Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca "Batı da Doğu da bitti, yeni bir 'biz' inşa edebilirsek insanlığa yeni bir ufuk çizeriz"

        Fatih İstanbul’un temsil ettiği değerlerin envanteri olan bir ilçe. Kentin aseti diyebileceğimiz ne varsa bu ilçede. Büyük ekonomik değer üreten Eminönü bölgesinden tutun, tarihi Kapalıçarşı’dan çıkın. Topkapı Sarayı da burada, Sultanahmet de, Sülaymaniye de... Bizans’ın Yerebatan Sarnıcı da burada, dünyada benzeri olmayan boza gibi bir içeceği üretmiş Vefa da. En kaliteli en rafine okullar da burada dizilerin meşhur ettiği Balat da. Çarşamba burada, Hırkai Şerif burada, ortodoks Fener de burada. Seküleri de var, gelenekseli de tarikatçısı da. Suriyeli, Özbek, Tacik sığınmacı ve göçmenler de burada, dayanışmada da burada. Suç ve kavga da var, huzur ve korumacılık da.

        İşte bu çok önemli ve kırılgan ilçe için CHP, İmamoğlu döneminde ismini duyduğumuz farklı bir aday profilini öne çıkardı. Mahir Polat. 31 Mart’ta Polat şu an Fatih Belediye Başkanı olan ve oldukça sevilen bir profil olan AK Parti’nin adayı Mehmet Ergun Turan ile yarışacak. Ben de ardı ardına her iki isimle yaptığım söyleşleri burada size aktaracağım.

        Mahir Polat mimarlık ve sanat tarihi okumuş, vakıflar ve kültür yönetimi alanında uzmanlaşmış bir isim. Birçok kişi onu İBB Kültür Varlıkları Dairesi Başkanı olarak ve İBB Genel Sekreter Yardımcılığı görevinden tanıyor. "İnanç Masası" yeni bir birim olarak onun koordinatörlüğünde kuruldu. Ama daha önemlisi İstanbul’u sevenler onun Süleymaniye Camii etrafındaki mahallenin başına getirilenlere karşı verdiği mücadeleden tanıyor. Dökmeciler Çarşısı’nı tarih kültür mirasını sanatçı ve tasarımcılarla meczedip 52 dükkanlı bir tarih kültür ve sanat merkezi haline getirmesinden tanıyor. Bugün oldukça itibar edilen "İBB Miras" Polat’ın fikri ve projesiydi. Dünyada büyük ses getiren ve Bellini’ye ait “Fatih” portresi ile “Kanuni Sultan Süleyman” portresi, “Fatih Madalyonu” gibi eserleri İstanbul’a kazandırmayı sağlayan isim olarak biliniyor.

        -CHP’nin Fatih Belediye Başkan adayısınız. Fatih semtinin Peyami Safa’nın Fatih- Harbiye romanında anlattığı ikili ayrımdan da hatırlanacağı gibi özgün bir anlamı var. CHP de daha çok Harbiye’nin partisi gibi malum. Çok çalıştığınızı iddialı olduğunuzu da biliyor, duyuyoruz. Kahvehane, pazar, dükkan, stk heryere gidiyorsunuz. Sizi nasıl karşılıyorlar?

        Şu ana kadar gezmediğimiz ya da kodlayarak ayırdığımız hiçbir yer olmadı gerçekten. Gittiğimiz her yerde gayet insani hayat üzerinden sıcak bir diyalog kurduk. Tabii tek tük öfkeli çıkışlara da denk geldiğimiz oldu. Ama bu öfke bizim kişiliğimizle ilgili değil. Bu da normal vatandaş genel olarak çok yorgun.

        -Şu ana kadar kaç kişiyle görüştünüz Fatih’te?

        Günde hiç değilse belki bir 500 kişiyle görüştüğüm oluyor. 20 binden fazla kişiyle hatta kitle toplantılarını sayarsak 30 binden fazla kişiyle temasımız olmuştur şu ana dek.

        -İslami STK’larla da görüşüyor musunuz?

        Onlara da gittik. Zaten İstanbul büyükşehir günlerimizde İnanç Masası nedeniyle işbirliğimiz var birçoğuyla. Toplumsal ihtiyaçlar bazında birçok kez bir araya geldik. Tabii bu artık bir politik, siyasi çalışma olduğu için farklı bir kulvarda oluyor görüşmeler ama gayet güzel geçiyor Türkiye mihmandarlık kültürünü unutmadı çünkü. .

        -Oy vermeyeceğini bildiğiniz insanların da talepleri oluyor mu?

        Evet. Tavsiyede bulunanlar çok oluyor. Şöyle yaparsanız daha iyi olur şeklinde.

        -Neler öneriliyor?

        Kendinizi ifade etme şekliniz çok pozitif bizimle daha çok temas kurun, sadece seçim dönemi olmasın şeklinde öneriler oluyor. Bence insanlar hangi grupta olurlarsa olsunlar Türkiye'de saygı görmeye ve saygı duymaya hasretler ve insani temelde eğer bu kapılar açıksa ve bu bir siyasi taktik gibi değilse, candan ve samimi bir açıklıksa bunun bir karşılığını hemen görüyoruz. Bence Türkiye toplumu bu açıdan gayet açık bir toplum.

        "BÜYÜK SİYASİ DAVALAR BÜYÜK POLİTİK AYRIMLAR GİBİ GÖRÜNEN ŞEYLERİN KÖKENİNDE TEK BİR ŞEY VAR: GARİBANLIK"

        -Yani sağcısı, solcusu, dindarı, seküleri fark etmeksizin her grubun temel beşeri ihtiyacı saygı görmek mi diyorsunuz?

        Kesinlikle. Türkiye toplumu bence çocukluktan itibaren hakaret gören, ama saygı görmeyen, şiddet altında büyütülmüş ve bir türlü şefkat görmeyen insanların oluşturduğu büyük bir evren. Türkiye'nin en büyük sorunu şefkatsiz büyüme çağı. Siyasi görüşler de böyle şekilleniyor bu toplumda. Benim ait olduğum yer ve benim dışımdaki düşmanlar olarak kodlanıyor. Bana kalırsa insanlar hakikaten samimi bir şefkat gördüğünde bunu çok derin bir şekilde hissediyorlar ve buna hürmet ediyorlar. Aşağı yukarı herkesin aynı kaygıları, aynı dertleri var. İnsanlar bence Türkiye'de toplum karşısında ve devlet karşısında çok eziliyor, ezildiği için de çok şefkat arıyor. Onun içinde her zaman böyle bir kendince derme çatma organizasyonlar kuruyor. Bunlar bazen cemaat yapılanmaları oluyor, bazen siyaset yapılanmaları oluyor.

        -İnsanları birleştiren şeyler siyasi olmaktan ziyade psikolojik mi diyorsunuz?

        Aslında Türkiye'de siyasetten çok bence duygu hakim. İnsanların birbirinden ya da hayattan bekledikleri şeyin o kadar da radikal ve farklı olduğunu düşünmüyorum. Anadolu tarihinin en önemli konusudur bu. Bir yoksul toplumun evladı olarak korunaksız bir yaşam, korunaksız bir gelecek, sürekli bir tedbir alma çabası ve bu tedbir alma çabasında da her zaman küçük zaviyeler inşa etme, küçük destek dünyaları inşa etme ile ömürler geçtiğini biliyorum. Ve bu bizde sözüm ona büyük siyasi hareketlermiş ya da büyük davalarmış gibi ortaya konuluyor ama meselenin özü bu kadar bence. Şefkatli ve insanın korunduğu, insanın gözetildiği bir ülke ve toplum olabilsek bence meselelerimiz bu kadar gergin ve bu kadar şiddetli konuşulmayacak.

        -Sağ, sol, seküler, dindar, milliyetçi liberal gibi politik ayrımların bu ükede hiçbir zaman anlamlı ayrımlar olmadığını mı söylüyorsunuz?

        Bu ayrımlar kendilerini anlamlı gösteriyor ama aslında değil, evet. Bakınbütün politik tartışmaların özüne inin her grup aslında özünde garibanlığı, yoksulluğu, sahipsizliği ve çözümsüzlüğü reddeder ve bunları aşacağını iddia eder. Çünkü aslında kendisinin yaşadığı trajedilerdir bunlar ve bunları büyük iddialarla ortaya koyarak bir başka topluluğu karşısına alır, ötekileştirir ve trajediyi üretmeye devam eder. Günün sonunda şöyle bir tablo çıkar ortaya, her topluluk der ki ben yoksulum, çünkü öteki beni yeterince değerli kılmadı. Ben bana değer verilmediği için yoksulum ya da yoksunum.Anadolu’nun bu tarihi daha yakın zamanlarda Anadolu çocuklarının elleri yavaş yavaş ekmek tutmaya başladıkça saygın işlerde çalışmaya başladıkça değişmeye başladı. O da çok yakın bir tarihte.

        -Bu tarih AK Parti’nin siyasetin merkezine yerleşmesiyle bağdaştırılabilir mi ?

        Ben bunun başlangıcını cumhuriyetin ilk kuşaklarını garibanlıktan kurtaran köy enstitüleri olarak işaretlerim. İlk kuşak öğretmen olanların hepsi gariban çocuklardı ve onlar köydeki diğer garibanlara elini uzattı. Bu politik olarak bazen sağ, bazen sola temas etmiş olabilir ama bence bu toplum daha yeni yeni belini doğrultuyor.Bence motivasyon kaynağımız hep o dip tarifteki garibanlık ve ondan aldığımız haklı mücadele hırsı. Çünkü hep diyoruz ki ‘bana bakın ben garibanlığı bilirim!’ Ama tahlilde bir yanlışlık yapıyoruz hep, bu garibanlığı herkesin yaşadığını fark etmiyoruz. Bazı topluluklara özel olduğunu sanıyoruz.

        -Ama bir taraftan da bizim toplumumuz İngiltere gibi keskin sınıfsal ayrımların olduğu bir yer de değil. Bir kast sistemi yok. Geçişkenlikler var. Yani bazen topluluklar siyasi ya da ekonomik bir gücün peşine takılarak ya da pratik zekayla tırnak içinde sınıf atlayabiliyor. O garibanlık iyileşmiyor mu o zaman?

        Ama o bir çarkı felek. Türkiye de aslında hocam, insanlar büyük ölçüde bir fırsatın ucundan tutup tutamamayla kendilerini tanımlıyorlar. Yani bir fırsat dalgasının ucunda mıydım, değil miydim? Bazı büyük politik hikayeler de aslında böyle güçlendi. O büyük politik hikayeler iktidara geldi, çok parlak insanlar o gemide var mıydım, değil miydim diye baktı olaylara.İkbalci tarih bu topluma kapıkulu olmayı öğretti çünkü. Sarayın içine girdin mi girmedin mi? Bütün toplumsal momentte siyasetlerin yükseliş ve düşüşlerine göre fırsat görenler, kariyer üretenler hep tekil. Dışarda kalan milyonlarca insan için ise hiçbir plan yoktu. Böyle olunca da oldu, biliyor musunuz? Anadolu'nun makus talihi ve geleceği,iyi bir plana, iyi bir programa ve iyi bir çözüme sahip bir masa etrafında hiç konuşulamadı.

        -Anadolu’nun makus talihinden Anadolu’nun kaçınılmaz depresyonuna mı gidiliyor?

        Şu an siyaset bunu üretiyor. Olumluya değil de olumsuza depresyona meyil eden bir toplum var şu an. Çünkü gerçekten düşündüğü, iyi planladığı, iyi kullandığı bir şeyin hayata geçeceğine inanmıyor. 35-50 yaş arası toplumun bütün yükünü sırtlanmış durumda. Karşıtlık politikası üzerine sıkışmış bir siyasetten bahsediyoruz. 3 gün sonra seçim olacak, kim kazanacak, kim kaybedecek? Gençler de hayatta buna sıkıştırıldı. O yüzden sadece sinizm,şikayet ve depresyon kalıyor geriye.Toplum bir türlü gerçekten yeni bir enerjiyle buluşamıyor. Ama Türkiye bence şu an bir değişime ve dönüşme momentinde. Çünkü şikayetin olduğu her yerde bir dönüşüm momenti vardır.Dolayısıyla şu anda görünenlerin ötesine bakmak zorundayız.

        "TÜRKİYE SADECE KENDİ SORUNLARINI DEĞİL İNSANLIĞIN SORUNLARINI DA SIRTLANMIŞ DURUMDA BUGÜN…"

        - Ötesine baktığınızda ne görüyorsunuz?

        Dünyada bir büyük bir medeniyet buhranı var ve Türkiye'de daha derinleşmiş bir buhran var.Kendi iç sorunlarımızla beraber bence insanlığın da sorunlarını sırtlamış bir haldeyiz. Bütün bunlarla beraber ben özgün fikrin Türkiye'den çıkabileceğine inanıyorum. Bence bu medeniyet krizinde de yeni mesele buradan çıkacak. Ne yazık ki bizim düşünmesi gereken toplumun önüne bir şey koyması gerekenlerimiz ya Batı'yı referans gösterdiler, ki şu an bitmiş bir Batı medeniyetinden bahsediyoruzya da Batı'yla beraber işbirliği yapmaktan ötürü çürümüş bir Doğu'yu işaret ettiler. İki çürümüş arasında biz, burada biz olarak kendimize güvenerek bu topraklarda bütün bu anlamsız ayrımların ötesine geçip hayatı beraber yaşayan, beraber paylaşan sevinci acısı çok genetik olarak benzer olan topluluklardaki çocuklar yan yana gelip bu yeni, bizim olan şeyi üretme iddiasını kuşanmak zorundayız. Ama yapamıyoruz bunu. Bu en kötü şey, çünkü biz şu an hakikaten tarihin en parlak dönemlerinde yaşıyor olabiliriz potansiyel olarak. Kötü günlerimiz de olur, bu ayrı bir şey. Ama sadece kendi hikayemize odaklanmamız lazım. Batıdan da doğudan da büyük insanlık hikayelerini toparlamamız oradaki deneyimi almamız ve ona hürmet etmemiz lazım ama en çok kendimize hürmet etmemiz lazım. Çocukluk travmalarını aşmamız lazım.Kendimizi sevmemiz lazım, yanımızdaki arkadaşımız da sevmemiz lazım. Yaptığımız işi sevmemiz lazım.

        Samimiyetle şu işe sarılıp kendi medeniyetimizi toplarken, insanlığa da yeni yollar göstermemiz lazım. Totaliter bir rejimle değil, halka güvenerek yürüdüğümüzde bence çağdaş zamanın en özgün toplum sözleşmesini üretecek toplum biziz. Sadece İstanbul’da bile öyle yaşam kültürleri var ki, ben buna çok güveniyorum.

        -Tam olarak neye güveniyorsunuz?

        Bu medeniyetin güzelliklerine güveniyorum. Mesela Şeyh Galip bu topraklarda yaşadı. Yani ürettiği edebiyat burada. Biz hala bu topraklarda Şeyh Galib’in kim olduğunu çocuklar anlatamıyoruz. Şeyh Galib’i Yaşar Kemal’i tanımazsak nereye yürüyeceğimizi bilemeyiz oysa. Çünkü bizim hayal kurup yürüyeceğimiz evreni oluşturanlar onlar.

        Bunlar bilinmiyor, dönüp de ateş denizin içerisinde mumdan kayıklarla ilerleyip hem ermeyi hem erimeyi bu temanın etkileyiciliğine bakmıyor insanlar. Bir yerlerde bir şeyler sıkışmış. Umut var, potansiyel var ama bir sıkışmışlık da var.

        - Türkiye insanlığın buhranını yüklendi dediniz. Bu da çok doğru. Çatışmalı bir coğrafyanın buhranının sonucu olarak Türkiye bir sığınmacı akınını göğüslemek durumunda kaldı mesela. Ve o dönem-henüz Ümit Özdağ ortaya çıkmamıştı- en ağır eleştiriler ana muhalefet partisi CHP’den geldi. Siz şimdi CHP’nin en çok sığınmacı alan Fatih ilçe belediyesini yönetmek istiyorsunuz. CHP’nin bu konuda bilinen yaklaşımını, Fatih gerçeğini ve medeniyetin yeniden inşası için insanlığa yeni bir söz söyleme hedefinizi nasıl meczediyorsunuz? Burada çok fazla dinamik var ve bazıları birbiriyle çelişiyor gibi.

        Öncelikle olarak şunu söyleyeyim. Bir düşünce evreninde her kişi özgündür, herkesin aynı stereotipleri tekrarlamak zorunda olmadığı bir siyasal zeminden konuşuyorum ben.Ben kendi düşünceme odaklanıyorum. Birincisi bence nasıl bir yarımada da yaşadığımızın, nasıl bir topraktan bahsettiğimizin farkına varalım.Şu an bahsettiğimiz ilçe Fatih aslında payitaht yani İstanbul 2000 yıldır 3 kıtanın önemli bir bölümünün merkezinde yer aldı. Yani Kafkaslar, Balkanlar, Mezopotamya, Kuzey Afrika ve Anadolu'nun kendisi. Bahsettiğim coğrafya klasik olarak insanlık tarihinin neredeyse toplam bütün hikayelerinin evi. Bu bölge 2000 yıldır bu coğrafyaların tamamındaki ekonomi, bilim, teknik, iyi insan, kapasite, fırsat ne varsa topluyor. Bu coğrafyada buraya getiriyor. Şu an oturduğumuz yer var ya şu an ben beraber oturduğumuz yer yan tarafımızda 8000 yıllık bir liman izi var. Yani Yenikapı'dayız. Düşünün buradan deniz yoluyla kara yoluyla 2000 yıldır insanlık tarihinin en güçlü insanları buraya geldi. Şimdi tarihte mesela Nihal Hanım bunu günümüzde neresi diye özetleyebilirsiniz?

        -New York, Londra.

        New York şu en egemen konumda ama aslında sadece 200 yıldır öyle. İstanbul 2.000 yıldır var. Tüm bu coğrafyanın emeğini toplamış, getirmiş bir girişimin olduğu bir yerdeyiz. Ama işte tarihselliği ve birikimi budur diye Neo Osmanlıcılık adı altında biz eskiden temas içinde olduğumuz her yere açılacağız derseniz o bir karikatür olur ve sonucu da böyle olur.Yani yeni Osmanlıcılık tezleri ile öyle istediğiniz coğrafyalara değişik müdahaleler yaparak mümkün olmaz arzuladığınız yükseliş. Odağınızı güçlendirdiğinizde mümkün olur. Yani istanbul güçlü bir çekim alanı haline gelmezse iddia ettiğiniz gibi o medeniyetin merkezi olmazsınız.

        -İstanbul şu anda da bir çekim merkezi ve hatta bugün sorun olan bu.

        Ben şeyi hatırlıyorum. 2000'li yılların başlarında sanat insanları, teknik insanlar İstanbul'da yavaş yavaş gelmeye başlamışlardı, yani bir başka çekim alanı oluşmuştu. Bence o momentin kendisi medeniyet momentidir.Bu biraz kültürde nerede olduğunuzla biraz gündelik yaşamda nerde olduğunuzla, şehrinizin keyifli bir şehir olup olmamasıyla gittiğiniz yerde iyi insan ilişkileri bulup bulmamanızla, güvenli olup olmamasıyla ilgilidir.Bu bileşenler olmalıdır ki, medeniyetin düşüşten yükselişe geçmesi için gereken çekirdek güçlensin.

        -Kaliteli insanlar, rafine çevreler gelmeli diyorsunuz anladım. Fatih’e dönelim. Fatih’ten aday olmayı bu yüzden mi istediniz?

        Fatih’in, tarihi yarımadanın bu potansiyeli dünya medeniyetinde hiçbir yerde yok. Bugün 1500 yaşındaki ayakta bir yapıyı ya da 600 yıllık bir imparatorluğun sembol yapılarını kesintisiz olarak bütün bu izleri aynı anda görebileceğimiz benzer kent yok.Bütün bu duygularla ve düşüncelerle baktığınızda, hepsine çok hürmet ediyorum ama söyleyeyim, yani Bağcılar'ı seçmezdim, Başakşehir'i seçmezdim. Daha İstanbul'un ekonomik açıdan avantajlı ilçelerini de seçmezdim. Çünkü benim için hikaye önemli.Benim için tarihsel değer önemli. Benim için gelecek potansiyel önemli ve bence Fatih İstanbul’un göz bebeği olan bir ilçe.

        -Aynı zamanda çok eski bir semt olmaktan ileri gelen zorlukları var. Sizin gözünüze ilk çarpan mesele nedir Fatih’te?

        4 haneden biri açlık sınırının altında. Sekiz ay önce bu rakam 27 bin 800 haneydi.Yani duygusal saiklerle yüksek yüksek söylenen bazı sözüm ona iddialı siyasi hareketin 30 yıllık karnesi Fatih'tir. 4 haneden biri açlık sınırının altında, toplumun kendi kültürel yerel değerleri ve kasları plansız ve usulsüz bir şekilde göçmenliğe terk edilmiş durumda. Entegre yönetilen bir alan ortada yok. Turizm bölgesi ekonomisinin en güçlü olduğu, Merkez Bankası'na el arabası ile para satılan bir ilçede yoksulluk had safhada, duvarlar yükselmiş durumda.

        BİR SEMTİ İNSANSIZLAŞTIRMAK ÇÖKÜNTÜYE TERKETMEKTİR

        -Duvarlar derken?

        Vatan Caddesi'nden yukarı olan bölgede geleneksel yaşam tarzı olan bir bölge var Vatan Caddesi'nin diğer tarafında kalan Şehremini Fındıkzade tarfı biraz daha sekülerdir bu iki grup da pek birbirine karışmaz. Oysa bunlar aynı toplumun insanları.

        Unkapanı, Atatürk Bulvarı'nın sağ tarafı bugün Eminönü bölgesi dediğiniz yer turizm ticaret bölgesidir ekonomik değer üretilir orada ama yaşam yoktur. Ne gariptir ki Zeyrek'ten girin Fatih Karagümrük’ten çıkın o bölgede ikamet edenler de ekonominin kalbi olan kısma gelmeyi düşünemez. Oysa aradaki mesafe gayet kısadır, dip dibedir buralar.

        Eminönü dediğiniz yerde 33 mahallenin toplam nüfusu Fatih’te bir mahalleye denk. Yani insansız bir bölge. Oysa siz bir bölgeyi burası sadece para kazansın burası yaşam olmasına gerek yok biz parayı burada kazanalım başka yerde yiyelim diye kodladığınızda o alanda çöküntü başlıyor.Nitekim işte Küçük Ayasofya nüfus kaybetti artık çöküntüye gidiyor. Kadırga nüfus kaybetti çöküntüye gidiyor, Küçükpazar da öyle.

        -Sırf gündelik yaşam oradan çekildiği için?

        Gündelik yaşamın olmadığı yer, mukimi olmayan yer sahipsiz yerdir, orada toplumsallaşma olmaz. Sadece ticari ilişkilerle bir yeri semt yapmak mümkün değildir. Çünkü 3 gün sonra o ticari ilişki bozulduğunda oranın aktörü değiştiğinde yerellik dediğimiz şey kaybolduğunda orada semtlilik biter. Küçük pazarda yaşam yok şu an.

        Bunun gibi onlarca mahalle var yani. Topluma mühendis gibi bakınca böyle oluyor. Bizim modern düşüncemizin böyle bir saplantısı var. Toplumu mühendislikle yola getireceğini, bir biçime sokacağını düşünür. Bundan da hiç kimse kurtulamamıştır. Bu meseleye en son aldanan da AK Parti siyaseti oldu.

        -Bu kadar zengin ve hem kültürel hem ekonomik değer üreten bir ilçede bu denli yoksulluk varsa aşılması güç bir eşik var demektir…

        İyi bir yöneticilik, iyi bir planla aşılır. İlk önce politikacılar olarak üzerimizdeki şu vazifeyi yerine getirmemiz gerekiyor ve topluma karşı borcumuzdur. Fatih’te büyük bir potansiyel var. 2024’te artık burada doğan çocuklar semtin kendi iç yoksulluğuna kadersizliğine mahkum olmamalı. Önlerinde duvar olmamalı ve 20 yaşına gelmeden suça teşvik eden bir ortamda yaşamamalılar.

        Neden mi? Burada binlerce otelin olduğu bir yerde turizmin %47 olduğu bir yerde istemeseniz bile direnemeyeceğiniz imkanlar var aslında. Okulu diplomayı da bir yana bırakalım bunlara saplanmayalım, dezavantajlı mahallede bunları başaramayabilir çocuk. Ama zaten burada olan sektörün yaşam alanına bu yoksul çocukları kazandırabiliriz. Mesela turizme hazırlayalım.

        Bugün şöyle bir tablo var: Eminönü bölgesindeki turizm gelirleri ve buradaki ekonomide Fatihli insanlar iş yeri sahibi değil. Yani Fatihliler ne Eminönü'ndeki zenginliği yönetebiliyorlar ne de orada çalışabiliyorlar.Çalışanların hiçbirisi doğru dürüst Fatihli değil.

        FATİHLİLER PSİKOLOJİK REZERVE MARUZ BIRAKILDIKLARI İÇİN YOKSULLUĞU AŞAMIYORLAR

        Yani düşününce siz bahçenizde bir meyve ağacı varsa o meyve ağacının dalındaki meyveyi yersiniz normalde. Fatih'te o bahçeye çıkmanız bile mümkün değil. Psikolojik bir rezerv oluşturulmuş. Mahalleler ve alanlar o kadar bir ayrışmış ki Karagümrük'te yetişen bir çocuğun aklına buradaki otelde bu endüstri içinde bir yerde saygın bir şekilde çalışıp ekmeğini kazanabileceği, toplumda saygın bir pozisyonla yaşayabileceği gelmiyor. Bu sorunu aşması gereken yerel yönetimdir. Siz isterseniz o sektöre yılda 2000- 3000 gencikazandırabilirsiniz. İmkanlarınız var. Çocuklara dil kursu verirsiniz.Çocuklara o alanla ilgili temel hizmet eğitimi verirsiniz. Ben bu çocukları hazılıyorum sen de sahip çıkacaksın dersiniz işletmeye de. Ama bu yapılmıyor maalesef. Bakın düşünün burada. 83.000 işletme var Eminönü bölgesinde. Buradaki çocukların işsizliğini geleceksizliğini çözebilecek kocaman bir evren bu.

        -İşveren Fatihli olmayınca motivasyonu Fatihlilik olmayınca o işvereni siz mahalle dayanışması ya da mahalleyi kalkındırma üzerinden nasıl zorlayabilirsiniz? O zaman bu yöneticinin özel sektöre müdahalesi olmayacak mı? Adam kendi istediğim, güvendiğim, tanıdığım kişi ile çalışmak istiyorum diyecek günün sonunda. Bir yerel yönetici teşebbüs özgürlüğü ile ilgili yasal sınırlara toslamadan bahsettiğiniz şeyi nasıl yapabilir?

        Yapar. Bu işletmeciler Fatih'te oturanlarla çalışamıyor olmaktan şikayetçi. Zaten talep var. Dinlediğinizde otelciler ve o turizm işletmecileri diyor ki,ben personel bulamıyorum zaten. Yakında oturan, ulaşımıyla uğraşmayacak personel istiyor aslında zaten. Bir müdahale ile ekosistem kurulur istenirse.

        Ayrıca diyelim ki sektör buna direnç gösteriyor.Orada ben yerel yönetici olarak şunu söyleyebilirim. Diyelim ki sektör bunu sizin söylediğiniz gibi özgürlük alanında tanımlıyor. Ben de şunu söylerim, bir yerel yönetici semtini yönetirken orada bir toplumsal hedefi sosyolojik hedefi gözettiğinde bunu planladığında bu tür konuları, o işletmecilerle konuşup bir noktaya bağlamak durumundadır. Bir yerel yönetici İstanbul'da bu tür imkanları olan bölgelerde oluşan avantajları ilk önce semtin yararına kullanmalı Nihal Hanım. Yani şunu düşünün ruhsatından işletme noktasına kadar Türkiye'de kusursuz işlemeyen bir evrende herkes kendi tezgahını kusursuzca yönetirken burada para kazanırken bundan bir tek gariban çocukların faydalanamayacak öyle mi? Bu dert etmeyle ilgili bir şey, dert ederseniz onun çözümünü de yaptırımını da yöntemini de bulursunuz.

        "BALAT, ZEYREK, İSTANBUL SURLARI ETRAFINDAKİ MAHALLELERİ TURİZMLE EKONOMİYE DAHİL EDECEĞİZ"

        -Bu benim projem ve Fatih’i parlatır, Fatih’e hak ettiği yere getirir dediğiniz ne var?

        Birçok projeden bahsedebiliriz ama şunu söyleyeyim, Vodina caddesi üzerinde siz biliyorsunuz, Balat'ta insanlar yıllardır orada cafe ve işletme geliştirmeye çalışıyorlar ve semti ayağa kaldırdılar, güzelleştiriyorlar, toparlamaya çalışıyorlar. Ama belediye destek olmuyor bilakis köstek oluyor. Bunu biliyor muyuz? Mesela orada yayalaştırma kararı alınabilir, insanlar arabalara sürtüne sürtüne cafeye gitmek zorunda kalmayabilir. Neden alınmaz yayalaştırma kararı mesela?

        -Neden?

        Çünkü Fatih’te turizm sadece bir yerde yapılsın, başka bir yerde hayata tesir etmesin diye özel bir çaba var.Balat’ın turizm ile ilişkilenmesi istenmiyor nedense. Orada yatırımcıya sürekli set çekiliyor. Sürekli ruhsat işlemleri, sürekli bir ceza sistematiği. Oysa bakın bugün Yedikule’deki tarihi Gazhane binası 52.000 metrekarelik bir yaşam alanı. Biz göreve geldiğimizde satış aşamasındaydı, engelledik. Şimdi restorasyon sürecinde. Biz bunun örneğini Hasanpaşa'da da yaşadık. Hasanpaşa Gazhanesi. Orayı yapınca bir yılda 2 buçuk milyon insan ziyaret etti. Nüfus hareketlilik yaşadı ve şu an etrafındaki evlerin ve semtin değerini ikiye katladı. Siz bir yeri sadece imar hareketliliği ile değerli kılamazsınız. O semtteki potansiyeli asıl değeri işleyip açığa çıkarmanız lazım. Enflasyon ve maliyetler bu noktada iken imarla inşaatla bu iş olmaz. Bakın şu an Nişanca’nın karşısındayız. Şurada yoksulluktan esnaf kırılıyor. Turizm bölgesine kadar ne kadar mesafemiz var? 1 km. 14 milyon turist geliyor oraya ve o turisti oraya sıkıştırıyorsun, Sultanahmet’in daracık alanına. Ve burada esnaf yoksulluk çekiyor.

        "UNESCO DÜNYA MİRASINDA OLAN SURLARA TEK BİR TURİSTİ GÖTÜREMİYORUZ BUGÜN. BU DRAMDIR"

        Bakın istanbul'a gelen turistin kalma gün sayısı 2,3 gün. Yani biz bir semti bir günde gezemiyoruz. İstanbul'a gelen turist 2,3 günde geziyor gidiyor. Niye biliyor musunuz? Sultanahmet bölgesine sıkıştırılmış ucuz turizm ucuz planlama yüzünden. Turizm yönetimini bilmeyen ve bunu planlayamayan bir akıl olduğu için bu böyle. Mesela siz dünyada bir yeri gezmeye getiririz, ilk nereyi gezersiniz? UNESCO Dünya Miras Alanları listesine bakarsınız değil mi? Ben İstanbul'daki 4 tane UNESCO Dünya Miras Alanının durumunu siz anlatayım. Bir kara surları İstanbul'da cinayet, gasp, hapçılık, tecavüz, bütün kripto alanlar burasıdır.

        Kimse surlara gitmez o yüzden. 7.2 km'lik dünya mirasıdır yahu. Buraları rehabilite edip Sultanahmet’e giden turisti surlara çekseniz daha çok gün kalır İstanbul’da, o surlar sayesinde Mevlanakapı, Belgradkapı, Silivrikapı'daki insanların yoksul yaşamları nasıl değişir düşünün.

        -İBB olarak ne yaptınız bu konuda?

        Biz Çin Seddi ile Kara Surlarını kardeş alan tayin etmek için Pekin’deki yerel yönetimle temasa geçtik. 2 kilometresini şimdi restore ettik. 7.2 kilometrenin tamamını açacağız.

        "TÜRKİYE TURİZMİN ANA AKSINDAN ÇIKTI, ÜÇÜNCÜ DÜNYANIN KAÇAMAK ALANINA DÖNÜŞTÜ"

        Aynı şekilde Zeyrek bölgesi olağanüstü potansiyeli olan bir yer. Ama kimse Zeyrek bölgesine turist götürmeyi aklına getirmez. Dördüncüsü Süleymaniye mahalleleri bakın. Tarihi Osmanlı mahalleleri olarak korunmuş ve böyle onaylanmış resmi alanda şu an tek bir yapı kalmadı. 2016-2017’de bir mülkiyet gaspı yaşandı. UNESCO tescil ederken 'emsalsiz Osmanlı mahalle dokusu' tanımıyla tescil etmiş. Çünkü hepsini yok etmişiz, bir burası kalmış. Sonra bu son Osmanlı mahalle dokusu da kalmadı. 2016-2017’de vatandaş uzlaşıya zorlanarak mülkiyetlere el kondu. Beş mahalleye el kondu. Yakıldı yıkıldı, Katarlılara satıldı. Dokuya uygun olmayan projelerine onay verildi. Biz göreve geldiğimizde müdahale ettik sürece. Ama olan olmuştu büyük bir dramdı olan.

        Beşincisi ise şu: Sultanahmet’e giden turist de her gün polis bariyeri görüyor. Her an bomba patlayacak da polis o yüzden orada duygusuna kapılıyor. Ne oldu peki? Türkiye dünya turizminin ana aksından çıktı. Birilerinin hafta sonu eğlencesini geçirmek için kendi toplumlarında yaşayamadıkları hazları yaşamak için geldikleri alana döndük. Türkiye bir turizm yönetimi yapmıyor. Türkiye, üçüncü, dünyanın kaçamak alanına dönmüş durumda.

        Sadece turizmi canlandırıp doğru akslara doğru yönetmeye çalışırsak, dünyada başka benzeri olmayan bir kent olmadığı için, başka bir tarihi yarımada olmadığı her anlamda değer yaratırız. Şu an Türkiye burayı kültürel olarak yönetmiyor, terk etmiş durumda kaderine.

        -Yapmak istediğiniz en temel şey, değeri bilinmeyen kültürel asetleri turizme kazandırarak Fatih’i onarmak ve yoksul mahallelerini turizm gelirinden pay alır hale getirmek. Doğru mu?

        Biri bu. Ama yapmak istediğim en önemli şey Kemal Kılıçdaroğlu'nun topluma açtığı bu helalleşme kavramının karşılığını en iyi şekilde bulabilecek olan Fatih’te farklılıklar arasında ortak bir yaşam kurmayı, insanların birbirine hürmet etmesinisağlamak. Fatih,toplumun bu bütün bariyerlerini aşabilme potansiyeline sahip en önemli ilçe.

        -Fatih dendiğinde içinizi en çok sızlatan şey ne?

        Fatih'in en büyük trajedisi Nihal Hanım... Burada İstanbul'un en iyi okulları var, liseleri var. Fatih'in çocuklar buraları kazanamıyor. Eğitimleri yetersiz geliyor, fakat abileri ablaları onlara ders verse böyle olmaz. Duvarlar olmasa, bu entegrasyon olsa onlar buranın en nitelikli okullarından eğitim almaya başlasalar…

        "İNSANİ BİR DRAM FATİH’İN PEŞKEŞ ÇEKİLMESİYLE SONUÇLANDI, ÇÜNKÜ BU İLÇENİN DEĞERİNİ DERT EDİNMEDİLER"

        - Sığınmacılar konusu da bu kültürü ve tarihi asetleri aşındıran bir olgu mu sizin için, yoksa başka boyutlardan da görüyor musunuz?

        Burası olduğu gibi sit alanı. Koruma altında olan bir bölge ve böyle alanlarda demografi dediğiniz şeyin kendisi de normalde koruma altına olması gerekir. Bırakın göçmeni normal bir esnafın kaybı bile dezavantajdır Nihal Hanım. Modern dünyada böyledir. Yani şurada köşede yüz yıldır olan bir dükkan varsa o bir aktördür. Ama plan yoksa demografi bundan etkilenir.Bakın 2011’de Fatih'in nüfusu 440 bin.Bu nüfus seçim çalışmalarına başlamadan önce 368 bin. Bir ay önce ise 356 bin.

        Yani 10 yılda 100.000 nüfusun kaybedildiği bir ilçede bahsediyoruz ve bu sırada da bizim göçmen sayımızla ilgili resmi açıklamada Fatih’te 36.800 nüfus var deniliyor. 36.800 dendiğinde ne düşünürsünüz?

        -Bir sayım yapıldığını ve bu rakamın bulunduğunu…

        Hayır. Öyle değil işte. Bu 368 binin %10’u. Yani birkaç ay önceki Fatih nüfusunun %10’u bize buradaki göçmen sayısı olarak veriliyor. Hesap makinesi verisi yani. Devletin bu sorunla ilgili ciddiyetsizliğini sırf bu olaydan bile anlayabiliriz. Ayrıca nüfus kayıtları muhtarlardan bile gizleniyor. Muhtarların erişimine açık değil datalar. Kim nerede mukim muhtarlar bunu göremiyor. Sadece burada değil, bütün Türkiye'de biliyorsunuz muhtarlara nüfus verileri kapatıldı. Muhtar kendi mahallesindeki ikametgahı takip edemiyor.

        -Bu artık bir güvenlik sorunudur mu diyorsunuz?

        Hava limanı saldırıları sırasında. 3 saldırganın Horhor'da Sofular mahallesinde yaşadıkları, komşunun sürekli ihbarlarına rağmen muhtarın hiçbir şey yapamadığını yazan haberler çıktı. O saldırganlar Sofular’da yaşıyordu. O üç kişi Türkiye’yi uluslararası alanda bir saldırganlıkla gündeme getiren üç özneye dönüştü. Yani biz bir kere Fatih’te kimin oturduğunu bilmiyoruz. Devlet olarak bir şeyi biliyorsunuz ve muhtardan belediye başkanından saklıyorsanız bu tedirgin edici bir durumdur. Bilmiyor da söylemiyorsanız o da tedirgin edicidir. Vatandaş da bundan dolayı haliyle tedirgin. İkinci konu şu; gündelik yaşamı aksatan boyutlar var. Şimdi mesela Horhor’da 2011’de kiralık ev olarak başladı sonra evler dükkanlar plansız bir şekilde göçmenlere fahiş fiyatlara satıldı. Bir insanlık durumu içinde Fatih dezavantajlı bir gruba fırsat olarak pazarlandı.

        -Peki ne yapabilirdi yönetim?

        Satışlar engellenmeliydi. Çünkü bunun insani trajediyle de bir ilgisi yok. Faydalanma hakkı sağlarsınız, uzun süreli kiralama yöntemi getirirsiniz. Ama İstanbul’un sit alanını satamazsınız.

        -20-30 bin insanla görüştüm dediniz, insanların böyle bir beklentisi var mı? Kim yaşıyor bilmek zorundayım diyen ya da ben güvende hissetmiyorum diyen Fatihli sayısı çok kalabalık mı?

        Çok. Hem de şiddetli. Mesela Hırka-i Şerif’te geçen gün bir vatandaş üst katında kimin oturduğunu bilmemekten yakındı bana.

        -Ensar da mı şikayet ediyor?

        Hiç fark etmeksizin. Politik olarak hiç fark etmiyor. Toplum diyor ki “Ben vicdanlı bir insanım. Ben anlamaya çalışıyorum. Ben destek de verdim ama şu an yaşadığım şeyi tanımlayamıyorum” diyor. Şiddet var artık çünkü. Dün bizim bir arkadaşımızın yaşadığı bir vaka oldu. Onu ziyarete gittim. Yan tarafta çocuk ranzada yatıyor. 5 bıçak darbesiyle yaralanmış bir kavga sırasında, yaralayanın aidiyetini söylemeyeyim. Ama göçmen bir unsurla yaşadığı bir çatışma ve bir kerelik de değil, husumete de dönüşmüş. Tekrar bıçaklanmamak için evden çıkamıyor. Çünkü yaralayan gözaltına da alınmamış. Kriminal alana dönmüş durumda Karagümrük.

        -Ama Karagümrük’te hep olmuyor mu bunlar ? Karagümrük’te şiddet göçmenlerle başladı demek gerçekçi olur mu?

        Türkiye'deki şiddet ve kriminal vaka meselesi sadece göçmene havale edilebilecek bir mesele değil. Ama şu tarafı da var, daha biz nüfus olarak kim olduğunu bile tanımadığımız bu unsur suç işlediğinde takip bile edemiyoruz. Ama toplumun bize ilettiği duygu dünyasını sorduğunuz için söylüyorum, ben kendi verimi söylemiyorum. Toplum diyor ki, ben kapıya çıkmaktan korkuyorum. Ben parka gitmekten korkuyorum. Ben çocuğumu bir yere gönderemiyorum. Ardı sıra 50 tane vaka anlatıyor bununla beraber. Bunu öyle olmadığını, verilerin başka türlü olduğunu söyleyebilecek olan makamlar var. Çıksınlar desinler ki öyle değil.

        -Sizdeki veriler nelerdir?

        Bilmediğim bir nüfus verisine bakarak yorum yapmayı etik bulmam. Ama şunu söyleyeyim mesela Özbek vatandaş şurada mantı satıyor, küçük bir ekonomide ayakta kalmaya çalışıyor, yaşam koşullarını görüyorsunuz, çabasını görüyorsunuz. Ama size görmediğim bir nüfusu söyleyeyim. Tacikistanlılar. Burada oturduğu söylenen, oturuyor görünen ama asla görünmeyen bir Tacikistanlı olgusu varsa bakın bu kaygılandırır beni. Uluslararası terör hareketlerinde Tacikistanlılarla gelip İstanbul'da hesaplaşan mekanizmalar var. Bahsettiğim vakada da, geçenlerde kilise saldırısında da Tacik Türk teröristleri gördük.

        Ben buna benzer onlarca topluluğun İstanbul'da hareket ettiğini, özellikle Fatih'te hareket ettiğini çünkü kayıtların tutulmadığını, özellikle metruklaşma ve nüfus kaybıyla beraber semtin değeri düştüğü için buraya yoğunlaşmanın fırsata dönüştürüldüğünü görüyorum. Özellikle Eminönü bölgesi ve Fatih'teki bazı semtler buna açık hale geldi. 2011’den şu ana kadar 100.000 nüfusun kaybolması, gidenlerin boşluğunu bu unsurların doldurması… Bunlar realite. Bütün insani değerlerimizi bir arada tutalım ama yönetemediğiniz bir yerde hele tanımını ve hikayesini bilmediğimiz bir unsurla karşı karşıyaysak bunu bilmek toplumun hakkı.

        -Toplum size bu yetkiyi verdi diyelim, ilk yapacağınız şey ne olur bu konuyla ilgili?

        Semtin özellikle kimliğini taşıyan yerlerin tekrar onarılarak ayağa kaldırılması, yani bir nasıl yayıla yayıla kötüleştiyse düzelte, düzelte de iyileştirilmesi lazım. Biz Yusuf Paşa'yı Murat Paşa Camii'nin olduğu Yusuf Paşa ki klasik Aksaray meydanından bahsediyoruz, Horhor, Akşemsettin Caddesi'ni, Fatih Camii'nin bahçe kapısına bakan Malta Çarşısı bunları medeniyetimizin bir yaşayan kültür alanı olarak değerlendirmezsek, orada çalışacak esnaftan o hizmeti sürdürecek insana kadar buraları toparlamaz isek, kendi kültürümüzün yaşayan alanları haline getirmezsek bakın Fatih'i toparlayamayız. Fatih Camii'nin giriş kapısındaki Malta Çarşısı bir Türk esnafın bile kalmadığı bir yere gidiyor. Planlamanız yok, yapısal insani hamleleriniz yok, biçimlendirecek hamleleriniz yok, ne olacaktı…Bahsettiğim yerler Malta Çarşısı, Akşemseddin, Horhor, Yusuf Paşa, buralarda göreve başladığımız andan itibaren usulsüz olarak verilmiş tüm ruhsatları iptal edeceğiz. Bu çok net.

        -Usulüyle verilmişse?

        Usule uygunluk varsa, denetimi yapılmışsa, yürüyorsa ona bakacağız, çeki düzen vermeye çalışacağız ama usulsüzse iptal edeceğiz.

        -Gideni tekrar döndürebilecek misiniz? Burada sorun semtin yerlisinin bırakıp gitmesi biraz da. Onarılınca gelecek mi? O tren çoktan kaçmadı mı?

        Kaderine terk edelim diyemeyiz. İyileştire iyileştire gideriz. Emek ve para harcayarak iyileştiririz. Fatih'in semt yaşamı, kültürü bütün hasara rağmen yaşıyor. Dayanışma kültürü yara aldı ama hala yaşıyor. Fatih direniyor.Tanışıklıklarını, sahip çıkma kültürünü bugün Karagümrükte de Dervişali’de de Mevlanakapı’da da görürsünüz. Buna da şükür. Medeniyetinşaat yatırımıyla toparlanmaz, ilk önce yaşam alanlarının toparlanması, güvenli hale getirilmesi kalitenin artırılması ve vizyon getirmek gerekiyor. Entelektüellerin, geleneksel sanat icra edenlerin, fikir insanlarının, tarihi yarımadada yaşaması mesela ne kadar çok şeyi değiştirir. O noktaya getirmek lazım.

        Bu bir planlama konusudur. İşletmelerden başlamak üzere Fatih'i kendi kalitesine, kendi sosyal demografik ortamına geri çevirmek için çalışmaya başlamamız lazım ve bir an önce başlamamız lazım.