giriyor.

        Bunlar namaz öncesi ve sonrası ikram ediliyor.

        Osmanlı döneminde bayram kutlamalarına Saray da dahil ediliyor; hanedan mensupları devlet ricali ve halktan seçilmiş temsilcilerin tebriklerini kabul ediyor.

        Bayram kutlamasında büyüğe saygı göstergesi olarak “el öpme” geleneği de bu dönemde yaşama giriyor.

        Bununla birlikte çocuklara, bayramlaşmaya gelen alt sınıftaki kesimlerden çöpçü, bekçi, tulumbacı, davulcuya hediye verme geleneği de yine bu dönemde yerini buluyor.

        MEMURLARIN ZİYARETİNE YASAK

        Osmanlı dönemindeki bayramlaşmada Saray geleneği bir alt düzeydeki bürokratik kurumlara da yansıyor.

        Memurlar amirlerinin evine bayram ziyaretine gidiyor.

        Ancak bu masraflı bayram ziyareti geleneği evine gidilen açısından ekonomik yıkıma yol açmış olacak ki 1845’te yayınlanan kararname ile resmen kaldırılıyor.

        Kararnamede, memurların çalıştıkları yerlerde bayramlaşmaları ve amirlerinin evlerine kesinlikle gitmemeleri hükme bağlanıyor.

        Sarayın önünde davul zurna çalınırken, akşamları fener alayları düzenlenmesi geleneği de bu dönemde yaşama giriyor.

        Batıdan esinlenen birçok kutlama şekli de yine bu dönemde gelenek haline dönüştürülüyor.

        Örneğin, daha öncesinde Ayasofya Camii’nde padişahın bayram namazını kılması sonrası Enderun ağlarının “Aleyke Avnullah (Allahın yardımı üzerine olsun)” diye bağırmaları sonrası mehter takımı eserlerini icra ederken, Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılması sonrasında mehterin yerini orkestra alıyor.

        CEDDİN DEDEDEN, LA TRAVİATA’YA

        Saray müziğinin önemli isimlerinden Donizetti Paşa’nın yönettiği orkestra 1866 tarihinde davetlileri de hayrete düşürecek ustalıkta eserler icra ediyor.

        Sultan Abdulaziz, Kurban Bayramı’na rastlayan 28 Nisan 1866’da Sarayında düzenlediği kabul töreninde Saray Orkestrası devletin ileri gelenleri ve konuk diplomatlar salona girerken sürpriz yapıyor.

        Ünlü besteci Giuseppe Verdi’nin, Alexandre Duma’nın 1848’de yazdığı Kamelyalı Kadın romanını temel alan ve 6 Mart 1953'te Teatro la Fenice’de ilk kez oynanan La Traviata ve Il Travatore operalarından parça çalıyor…

        III. Ahmed döneminde işin içine halkı eğlendiren “maskaralar” da katılıyor; geçit törenleri eğlenceli hale getiriliyor.

        Ancak II. Abdülhamid, XX. Yüzyıl başlarında bayramları daha sade kutlama kuralını getiriyor.

        NEŞENİN DÜŞÜŞÜ

        Cumhuriyet ile birlikte de bayram kutlamaları başlarda batılı tarzda balo kutlamaları, kent meydanlarında konserler ve eğlenceler haline geliyor; fener alayları görsele dönüşüyor…

        Ardı sıra gelen savaşlar, darbeler ve felaketler bayramları adım adım bugünkü haline çeviriyor.

        Ortak kutlamadan, telefon tebriklerine dönerken, uzun tatiller de dinlenceye dönüşüyor.

        Ekonomik sıkıntının getirdiği çikolata, şeker, hediyelik eşya alma yükünden kurtulmak isteyenler için de fırsata dönüşüyor…

        Bayramdan çok, kaç gün tatil olduğu konuşuluyor…

        Bir de bu bayram tatilinde dahi üç günde sayısı 500'e ulaşan yüzlerce trafik kazasıyla anılıyor…

        Umarım bu kez geçmişin acılarını bizlere daha fazla yaşatmaz…

        Nice mutlu, şeker gibi bayramlar dilerim…