Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Mısır için gerçekçi bir politika

        HABERTURK.COM

        Mısır'da sular durulmuyor. Bu durum şüphesiz sadece Mısır'ı değil, tüm dünyayı ilgilendiriyor.

        Ülkeler, ileriki süreçte Mısır olayları karşısında aldıkları tavırlar nedeniyle alkışlanacak ya da suçlanacaklar. Dolayısıyla bu süreçten ders almak, kaçınılmaz.

        Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephen M. Walt, Foreign Policy adlı derginin yeni sayısında ABD'nin ve Barack Obama'nın Mısır'da yaşananlardan çıkarmaları gereken dersleri sıraladı.

        Walt, yazısında şöyle diyordu:

        "Özetle Mısır'daki kriz, on yıllardır Ortadoğu'da varlığını sürdürmeye çabalayan Washington'un Pax Americana'nın temel prensiplerini yeniden düşünmesi için bir fırsattır. Bu düzenlemenin üç sac ayağı var.

        1.İsrail'e kayıtsız şartsız destek.

        2.Filisinliler'in haklarını reddetmek ya da önemsememek

        3.Meşruiyetleri her zaman muğlak olan çeşitli “Batı yanlısı” liderleri desteklemek ya da onlarla birlikte hareket etmek."

        REALİST YAKLAŞIMIN DAYATTIKLARI...

        Walt ayrıca Mısır'daki yenilenme sürecini modern Türkiye'nin doğuşuna benzetiyor: "Daha çok modern Türkiye'ye benzeyen bir Mısır'ın doğum sancılarına şahitlik edebiliriz: Ne düşmanca davranan ne de itaatkâr ve büyük ölçüde kendi rotasında gitmeye çabalayan bir Mısır."

        İşte, Stephen M. Walt'ın "Mısır için gerçekçi bir politika" başlıklı yazısının tamamı...

        Neredeyse herkes gibi, bence buna Hüsnü Mübarek de dahil, Mısır'daki ayaklanmanın hızı, ölçeği ve yoğunluğu karşısında şaşakaldım. Ben bu satırları yazarken, Mübarek'in iktidarda kalıp kalmayacağı kesinleşmiş değil. Mübarek iktidarı bıraktığında bu değişimlerin geniş kapsamlı olup olmayacağını da bilmiyoruz. Hepimiz olayların ne noktaya varacağı ya da gelecekte ne gibi sonuçlar doğabileceğine dair gelecek tahminlerimizde ihtiyatlı olmalıyız.

        Koyduğum şerhe rağmen, bu olayların ABD için ne anlama geldiğine dair gerçekçi bir yorum sunmak istiyorum, bu analizden yola çıkarak da basit bir reçete sunmak istiyorum. Bu bazılarınıza şaşırtıcı gelebilir fakat ben gerçekçi düşüncenin, ABD'nin Mübarek'i iktidarı bırakmaya teşvik etmesini ve Mısır'da demokratik bir devletin kurulmasını açıkça desteklemeyi dayattığını düşünüyorum.

        Realistler genellikle, demokrasi ve insan haklarına ilgisiz, sadece güç paylaşımı ve dar tanımıyla ulusal çıkarlarla ilgili gibi gösterilirler. Realistlerin uluslararası politikaları şekillendiren en önemli faktör olarak güç hesaplamalarını görme eğilimi ve genellikle etik eğilimlerle stratejik çıkarları acımasızca takas etme çabası içinde oldukları doğrudur. Yine de insan hakları da dahil, bir ülkenin iç etmenleri realistler için yararlı olabilir, özellikle de söz konusu olan bir ülke ile müttefiklik ise.

        "SUÇ ORTAĞI OLMAYIN"

        Kendi güvenliklerini en üst seviyeye çıkarmak için devletler güçlü, istikrarlı ve kendilerine büyük stratejik sorunlar çıkarmayacak müttefikler isterler (Örneğin, diğerleri ile fayda getirmeyen mücadeleler içine girmek gibi.) Diğer faktörler sabit kalmak koşuluyla, devletler müttefiklerinin iç istikrarı konusunda kaygı duymak zorunda kalmadıklarında ve müttefik hükümet kendi toplumundan ciddi destek alırsa daha iyi durumda olurlar. İçerde bölünen, hükümeti yozlaşmış veya meşruluğunu kaybetmiş ya da diğer ülkelerin pek çoğu tarafından hoşlanılmayan bir müttefik, fiilen (aslında) toplumu birlik içinde olan, hükümeti meşru ve uluslararası destek alan bir hükümetten daha değersizdir. Bu yüzden katmerli realist biri bile ne içerde kırılgan ne de uluslar arası toplumdan dışlanmış bir müttefik tercih eder, bazen elde ne varsa onunla çalışmak zorunda olduğunu kabul eder.

        Bundan dolayı, nesnel düşünen bir realist Mısır'daki geniş kapsamlı siyasi reformları desteklemeli. Mübarek iktidara sıkı sıkıya tutunmayı becerse de, rejimine ciddi şekilde gölge düştü. Eğer toplumsal hareketi bastırmak için yoğun güç kullanırsa, bu daha da büyük bir hasara yol açacak. Mübarek 83 yaşında, muhalefeti bastırmada başarılı olsa da onun (ya da onun ülke içindeki müttefiklerinin) bu durumdan kazanç sağlamak için çok fazla zamanı olmayacak. Eğer ABD onu iktidarda tutan suç ortağı olarak görülürse, Araplar'ın kızgınlığı artacak ve bizim demokrasi ve insan hakları hakkındaki soylu söylemimiz ikiyüzlülük (takiyye) gibi görülecek.

        "MISIR ARTIK ETKİLİ DEĞİL"

        Aslında, ABD kendi etik görüşleri ve stratejik gereklilikler arasında açık bir takas yapmakla karşı karşıya olmadığı için bu şanslı dönemlerden biri. Mısır, Suudi Arabistan gibi büyük bir petrol üreticisi ülke değil, bu yüzden Kahire'deki bir rejim, Ortadoğu petrolünün dünya pazarına akışını sürdürmesini sağlamaya yönelik hayati çıkarımızı tehlikeye atmayacak. Kendi başına değerlendirildiğinde, aslında Mısır kritik bir stratejik ortak değil. Evet, oradaki askeri üsler bölgeye müdahele ettiğimizde faydalı geçiş noktaları olabiliyor, fakat ABD'nin başka seçenekleri var ve askeri müdahale hiçbir şekilde arzulamamamız gereken bir seçenek (Irak'ı hatırlayın).

        Mısır eskiden olduğu gibi Arap dünyasında etkili değil, bunun nedeni kısmen Mübarek dönemini tanımlayan sosyal ve ekonomik durgunluk ve devam etmekte olan ihtilaflara yönelik son zamanlarda sergilediği çabaların başarısız olması. Aynı zamanda, Mübarek gibi diktatörlere ABD'nin destek vermesi, El Kaide'nin ABD'yi hedef almasında temel nedenlerden biri (asker çağırma, İsrail'e kayıtsız destek ve Körfez'deki askeri varlığımızın da rolü var). Bu aynı zamanda birçok Arap'ın ABD'ye olumsuz bir bakış açısına sahip olmasının temel nedenlerinden biri. Açıkçası ABD'nin Mısır ile ittifakı stratejik bir engele dönüştü.

        "DİPLOMATİK KİREÇLENME ÇÖZÜLECEK"

        Bazı yorumcuların vurguladığı üzere, ABD'nin Mübarek'e yıllardır destek çıkmasının asıl nedeni, Mısır - İsrail barış anlaşmasını korumak ve daha düşük bir oranda da, Mübarek'in ABD'nin Hamas ve İran'a karşı duyduğu kaygıları paylaşması. Diğer bir ifadeyle, bizim Mübareke desteğimiz doğrudan İsrail ile olan “özel ilişkiyle” ilintili ve söz edilen “stratejik çıkar” büyük ölçüde ABD'nin her ne pahasına olsun İsrail'e destek vaadinden türetildi. Bizim gibi bu “özel ilişkinin” hem ABD ve hem de İsrail'e yarar getirmediğini düşünenler için, bu yüzden, Mısır'da bir hükümet değişikliği endişe verici bir şey değil.

        Doğrusu, Kahire'deki bir değişim İsrail'in çıkarlarını önemli ölçüde tehdit etmeyebilir ve belki bölgede kireçlenmiş diplomatik halin çözülmesine dahi yardım edebilir. Mübarek sonrası hükümetin Mısır - İsrail barış anlaşmasını fesh etmesi mümkün değil, çünkü böylesi bir hareket anında onu ABD ve Avrupa ile kavgalı bir hale sokar ve Kahire'ye elle tutulur pek kazanç sağlamaz. Sıradan Mısırlılar Filistinliler'e karşı güçlü sempati besliyor olsalar da, sokaklarda yürüyen insanların öncelikli ilgisi iç meseleler, dış politika değil. Yeni hükümet mevcut ABD yardım paketini kaybetmeye mal olacak herhangi bir adımı atmakta uzun uzadıya düşünecektir ve Mısır ordusu Washington'dan aldığı desteği tehlikeye atacak her türlü faaliyete karşı çıkacaktır. Anlaşmanın yürürlükten kalktığı en kötü senaryoda bile, bu İsrail'e hayati bir tehdit oluşturmayacaktır. Neden? Çünkü Mısır ordusu İsrail ordusunun dengi değil ve Kahire'nin askeri kudreti ABD ordusunun yardımı kesildiğinde zayıflayacaktır.

        "MODERN TÜRKİYE GİBİ..."

        Elbette, eğer Mısır hükümeti halkına karşı daha duyarlı olursa, İsrail'in Filistinliler'e tutumuna ve bağımsız iki devletli bir çözümün reddedilmesine karşı daha eleştirel yaklaşacağını bekleyebiliriz. Gazze'ye zarar veren insafsız kuşatma gibi ABD destekli politikalar ile birlikte hareket etmekte daha isteksiz olacaktır ayrıca. Diğer bir deyişle, daha çok modern Türkiye'ye benzeyen bir Mısır'ın doğum sancılarına şahitlik edebiliriz: Ne düşmanca davranan ne de itaatkâr ve büyük ölçüde kendi rotasında gitmeye çabalayan bir Mısır. Ve bu kesinlikle İsrail'in ihtiyaç duyduğu, kendi uzun süreli güvenliğinin sadece askeri güç ya da bölgesel kontrole dayanmadığını fark etmesine yardımcı olacak bir çeşit kalk borusu olabilir. Nihayetinde, İsrail'in güvenliği komşuları tarafından kabul görmesine dayanmalı ve bunu yapmanın tek yolu da Filistin'de iki devletli çözümden geçiyor.

        Elbette, bu tip bir görünüş, ABD'nin Ortadoğu politikasının geçtiğimiz birkaç on yılın politikası olduğunu düşünen herkes için kesinlikle endişe verici. Irak fiyaskosu, Lübnan'da süregiden uzatmalı karışıklık, İran'ın artan etkisi, Oslo barış sürecinin başarısızlığı ve genellikle hatalı oldukları halde asla görevden alınmayan ABD Ortadoğu siyaset yapıcılarının başarısızlığı düşünüldüğünde, hâlâ böyle düşünen insanların sayısı hızla azalmalı. ABD politikasının hasımlarımız dışında herkes için kötü olduğunu düşünen bizler için Kahire'deki kargaşa bir tehdit değil bilâkis bir fırsat.

        YENİDEN DÜŞÜNÜN!

        Özetle, Mısır'daki kriz on yıllardır Ortadoğu'da varlığını sürdürmeye çabalayan Washington'un Pax Americana'nın temel prensiplerini yeniden düşünmesi için bir fırsat. Bu düzenlemenin üç sac ayağı var.

        1. İsraile kayıtsız şartsız destek

        2. Filisinliler'in haklarını reddetmek ya da önemsememek

        3. Meşruiyetleri her zaman muğlak olan çeşitli 'Batı yanlısı' liderleri desteklemek ya da onlarla birlikte hareket etmek.

        Bu politika ender olarak başarılı sonuçlar alınmasını sağlasa da, (1979'da Mısır ile İsrail arasında yapılan barış anlaşması ve 1991 Körfez Savaşı gibi) uzun dönemde kaybettirdi. ABD'nin İsrail'e koşulsuz desteği İsrail'i Filistinliler ile adil bir anlaşmaya varmaya yönelik kısa dönemli bütün teşviklerden uzaklaştırdı ve ABD'nin Mübarek gibi liderlerle danışıklı dövüş içinde oluşu onun Arap sokaklarında popülerliğinin daha da azalmasına neden oldu.

        Özetle bu, Barack Obama'nın tarihin doğru tarafında bulunmasını gerektiren bir an. Bu Mısır'da demokratik değişim isteyen güçlerin açıkça desteklenmesi anlamına geliyor. Kayıtsız kalınmamalı ve anı değerlendirmeli. Muhammed El Baradey'in dün “Başkan Obama'nın Başkan Mübarek'e 'ayrılma zamanın geldi' diyen son insan olarak görülmemesi onun için daha iyi olur” dedi. Eğer Obama hükümeti çekinirse, koyu gerçekçi Otto von Bismarck'ın ünlü özdeyişine kulak versinler: “Devlet adamının görevi tarihin koridorlarında yürüyen Tanrı'nın ayak seslerini duymaktır ve yürürken onun frakının ucundan yakalamaya çalışmaktır.”

        Tanrı'nın bu tip işlerle uğraştığını sanmıyorum fakat tarihin ayak sesleri şu an oldukça yüsek bir şekilde uğulduyor gibi. Soru şu: Obama bunu duyacak mı?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ