Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Arkadaşın ölümü
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        New York’un West Village bölgesinde, Bedford ve Grove sokakların kesiştiği noktada, Little Owl diye küçük bir lokanta var. Bu lokantanın tam önünde bir bu sokak lambası var. Bu sokak lambasının altına insanlar günlerdir çiçek bırakıyor. Little Owl’ın üstünde bir apartman var, bu apartmanın en üst katında ise bir aralar Monica ve Rachel’in daireleri var. Onların bir de Chandler ve Joey diye komşuları var. Ve Chandler artık aramızda yok.

        Elbette gerçekte Chandler diye biri yok; bu apartmanda böyle bir daire de. “Friends” dizisinin hiçbir bölümü “Friends binası” olarak bilinen bu apartmanda çekilmedi. Gerçek olan tek şey binanın dış cephesi, o da New York’tan çok uzakta, Los Angeles’ta bir sette çekilen iç mekan sahnelerinin arasındaki geçiş görüntüsü olarak kullanıldı. Hayatını kaybeden bir oyuncunun anısına canlandırdığı karakterin yaşadığı varsayılan hayali evine çiçek bırakmak epey gerçeküstü. Ama “Friends” dizisini gerçekten arkadaşlarımız saydık.

        X KUŞAĞININ HİKAYESİ

        Her gün ama istisnasız her gün birileri bu binanın önünde fotoğraf çektiriyor. Matthew Perry geçen sene yayımlanan “Friends, Lovers and the Big Terrible Thing” adlı anı kitabında bazen 15 yaşındaki gençlerin kendisini sokakta gördüğünü ve neden bu kadar ‘yaşlı’ olduğunu anlamadıklarını yazıyor. 1994 yılında yayınlanmaya başlayan dizinin kuşaklararası etkisine bir örnek sadece. “X Kuşağı”nın en önemli dizisini bugün Gen. Z de keşfetti.

        Aslında, farklı yıl aralıklarında doğanlara çeşitli isimler verip onları kuşaklara ayırmak Amerikan tarihiyle alakalı. Türkiye’de “baby boomer” kuşağı olmadı, çünkü II. Dünya Savaşı’ndan dönen askerler durmadan çocuk yapmadı. Doğum yılları aşağı yukarı Malcolm X’in öldürüldüğü 1965’le başlayıp Reagan’ın seçildiği 1980’e kadar olanları kapsayan X Kuşağı da yine Amerikan tarihindeki dönüm noktalarıyla ilgili. Kuşak kategorilerinin bu yüzden sadece Amerika için bir anlamı var.

        Ancak X Kuşağı dünyada kültürel sınırların kalkmaya başladığı bir dönemde büyüdü. Bunun bir nedeni Soğuk Savaş sonrası oluşan tek kutuplu dünyada Amerika’nın sadece siyasi değil kültürel tekeli de eline almasıydı. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar, komünist Bükreş de dahil, Michael Jackson hayranıydı örneğin. Filmler, şarkılar gibi televizyon dizileri de monokültürü besleyen en önemli unsurlar arasındaydı.

        “Friends” sadece X Kuşağı’nın izlediği bir dizi değildi, X Kuşağı’nı anlatan ve X Kuşağı’nın oynadığı bir diziydi. Benim kuşağım kendi hayatlarının bir benzerini ilk kez “Friends”de ekranda gördü. Ya da kendi hayatlarını “Friends”e benzetmeye çalıştı. Monokültür farklı coğrafyalardan, Amerika tecrübesiyle hiç alakası olmayan insanların Amerikan hayatlarında kendilerini bulmalarını sağladı.

        90’lı yılların sonunda İstanbul’da artmaya başlayan café kültüründe koca bir kanepe koyma modası vardı; bu mekanların birinin müdavimiydim ve her gün o kanepede otururdum. Eminim başka ülkelerin başka şehirlerinde de insanlar kendi Central Perk’lerini bulmuş ya da yaratmıştır. 2000’lerin ortasından, “Friends” final yaptıktan sonra gezdiğim Berlin veya Stockholm gibi şehirlerde gördüğüm kanepeli café’nin haddi hesabı yoktur herhalde. Bugüne kadar bir tek New York’ta kanepeli bir café görmedim.

        Liseden mezun olduğum yıllarda, en azından benim çevremde, bugünkü kadar olmasa da yine beyin göçü sayılabilecek bir hareketlilik vardı. Türkiye dışarıya daha açıktı, ayrıcalıklı okullardan mezun olanlar için yurtdışında üniversiteye gitmek kolaylaşmıştı. New York da bu duraklardan biriydi ve bazılarımız gerçekten de “Friends” gibi yaşıyordu. Ya da kalanlarımız, televizyondan öğrendiğimizle uzaktaki arkadaşlarımızın böyle yaşadığını varsayıyorduk.

        Oysa “Friends” bile geçekte böyle yaşamıyordu. İki yakın arkadaşın nasıl az kazandıran işlerle o daireyi kiraladıkları dizi tarihinin hala en büyük sırrı; çeşitli açıklamaların hiçbiri ikna edici değil. Dairenin kirasının 2016’da 4 bin 500 dolar ettiğini tahmin ediyor NBC. 2022’de 6 bin 500 dolar öngörenler var. Teras katı, en kıymetli mahalle, 10 bin dolara piyasaya çıksa şaşırmam.

        Önemli değil, “Friends” inanmak istediğimiz bir fanteziydi. Chandler, Monica, Joey, Rachel, Phoebe ve Ross arkadaş olmak istediğimiz insanlardı.

        “Friends”in finalinden birkaç sene sonra, bir gece Pastis’te aniden kafamı yemekten kaldırıp yan masama baktım. O ana kadar görmemiştim, sesinden tanıdım: Yan masada David Schwimmer oturuyordu, masalar birbirine o kadar yakındı ki her bıçak darbesinde dirseklerimiz değecekti adeta. Aynı arkadaş grubunun parçası gibiydik o akşam. Hiç konuşmadım, ama bir ara sanki arkadaşımmış gibi konuşmaya mecbur hissettim. Bu yüzden Matthew Perry’i sokakta görüp şaşıran 15 yaşındaki izleyiciyle 90’larda üniversiteye yeni giden birinin izlemesi aynı değil. Chadler’ın ölümü “bizim için” bir başka acı.

        50’DE ÖLMEYE BAŞLIYORUZ

        X Kuşağı’nın belki de ilk büyük hayal kırıklığı hiçbir zaman 20’li yaşlarımızda Monica’nın teras katı dairesi gibi bir evde oturamayacağımızı fark etmemizdi. Hayat “Friends”deki gibi geçmiyordu bir türlü. Oysa şarkı “Demek kimse sana hayatın böyle olacağını söylemedi,” diye başlıyordu, ama galiba sözlere dikkat etmemeyi tercih emiştik çünkü ne de olsa yanımızda hep birilerinin olacağına inanıyorduk. Arkadaşlarımızın.

        “X Kuşağı” için sık sık “Amerika’nın ihmal edilen ortanca evladı” yorumu yapılır. Anne-babalarımızın aksine yapmak istediğimiz işlerde çalışma ayrıcalığına sahip ilk kuşağız. Ama buna rağmen hep görmezden gelinen, kendimizi sürekli kanıtlamak zorunda bırakılan ve ne işe yaradığı durmadan sorgulanan da bir kuşak olduk.

        Belki de bu görmezden gelme ve kendini sürekli kanıtlama hali X Kuşağı’nın kronik mutsuzluğunun nedeni. Çünkü X Kuşağı’nın tarihi depresyonla yazılıyor. Herkesin mutsuzluğu kendine özgü illaki, ama X Kuşağı’nın sadece kahramanlarına bakarak ortak noktasının hayatla başa çıkamamak, acıyı bir türlü bastıramamak olduğu söylenebilir. 90’lı yılların belki de en önemli kitabının Elizabeth Wurtzel’in “Prozac Toplumu” olması nedensiz değil.

        Matthew Perry onunla arkadaşlık yaptığımız yılların çoğunu hatırlamadığını yazıyor. Geçirdiği bir kazadan sonra ağrı kesicilerle başlayan bağımlılığına gözümüzün önünde tanık olduk. Perry’nin kırmızı çizgisi eroin’miş; kitabında o an’a kadar hayatta kalmasını kendini orada durdurmasına bağlıyor.

        Bir önceki kuşağın overdose’dan hayatını kaybeden Jim Morrison, Jimi Hendrix ya da Janis Joplin gibi idollerinin aksine X Kuşağı’nın kahramanlarının finalinde eroin yok. Ama bol bol reçeteli ilaç, intihar ve çok genç yaşta vuran kronik hastalıklar var.

        X Kuşağı’nın ilk ölümü Elizabeth Wurtzel’di. Geçmişinde uyuşturucu ve anti-depresan tedavileriyle geçen bir hayat vardı, herkesten gizlediği kanserden 52 yaşında öldü. Bu ölüm benim için ölmeye başladığımızın ilk işaretiydi. Bunun tekil bir hadise olmadığını, hepsini birbirine bağlayan motifler olduğunu sonraki ölümlerde görecektik. “90210”nun 52 yaşında bu dünyadan giden yıldızı Luke Perry sadece ölümlü değil, bir de erken ölümlü olduğumuzu gösterdi. Chadwick Boseman’ın ölümüyse 43 yaşında bile kanserden ölebileceğimizi yüzümüze vurdu: Doktor erkeklerde 50’den sonra kolonoskopi yapmaya başladıklarını söylediğinde bu yüzden itiraz ettim ve yaptırmakta ısrarcı oldum. “The Wire”ın unutulmaz “Omar” karakteri Michael K. Williams da 54’te bu dünyadan ayrıldı. Tıpkı Matthew Perry gibi. Henüz 54’ü geçen yok. Bu gidişle galiba hiç yaşlanmayacağız.