Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Elizabeth Wurtzel önceki gün öldü ve büyük ihtimalle kim olduğunu bilmiyorsunuz. Sadece İstanbul’un kültür-sanat çevrelerinde değil, New Yorklu günümüz gençleri arasında bile 52 yaşında ölen bu kadının kim olduğunu hatırlayacak biri bulmak zor olabilir. Oysa, öyle böyle değil, 90’ların ortasında yazın dünyasına fırtına gibi girmiş, hepimizin aklını başından almıştı. Hepimizin dediğim benim kuşağım tabii ki, zira Wurtzel benim de ucundan mensubu olduğum X Kuşağı’nın tam anlamıyla sözcüsüydü. Bunalımları, sözünü esirgemezliği, saldırganlığı, şeffaflığı, hal ve tavırlarıyla.

        Ayşe Arman’ın teşhirciliğiyle Perihan Mağden’in arızalığını ve gözlem yeteneğini birleştirin, üzerine bir de Harvard diploması ekleyin, belki biraz Wurtzel’in robot resmi şekillenebilir.

        1994’te yazdığı “Prozac Toplumu” kitabı birkaç sene içinde İletişim tarafından Türkçe yayımlanmış, o zamanın Pazar eklerinde kitap ve kitaba konu olan ilaç hakkında yazılar çıkmaya başlamıştı.

        New York’ta doğup büyüyen ve 10 yaşından beri kronik depresyonla boğuşan Wurtzel bu kitapla birlikte anı dalgasını başlatmış, “overshare” kelimesi blog’larla birlikte bir kültürün adı olmadan önce herhangi birinin kendi ilginç hayat hikayesinden kitap çıkabileceğini göstermişti.

        “Prozac Nation” onu kısa sürede süperstar yaptı. “Politik yanlış” feminizmi savunan ikinci kitabı “Kaltak” için öyle bir avans aldı ki 20’leri tamamlayan X Kuşağı’nın sevdiği işi yaparak servet de yapabileceğine dair umut oldu. 90’larda daha yeni yeni yazı yazmaya başladığımda arka arkaya okuduğum bu iki kitabı kendi yazı maceramda da ne yapmak istediğime dair bir fikir vermişti.

        GELECEK PLANI OLMADAN YAŞAMAK

        X Kuşağı’nın o ana kadar en büyük ayrıcalığı anne-babalarımızın aksine sevmediğimiz işleri yapmama lüksüne sahip olmaktı. Sadece belli coğrafyalara ait bir lüks de değildi bu; ABD’de de Türkiye’de de sevdiği işi yaparak hayatını kazanmaya adayan, resim çizen, yazı yazan arkadaşlarım oldu. Hiçbirimizin nihai amacı da zengin olmak, servet yapmak değildi. Birkaç lokantaya gitmek, seyahatlere çıkmak, istediğimiz kıyafetleri almak yetti ve hayatta vereceğimiz kararları da faturalara göre değil de kendi keyfimize göre alabilecek bir yön çizebildik.

        Elizabeth Wurtzel de böyle yaşıyordu. Ama hikayesi tam beklediği gibi gitmedi. Daha doğrusu birçok X Kuşağı mensubu gibi hayattan bir beklentisi, bir amacı, hayata dair bir planı da yoktu.

        “Prozac Toplumu” kitabı çıktığında yakaladığı ani şöhreti bol bol eroin ve rastgele seksle kutladığını yazdı yıllar sonraki makalesinde Wurtzel. Kitaplar, dergilerde yazarlık, şöhret, Harvard diplomasından sonra 40 yaşına geldiğindeyse kendisini Yale’in hukuk fakültesinden mezun, yeni bir hayata başlayan bir kadın olarak buldu.

        Bir başınaydı, oturduğu evden olmuş ve bir bodrum katına taşınmak zorunda kalmıştı. Bütün arkadaşlarıyla ilişkisini kesmişti. Ailesi, kocası, eski kocası, hisse senetleri, hazine bonoları, çocukları, üzerine mallar ya da sigorta primleri yoktu. “Kaltak” kitabından kazandığı parayla ilk olarak Birkin çanta almıştı. Ama yatırım yapsa belki de 2008 krizinde tamamını kaybedeceğini düşünüp kendini teselli ediyordu. Hem böylece her şeyi Hermès çantaya tıkıştırıp dolaşmanın keyfinden de mahrum kalacaktı.

        “Geleceği planlamamış halde değilim sadece,” diye yazdı hayatının en kötü yıllarından 2012’yi anlattığı bir makalesinde. “Bugünü bile planlamadım ki.” Bütün bu hayat da saçma ya da doğru kendi tercihlerinin sonucuydu: “İlkelerim olduğundan ya da deli olduğumdan.” Hayattaki tek amacı da taviz vermeden yaşamaktı.

        Onunla hiç tanışmadım ama adeta paralel hayatlar yaşadık.

        Bir yandan banka hesabımdaki kalan birkaç bin dolara, bir yandan da gardırobumdaki tamamı bir ev peşinatına eş değer Rick Owens kıyafetlere bakıyorum. Daha sorumlu kararlar vermek mümkündü elbette, ama ben de Wurtzel gibi 40’larımı tıpkı 20’lerimdeki gibi yaşıyorum ve hala büyüyüp sorumluluk sahibi olacağım bir geleceğin ileride olduğunu düşünüyorum. Ev almadım, yatırım yapmadım, sadece yapmak istediğim işin peşinden koştum gerektiğinde bazen delilikten bazen ilkelerimden ben de köprüler yaktım. Ama epeydir bu yolculuğun daha ne kadar böyle devam edeceğini, hikayenin nasıl sonlanacağını da merak ediyorum.

        İNTİHAR YA DA CİNAYET DEĞİL KANSER

        Bir tanıdığın tanıdığı üzerinden Elizabeth Wurtzel’in artık avukatlık yaptığını duymuştum. Arada sırada bir başka tanıdığın tanıdığının partisinde görünüyordu. Hatta evlenmişti. X Kuşağı’nın o hesapsızlığı 50’li yaşlarına doğru yerini düzene bırakmış, depresyon, uyuşturucu, anti-depresanlarla geçen bir hayat sonunda düzlüğe çıkmışa benziyordu.

        Sonradan kanser olduğu haberi de geldi. Zaten bir süre sonra bütün hayatını yazıya döktüğü gibi kendi kanserini de kaleme aldı, iki göğsünü aldırdığını açıkladı, Aşkenaz Yahudi kadınlara sık sık kontrole gitmeleri gerektiğini tembihledi.

        Ölüm haberini gazeteden okuduğumda gündemde savaş ihtimali, karşılıklı restleşme, dünyanın felakete doğru gitme ihtimali vardı. Yine de bütün felaket senaryolarından daha sarsıcıydı.

        X Kuşağı kendi içinden çıkan Kurt Cobain, River Phoenix, Tupac ya da Heath Ledger gibi pek çok ikonunu kaybetti. Ama Wurtzel’inki içinden romantizm çıkarılacak bir trajedi, bir intihar, overdose ya da sırları hala çözülemeyen bir cinayet değil, nispeten sıradan bir ölüm. Hani X Kuşağı’nın hayatı anne babalarınınkinden farklıydı ya, ölümü ise aynı anne babalarınınki gibi oluyor galiba. Bu açıdan X Kuşağı’nın ilk ölümü de denebilir. Yavaş yavaş gitmeye başladığımızın ilk işareti belki de. Yazdığı kitapla X Kuşağı’na damga vurmuştu; ölümü de bizim de bu yeryüzündeki sınırlı süremizin yavaş yavaş hem de erkenden geldiğini mi simgeliyor acaba?

        Oysa daha yapılacak işlerimiz vardı, dünyayı falan değiştirecektik. Bütün bunlara ne oldu?

        Hikayenin böyle bitmesini istemiyorum, ama böyle bitecek diye de korkuyorum.

        Diğer Yazılar