Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aralarında gazetecilerin de olduğu birçok ünlünün birtakım kimyasal ilaçları sıklıkla kullanmaları, hatta şırıngayla bedenlerine enjekte etmeleri, bazen kullandıklarını gizlemeleri, sonra yakalanıp itiraf etmek zorunda kalmaları bütün dünyada tartışmalı bir konu. Elbette zayıflama iğneleri olarak bilinen GLP-1 ilaçlarından bahsediyorum. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de neredeyse bu iğneleri kullanmayan ünlü / zengin kalmadı. Popüler kültüre bu ilaçlardan birinin adına gönderme yapan “Zayıflama iğnesi suratlı” diye bir ifade bile yerleşti; aniden kilo kaybedip kafası bedenine göre kocaman kalan ve suratı belirgin bir şekilde eriyen insanlar için kullanılıyor.

        Reform geçirmiş pek çok şişman gibi bizde de en son Ata Demirer de zayıflamanın sırrını sağlıklı yaşama, beslenmeye dikkat etmeye ve spora bağladı. Herhangi birini ikna edebildi mi bilmiyorum, ama hemen Demirer’in yüzüne bakıldığında suretine yeni yerleşmiş iğneden erimiş suratını görmemek mümkün değil.

        Onunla bir dönem İstanbul’da bir fizyoterapistin müdavimi olmuştuk. İki şişman, bedenlerimizde taşıdığımız fazlalıklardan dolayı çektiğimiz sıkıntıyı çeşitli hareketler yaparak, yaptırarak ve ağrıyan yerlerimize elektrik verdirerek çözmeye çalışıyorduk. İkimiz de bugünden daha gençtik üstelik ve nasıl kilo vereceğimizi, ne yapmamız gerektiğini biliyorduk. Ama belli ki yapmıyorduk, yapamıyorduk. Bugün bahsettiği zayıflama formülünü o gün de uygulayabilir ve fizyoterapiye ihtiyacı kalmayabilirdi. Ama bugünle o günün farkı GLP-1 ilaçlarının henüz icat edilmemiş olmasıydı.

        ÜNLÜLER VE ZENGİNLER

        Birkaç sene önce pek çok şişmanla aynı anda New York Times gazetesinde mucize bir ilaca dair haber okudum. Klinik deneylerde ‘semaglutide’ olarak bilinen ve diyabet hastalarında kullanılan bir ilacın kilo vermeyi kolaylaştırdığının kanıtlandığını uzun uzun anlatıyordu haber. Kısa sürede gerekli mercilerden onay alıp piyasaya sürülecek olan bu ilaç göbeğe haftalık enjeksiyonlarla kullanılıyor, kullananların yüzde 10-15 oranında zayıflamasını sağlıyordu. İlacı bırakanlar verdikleri kiloları geri aldığından ömür boyu kullanmak zorunluydu.

        Haber bir safsata ya da yalan çıkmadı. Onlarca yıl beklemek de gerekmedi. Hemen ardından Novo Nordisk onay aldı, ilacını piyasaya sürdü ve şişmanlığın tarihe karışacağı bir dönem resmen başladı. Ancak ilk başta hem talep çok, hem fiyatı yüksek, hem de stoklar sınırlıydı. Hatta diyabet hastalarındansa kilo vermek isteyenler talep ettiği, doktorlar da rahatlıkla reçete yazdığı için tedarik zincirinde sıkıntılar oluştu.

        Bazı doktorlar ilacın keyfi olarak kullanılmasına karşı çıktı, diyabetlere öncelik tanıdı. ABD’deki sigortalar da ilacın maliyetini kilo verme amaçlı kullanıldığında karşılamadığı için cepten ödemek gerekti. Bu sayede zayıflama iğneleri rakipleri ayda bin doları bulan fiyat etiketleriyle zenginler ve ünlülerle özdeşti.

        Gözümüzün önünde yavaş yavaş eskiden şişman bildiklerimizin mucizevi bir şekilde incelmeye başladığını gördük. Elon Musk, Sharon Osbourne gibi isimler bu iğneleri kullanarak zayıfladıklarını açık açık anlattılar. Osbourne mide bulantısı gibi korkunç yan etkilerin zayıflama karşılığında katlanılabilir bedeller olduğunu söyledi. Kardashian’lar hiçbir zaman bu iğneleri kullandıklarını itiraf etmediler ama Kim nasıl Marilyn Monroe’nun kıyafetine iki haftada sığabildi?

        Amerikan televizyon tarihinin en büyük sunucusu Oprah Winfrey aynı zamanda Amerikan tarihinin en bilinen zayıflama hikayesidir. 80’lerde gündüz kuşağını yeniden icat ettiğinde yıllarca kilo problemlerini program malzemesi yaptı, Oprah’nın zayıflaması milli mesele oldu. Ancak hiçbir zaman tam olarak zayıflayamadı. Ta ki bu iğneleri kullanana kadar. Şimdi hayatı boyunca arzu ettiği incecik bir bele sahip.

        Bu zayıflama dalgası öylesine yaygınlaştı ki “bedenleriyle barışık” (body positive) akımının öncülerinden eski şişmanlar Lizzo, Meghan Trainor, Amy Schumer gibi ünlüler incelince kilolarıyla barışık yaşamaya dair sözlerini yuttular. Hepsi, aslında hepimizin bildiği bir gerçeği ortaya koydu: Kilolarıyla barışık olmak büyük bir yalandır ve hiçbir şişman şişman olmaktan mutlu değildir. Halbuki tam da böyle bir temayı işleyen bir Netflix dizisi yayına girdiğinde bedenleriyle barışık hareketi boykot çağrısı yapmıştı.

        DÜNYANIN BÜYÜK SORUNU

        ABD için sıklıkla problem yaratıp, sonra o yarattığı problemi çözmek için uğraştığı söylenir. Obezite de yaygın olarak bir Amerikan fenomeni olarak bilinir. Dünyanın en fit insanlarının yaşadığı New York, yemek yemenin adeta suç sayıldığı Los Angeles gibi iki kıyı kenti dışında Amerika gerçekten de bir şişmanlar ülkesi olarak gözükür. Hastalıkla Mücadele Merkezi CDC’nin verilerine göre yetişkinlerde obezite oranı ABD genelinde yüzde 40 civarında.

        Bu yüzde 40’ın hem kendi hayatlarında yapabilecekleri sınırlı, hem de sağlık sistemi üzerinde ağır bir yük oluşturuyorlar. Otomobile bağımlı yaşayan, hemen hiç hareket etmeyen, ultra işlenmiş gıdalarla beslenen bu kesim için kendi kendilerine zayıflamak neredeyse imkansız.

        Ancak obezite çok uzun zamandır sadece bir Amerikan fenomeni değil. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye’de obezite oranı yüzde 30’lara dayanmış durumda. TÜİK bu rakamı yüzde 21’lerde gösteriyor ama aşırı kilolular da katıldığında toplumun yüzde 56’sının kilo problemi olduğu anlaşılıyor. Rakamlara bakıldığında tarihte ilk kez Türkiye’de şişman nüfusu çoğunluğa geçmiş durumda. Zaten tam da bu yüzden yıllardır başta Emine Erdoğan’ın sağlıklı beslenme hamlesi, ardından da Sağlık Bakanlığı’nın obeziteyle mücadele girişimleriyle bu trend değiştirilmeye çalışılıyor.

        Zayıflamanın ilk adımı önce karar vermek, ardından neredeyse insanüstü bir irade. Ancak şişmanların çok iyi bildiği gibi çoğu zaman niyet etmek, hatta çaba harcamak da zayıflamak için yeterli olmayabiliyor. Genetik gibi faktörlerin dışında sebat etmemek, hayat şartları, hatta vakit bulamamak gibi haklı gerekçeler var.

        O hayran olduğumuz bedenlerin hemen her birinin maddi sıkıntısı yok, ya da spor dışında başka bir hayatları, uğraşları yok. Sabah akşam çalışıp ev geçindirmeye çalışan birinin özel bir spor hocasıyla “Creed” rolüne hazırlanan bir Hollywood yıldızı gibi sabah akşam salonda vakit geçirip kalorilerini yılda milyonlarca dolar verdiği özel bir beslenme uzmanına hesaplatmak gibi bir lüksü yok. Zayıflamak çok pahalı ve çok zorlu bir uğraş. İyi gıdaya erişim de zor ve o da pahalı. Öte yandan endüstriyel gıdalara erişim kolay ve maliyeti daha düşük.

        2026 KRİTİK SENE

        Doyma hissi uyandırarak insanın yemesini engelleyen GLP-1 ilaçları Viagra’dan sonra yakın zamanın en büyük tıp devrimi olma yolunda ilerliyor.

        Şişmanlığa karşı genetik fobisi olan, şişmanlara karşı duydukları tiksintiyi gizlemeyen hatta bir şişmana laf etmeden duramayan Fransa’da bile uzun süreli direncin sonunda bu yaz GLP-1 ilaçları yaygınlaşmaya başladı. Aile hakimleri zayıflamak isteyen hastalara bilindik formülleri önerirken yavaş yavaş “Bu ilaçları denemek ister misin?” diye sormaya başladı.

        Komplo teorisyenlerinin düşündüğünün aksine her ilaç firmalar zengin olsun ya da insanlar üzerinde deney yapılsın diye piyasaya sürülmüyor. Penicillin’in icadı nasıl eskiden can alan frengi, zatürree, belsoğukluğu gibi hastalıkları tedavi edip tarihin akışını değiştirdiyse GLP-1 ilaçları da yaygınlaştığında pek çok sorunun kökenindeki şişmanlık sorununu yok edebilecek potansiyelde gözüküyor. Tabii ki doktor kontrolünde kullanıldığında ve yan etkileri tam olarak kamuoyuyla paylaşıldığında.

        2026 bu tıbbi devrim için çok kritik bir sene. Beyaz Saray’da bu iğnelere “şişman ilacı” diyen ve fiyatları düşürmekte kararlı olduğunu söyleyen bir başkan var. Donald Trump’ın kendisi de epey şişman, asla kabul etmese de. Bu iğneleri kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz ama çok yakınında birilerinin “şişman ilacı” aldığını söyledi. O kişi Elon Musk mı? Belki de.

        Öyle ya da böyle, Trump bu ilaçların fiyatını düşürmek ve GLP-1’a erişimi demokratikleştirmek için bir dolu girişimde bulunuyor. İlaç firmalarıyla yaptığı görüşmede fiyatları düşürmekten bahsederken Novo Nordisk’in CEO’sunun düşüp bayılması trajik olduğu kadar ironikti de.

        Bu iğneler dünyanın pek çok yerinde ABD’dekinden daha uygun fiyata satılıyor. Ancak bu ilaçların yaygınlaşmanın önündeki tek engel maliyeti değil; ilaçların minicik de olsa iğneyle enjekte ediliyor olması pek çok kişiyi ürkütüyor.

        2026’da Novo Nordisk, Eli Lilly gibi ilaç firmaları GLP-1 ilaçları hap olarak piyasaya vermeye hazırlanıyor. Eli Lilly’nin CEO’su bu hapların ABD satış fiyatı 150 dolara inerse ileride firmaların bu gibi ilaçları icat etmek için motivasyonlarının olmayacağını açık açık söylüyor. Ancak Trump yönetimi özellikle hapların ucuz satılması konusunda kararlı.

        The Economist’in dikkat çektiği gibi 2026 ayrıca aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok ülkede bu ilaçların patent süresinin dolacağı yıl. Bu ilaçların markasız üretiminin başka firmalar tarafından da yapılacağı, dolayısıyla hem seçeneklerin çoğalacağı hem de fiyatların düşeceği anlamına geliyor.

        Fiyatlar düşse, iğne yerine hap şeklinde alınsa da tıp dünyasının GLP-1 ilaçlarının kullanımına dair üzerinde durduğu en önemli konu bütün işi ilaca bırakmamak. Sadece ilaç almak yeterli değil, düzenli spor ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi şart. Herhangi bir tavize yer vermeyecek şekilde. Düzenli spor yapıp beslenme alışkanlıklarını değiştirince insan zaten zayıflıyor, denebilir. Ama öyle olmuyor işte, bu yüzden de uzun yıllardır milyarlarca dolarlık bir zayıflama sektörü oluşmuş durumda.

        ŞİŞMANLIKTAN SONRAKİ HAYAT

        Aslında yıllardır üzerinde çalışılsa da piyasaya sürüleli henüz birkaç sene olduğu için GLP-1 ilaçlarının bedenlerimiz üzerindeki uzun vadeli etkilerini şimdilik bilmiyoruz. Uzmanlar yan etkilerinin faydalarına kıyasla çok sınırlı olduğunu söylüyor, genellikle konuştuğum doktorların çoğu da bu ilaçlardan yana. Bilim dünyasının bu konuda daha açık, daha şeffaf olması şart. Biz sıradan insanlar ancak onların işaret ettiği doğrultuda hareket edebiliriz.

        Bu ilaçların bir de toplumsal yan etkileri var ve insanlar zayıflamaya başladıkça, şişman nüfusu azaldıkça değişimi daha de net göreceğiz. New York Magazine bu ilaçların doğurduğu yeni hayat tarzı için “Yemekten sonraki hayat” başlığını atmıştı. Şimdiden birçok lokanta porsiyonlarını bu ilaçları kullananlara göre yeniden düzenliyor; bir çanak patates kızartması yerine beş tane kibrit şeklinde patates sunuluyor mesela.

        Eğer insanlar eskisi kadar acıkmayacaksa, dışarıda yemek yemeyecekler demektir. Bu değişim hem koskoca bir yeme-içme sektörünü vuracağı gibi aynı zamanda sosyalleşmememiz ve hayatın devamlılığı, iletişim için elzem olan “üçüncü mekan” ihtiyacını da ortadan kaldıracak. Sonuçta lokantalara her zaman, hatta çoğu zaman, sadece yemek için gidilmiyor.

        GLP-1 ilaçlarını belli bağımlılıklar konusunda da etkileri araştırılıyor. Alkol kullanımını azalttığı, hatta isteği bile öldürdüğü en yaygın sonuç. Ama hiç beklenmedik başka etkileri de olabiliyor.

        Mesela, alışveriş arzusunu öldürebiliyor. Halbuki zayıflamanın en büyük ödüllerinden biri insanın gardırobunu yenilemesi, başkaları için yapıldığını düşündüğü kıyafetlere birden kendisinin de sığabildiğini görmesidir. Dünyanın en başarılı zayıflama projelerinden Karl Lagerfeld kilo verme motivasyonunu Hedi Slimane’ın Dior için tasarladığı dar kesim kıyafetlere sığmak olduğunu açıklamıştı. Epey satan zayıflama kitabında Lagerfeld’in bu uğurda işkence çektiğini görüyoruz, ama bir zayıfladı ve pir zayıfladı. Bugün hayatta olsa bu ilaçların en bilindik kullanıcısı olurdu kuşkusuz. (Slimane şu anda işsiz gerçi.)

        EVLİLİKLER ÇATIRDIYOR

        Bu sene GLP-1 ilaçlarının kullanımıyla ilgili okuduğum en çarpıcı haber New York Times’ın bulup konuşmaya razı ettiği bir çifte dairdi. Lisenin şişman kızı ve sporcu erkeği yıllar sonra, ikisinin de başarısız ilk evliliklerinden sonra, karşılaşıyorlar ve birlikte olmaya karar veriyorlar. Meğer lisede bile kızda erkeğin gözü varmış, ama kız kendi bedeniyle barışık olmadığı için “Bana bakmaz,” diye hiç ilgilenmemiş, aklından bile geçmemiş. Yıllar sonra başarılı ama şişman bir iş kadınıyken evleniyorlar.

        Aslında ilgi alanları farklı. Erkek maç izlemeyi, arkadaşlarının evine gitmeyi, dışarıda vakit geçirmeyi seviyor. Kadın, bir kere çok yoğun çalıştığından erken yatmak istiyor. Dışarıda çok fazla vakit geçirmektense yatakta sessizce kitap okumak istiyor. Hayat tarzları birbirine zıt ama kadın evlilikleri boyunca erkeğe uyum sağlamak zorunda hissediyor kendisini. Her şeye “evet” diyor. Maç izliyorlar, arkadaşlarla gece geç saatlere kadar takılıyorlar, lokantalara ve barlara gidiyorlar…

        Ta ki bir gün o iğneyi bedenine vurup zayıflamaya başladığında…

        Kısa süre sonra hayır demeye başlıyor. Barlara daha az gitmeye başlıyorlar, arkadaş evlerinden erken ayrılıyorlar. Yeni bedeniyle özgüven sahibi olduğunu gizlemeyen kadın artık herkesi memnun etmek zorunda olmadığını fark ediyor, kendisinin hayır demeye hak kazandığını düşünüyor. Ve aralarında kaçınılmaz bir gerilim başlıyor.

        Adam eski hayatını, eski karısını, bir de eski karısının eski bedenini, kalçalarını, karnını, göğsünü özlediğini açık açık söylüyor. Aralarındaki ilişki de zayıflama iğnesi yüzünden darbe görüyor, birbirleriyle temasları azalıyor. New York Times bu çiftle evlilikleri çatırdamak üzereyken buluştuğunda bir terapistle sorunlarını çözmek için çalışıyorlardı.

        ŞİŞMAN AMA MUTLU

        Bu belki tek bir örnek ama GLP-1 sonrası hayatın öngörülemez sonuçları açısından hem ilgi çekici hem de dehşet verici.

        “Paran var derdin var,” ya da “Bir zamanlar fakirdir ama mutluyduk,” sık sık dalga geçilen klişe laflardır ama aslında bu cümlelerde haklılık payı vardır. Çoğu zengin parasının tadını çıkarmaktansa o parayı nasıl saklayacağını, nasıl en az vergiyi vereceğini, nasıl parayı eritmeden çoğaltacağına kafa yorar mesela. Dışarıdan bol parayla huzur içinde yaşadığı varsayılan birinin aslında parası olmayanın anlamayacağı kadar çok derdi vardır. Bunu piyango kazanan ya da star’lık seviyesine ulaşmış futbolcular da iyi bilir; bir kere birden çevrelerinde kendinden bir şeyler bekleyen geçmişten karakterler belirir.

        Benzer şekilde zayıf olmak da dışarıdan özenilen bir şeydir. Ve şimdi, tarihte ilk kez, hemen hepimizin şişman olmama seçeneğimiz varmış ve her zamankinden daha kolaymış gibi gözüküyor. Ama ya bir gün “Şişmandık ama mutluyduk,”demek zorunda kalırsak?