Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Avrupa'da seçilmişler "out"; atanmışlar "in"

        HABERTURK.COM DIŞ HABERLER SERVİSİ

        Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin kırılma noktalarında yakın bir geçmişe kadar Avrupalı liderlerin dilinden dökülen hep aynı kavram vardı: Demokrasi.

        AB'den müzakere tarihinin alınmasıyla TBMM'den bir bir geçen reform paketleri Türkiye'nin ekonomik Maastrich kriterlerinin yanında önemli demokratik atılımlar da yaşamasını sağladı. Fakat Türkiye denildiğinde artık Avrupalıların da birlikte telaffuz etmek zorunda kaldıkları demokrasi kavramı, beşiğinde sallandı.

        Geçen hafta The Times yazarı Matthew Parris, Avrupa'da yaşanan krizin Avrupa demokrasisinin bir eseri olduğunu itiraf eden yazısı ve Yunan halkına milyarlarca dolarlık acı ilaç içirecek olan kurtarma paketinin Avrupalı liderlerin baskısıyla referanduma sunulmasının engellenmesi Avrupa demokrasisini tartışılır noktaya getirdi. Yunanistan'da seçilmiş Papandreu'nun yerine teknokrat Başbakan Papadimos'un göreve başlamasının ardından İtalya'da da 17 yıldır İtalyan siyasetine damga vuran ve Senato'dan 52 defa güvenoyu alan Silvio Berlusconi, bir diğer teknokrat Mario Monti'ye görevini devretmeye hazırlanıyor.

        Bu durumda akla şu soru geliyor: Yaşanan kriz Avrupa'da demokrasinin krizi mi? Avrupa'nın yeni demokrasi anlayışı, krizlerden çıkana kadar seçilmişlerin yerine atanmışların iktidarı mı?

        Türkiye'de de ses getiren bu gelişmeler, köşe yazarlarının gündeminde yerini aldı. Gazete Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı durumu, "Avrupa'yı fazla demokrasi mi batırdı" diye sorgularken, Milliyet yazarlarından Sami Kohen, süreci "Demokrasi'den Teknokrasi'ye geçiş" olarak tanımladı. Bir diğer köşe yazarı Güneri Cıvaoğlu ise Avrupa'da gelinen noktayı "Demokrasi vasatlara bırakılamayacak kadar değerlidir" diyerek özetledi.

        HABERTURK.COM, bu soruları Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, Emekli Büyükeçli Osman Korutürk ve Osman Bozkır'a da yöneltti. Uluslararası siyaset uzmanları daha temkinli...

        FATİH ALTAYLI

        "AVRUPA'YI FAZLA DEMOKRASİ Mİ BATIRDI?"

        Demokrasi, diktatörlük diye tartışıp duruyor genç arkadaşlar.

        Hiçbir olayı, unvanı ve yakıştırmayı "zamandan" soyutlayarak yapmanın mümkün olmadığını henüz akılları almıyor.

        "Zamanın ruhu" diye bir kavramı bilmiyorlar.

        İnşallah büyüyünce öğrenecekler. Biraz olsun akılları varsa.

        Geçen hafta The Times'ta ilginç bir makale vardı.

        İlginçti. Avrupa'da yaşanan krizi ve krizin AB değerleri üzerinde yarattığı etkiye ele alıyordu.

        Avrupa Birliği diye yücelttiğimiz konseptin temelinde ne var derseniz, Türkiye'nin pek çok "yarı aydını" hiç kuşkusuz "demokrasi" diyecektir değil mi?

        Peki demokrasinin en pür, en katıksız hali "referandum" değil midir?

        O zaman sormak isterim size: Avrupa Birliği, Yunanistan'ın "AB Reçetesi" için referanduma gitmesine niye itiraz etti?

        Hem de hep bir ağızdan, yüksek sesle. Şantaj yaparak, rest çekerek.

        Ne demişti sabık Papandreu hükümeti.

        "Bize sunduğunuz çözümü ve paketi halkıma sorayım. Kabul ederse evet diyeyim."

        Demokrasi bu değil mi?

        AB ne dedi?

        "Sorarsan yardımı yapmayız. Yunanistan'ı kurtarmayız."

        Hani nerede demokrasi.

        Tatile çıktı ama tatilini Yunan adalarında geçirmediği kesin.

        AB niye böyle yaptı?

        Yunan halkının "doğru" olanı "kabul etmeyeceğini" düşündüğü, hatta bundan emin olduğu için.

        Demokrasiyi yücelten, Türkiye'yi "demokrat olmadığı" için yıllarca dışlayan ve hâlâ yeterince demokratik bulmadığı için dışlamaya devam eden Avrupa Birliği, Yunanistan'da halka güvenmedi.

        Güvenmediği için de "Halka sormayın" dedi.

        Hani nerede demokrasi. AB'yi AB yapan değerler bütünü nerede?

        The Times'taki makale, Avrupa'nın içine girdiği durumu anlatırken şöyle diyordu: "Halk hep kendine daha fazla vaatte bulunanı seçmeyi tercih etti. Halk bu tercihte bulununca politikacılar hep daha fazlasını vaat ederek kazandı. Hep fazlası sonunda bizi batırdı."

        Buradan şu sonucu çıkarmak mümkün mü?

        "Demokrasi bizi batırdı."

        Avrupa'nın bundan sonra tartışacağı açmaz bu.

        Bakalım biz bunu nasıl tartışacağız.

        Demokrasiyle mi?

        SAMİ KOHEN

        DEMOKRASİDEN TEKNOKRASİYE...

        Yunanistan’ın ve İtalyan’ın, içine düştükleri ekonomik kriz batağından çıkmak için bir cankurtaran simidi gibi sarıldıkları iki kişi var. İkisi de politika âleminin dışından geliyor. İkisi de ekonomist...

        64 yaşındaki Lükas Papadimos, Avrupa Merkez Bankası’nın başkan yardımcılığını yapmış. 68 yaşındaki Mario Monti ise hem akademisyen, hem de daha önce AB Komisyonu’nda çalışmış...

        Şimdi ikisi de, kendi ülkelerinde hükümetin başına geçiyor.

        Papadimos, hafta başında istifa eden Yorgo Papandreu’nun koltuğuna oturuyor. Monti de, önümüzdeki pazartesi resmen çekilmesi beklenen Silvio Berlusconi’nin yerine geçmeye hazırlanıyor.

        Yunanistan’da ve İtalya’da hemen hemen aynı zamanda “seçilenler”in iktidarı “teknokratlar”a devretmesi, ilginç bir rastlantı değil mi?

        Tabii her iki olayda da önemli olan, şu sırada politikacılara değil, teknokratlara ihtiyaç duyulması ve onların tercih edilmesidir.

        İÇ NEDENLER

        İç nedenler

        Bunun nedenini anlamak hiç de zor değil.

        Gerek Yunanistan’ı, gerekse İtalya’yı şimdiki duruma düşürenler, politikacılardır. Siyasetçiler yanlış politikalar uyguladıkları gibi, halka şirin görünmek için nabza göre şerbet vermekten, popülist davranmaktan, yalan konuşmaktan çekinmediler. Ne var ki, son patlak veren krizden sonra artık halk onlara güvenmiyor. Dış dünya da keza...

        Gelinen noktada gözler bir “kurtarıcı” ararken, sıradan “seçilmiş” politikacılar değil, iş bilen “seçkin” teknokratlar tercih ediliyor.

        Bu daha önce birçok ülkede denenmiş ve iyi sonuç vermiş bir tercih. Bizde Kemal Derviş deneyimi bunun en başarılı örneklerinden biri. Nitekim Yunanlılar bir süredir “bize Kemal Derviş gibi biri lazım” deyip duruyorlardı. İşte şimdi Papadimos’u buldular. İtalyanlar da Monti’yi...

        İkisinin de ülkelerinin hastalığını kökünden tedavi edecek reçeteyi yazacağından, popülist söylemlere ve davranışlara başvurmayacağından herkes emin. Ama gene de ikisinin işi çok zor. Şimdilik bu yeni “lider”lere umut bağlayan halkın, daha ileride “acı ilacı” alırken, ne tepki göstereceği bilinmez...

        DIŞ ETKENLER

        Bu olayın ortaya koyduğu gerçeklerden biri, bu gibi hallerde demokrasinin ciddi bir zaaf geçirdiğidir.

        Yunanistan’da ve İtalya’da ekonomik krizin yıkıcı etkileri, demokrasinin normal işleyişini sarsmıştır. Artık bu krizin üstesinden gelmek için belli siyasal yollardan gidilemeyeceği anlaşılmıştır. Siyasetçiler halkın güvenini kaybetmiş, hükümetler de gereken tedbirleri almak cesaretini göstermemiştir. Sonuçta, kurtuluş “siyaset dışı” yollardan aranmıştır...

        Olayın ortaya koyduğu diğer önemli bir gerçek de, bunda dış etkenlerin (iç dinamiklerden de fazla) rol oynadığıdır. Açıkçası Papandreu ve Berlusconi’nin devrilmesinde ve yerine teknokratların gelmesinde, AB’nin (özellikle “euro-bölgesi”nin) IMF’nin ve alacaklı finans kurumlarının büyük payı vardır.

        Papandreu’nun önlem paketi üzerinde referandumdan vazgeçmesi ve Berlusconi’nin sonunda çekilmeye razı olması, bu “dış müdahaleler” ile gerçekleşmiştir.

        Bütün bu olanlar ve özellikle dış baskılarla “seçilmişler”in yerine “seçkin” teknokratların yönetimi devralması, demokrasiye olan güveni sarsacak gelişmelerdir.

        Tek umut veya temenni, bu geçici yönetim sürecinin kısa olması ve bu arada politikacıların da bu olaylardan gereken dersleri çıkarmasıdır...

        GÜNERİ CIVAOĞLU

        "ATİNA VE ROMA'DA ATANMIŞLAR DÖNEMİ"

        Demokrasinin “seçilmişler/ atanmışlar” kuralında 2 fay kırığı oluştu. Önce Yunanistan’da bir uzman bürokrat Lukas Papadimos Başbakan oldu. Ona, “seçilmişlerin enkaz haline getirdiği ülke ekonomisini düzeltmek misyonu” yüklendi.

        AB yönetiminde edindiği deneyimlerle bu sorunun üstesinden geleceği umudu paylaşılmakta.

        Avrupa Merkez Bankası başkan yardımcılığı yapmış.

        Atina medyası, bu atanmış bürokrat başbakan formülü ile Türkiye’nin Kemal Derviş dönemi arasında paralel kurmakta. 10 yıl önce dibe vurmuş olan Türkiye ekonomisini ayağa kaldıran ve başta Merkez Bankası olmak üzere kurumlara özerklik kazandırarak yapısal dönüşümü de sağlayan “Kemal Derviş modeli” diye göndermeler yapıyor.

        Kemal Derviş de Dünya Bankası’ndan Türkiye’ye Başbakan Yardımcısı olarak getirilmiş, ekonominin patronu yapılmıştı.

        “Atanmış” olarak “seçilmişlerin” üstünde bir konumdaydı.

        Eğilimi sosyal demokrasi olmakla beraber konumu “tarafsız/partisiz/teknokrat/akademisyen” başbakan yardımcılığıydı.

        Derviş modeli, ne ilginçtir ki İtalya’ya da uygulanıyor.

        AB Komisyonu’nda çalışmış olan akademisyen Mario Monti de İtalya Başbakanı olarak atanmakta.

        Berlusconi’nin yerine önümüzdeki hafta Başbakan olarak göreve başlayacak.

        Mario Monti’ye de “tarafsız/partisiz/teknokrat/akademisyen” profiliyle çatırdayarak çökme alarmı veren “İtalyan ekonomisini kurtarmak” misyonu yüklendi.

        ATANMIŞLARA GÜVENMEK

        Yunanistan ve İtalyan halkı “atanmış” Papadimos ve Monti’ye, seçilmiş Papandreu ve Berlusconi’den daha fazla güveniyor.

        Seçilmişlere “siz bu işi ağzınıza, yüzünüze bulaştırdınız... Çekilin yerinize atanmış teknokratlar gelsin” mesajını veriyor.

        Demokraside “seçilmişler yönetir, atanmışlar onların emir ve iradelerini uygular” kuralının altın harfleri dökülmekte mi?

        Görünüş öyle...

        Ancak...

        Gerçek farklı.

        Korozyona uğrayan demokrasinin kendisi değil yanlış yapılanmasıdır.

        Önce tıpkı depremde yıkılan binalarda demir ve çimento hırsızlığı, kalitesiz kum kullanılması gibi demokrasi de niteliksiz ve yetersiz muhterislerle çürük yığma yapılanmalara dönüşmüştür.

        Demokrasinin insan malzemesine kalite kazandırmayı amaçlayan her girişim üzerine “elitist (seçkinci)” yaftası asılmıştır.

        Bu girişimler anında infaz edilmiştir.

        Halkın seçimini oy verme formalitesine dönüştüren liderler sultası “karton dekor demokrasileri” üretmiştir.

        Kaliteli insan malzemesi birkaç istisna dışında politikadan uzak durmaya çalışır olmuştur.

        “Politika mı? Aman ha uzak olsun” söylemi sadece Türkiye’nin değil Yunanistan, İtalya ve pek çok ülkenin zihniyet klişesidir.

        Ve...

        Bu kalite standardı sicilleri bozuk seçilmişler burunlarından kıl aldırmayan kibir odakları olarak kendi standartlarına yakın ve itiraz etmeyecek “bürokrat/teknokrat” insan malzemelerini tercih etmişlerdir.

        Atamalarını onlar arasından yapmışlardır.

        Bu analizden sonra demokrasiyi değil onu yozlaştıranları suçlamak gerekir.

        Dünya büyük ve çağ değiştiren modernleşme ve teknolojik devrimler sürecinde.

        Ne yazık ki siyaset ve demokrasi buna ayak uyduramıyor.

        Aydınlar, seçkinler katkısından yoksun siyasetçi yığınları demokrasi çıtasını daha da aşağılara çekiyor.

        10 yıl önce Türkiye ve şimdi de Yunanistan, İtalya işte bu nedenlerle “atanmış teknokrat” kaptanlara bırakıyor ülkelerinin dümenlerini...

        FİAT’TAN DEMOKRASİYE DOPİNG

        Yunanistan ve İtalya’da seçilmiş başbakanların gönderilip yerlerine atanmış teknokratların getirilmesi demokrasinin ayıbı değil.

        Demokrasiyi yozlaştıran kötü insan malzemesinin ayıbı.

        Üstelik bu gözlem sadece Yunanistan ve İtalya ile sınırlı değil.

        Tehlike daha büyük ve küresel.

        Belki bir iki istisna olabilir ama siyasetçi ve ülkeleri yöneten birinci adamlar genellikle “kifayetsiz muhterisler...”

        Batı medyasında “dünyanın bütün zamanların en ciddi tehditleri altında olduğu ama artık bunları yönetecek çapta liderlerin bulunmadığı” yolunda yayınlar yapılıyor.

        “Vasat liderler” gezegeni kurtaracak çapta büyük devlet adamları değil.

        “Işıktan yoksun vasat insan malzemesinden” virüs alan siyaset ve demokrasi sağlığını yitirmekte.

        Yani...

        Akdeniz’in iki ülkesini çok aşan küresel bir tehdit var.

        Arap Baharı, despotları devirmişti.

        Avrupa sonbaharı da demokrasinin seçilmişliği “karton dekorlar” gibi olan vasat liderlerini gönderiyor.

        Siyaset ve demokrasi özündeki cevherle yeniden yapılanacak.

        Başka yolu yok.

        ......................

        Çok yıllar önce İtalya’da demokrasi gene seviye yitirmişti.

        Siyasetçi malzemesi vasatın da altındaydı.

        Krizler birbirini izliyordu.

        İşte o tarihte Fiat’ın Başkanı Agnelli, ülkesindeki bütün bayilerine birer mektup gönderdi.

        Satırları özetle şöyleydi:

        Bayilerimizi her il ve ilçede en başarılı, saygın ailelerden seçtik.

        Başarımızın sırrı budur.

        Hep birlikte büyüdük.

        Şimdi sizden isteğim siyasete de omuz vermenizdir.

        Ailenizden çok iyi yetişmiş bir bireyi aktif politikaya sokmanızı rica ediyorum.

        Hangi partiye olursa olsun, amaç politikada düzeyi yükseltmek.

        “İşlerinizin aksayacağını” düşünebilirsiniz ama fedakârlık yapmak zamanıdır.

        Bize her şeyi veren bu ülkeye bizim de bir şeyler vermek borcumuzdur.

        Ayrıca ailesinden birini aktif siyasete sokan bayilerimize bazı imtiyazlar tanımak kararını aldık.

        Sizlere örnek olmak için ablam da aktif siyasete girmiş bulunuyor...

        .....................

        Fiat’ın bu girişimini işçi sendikaları da örnek aldı.

        En iyi yetişmiş sendikacılarını aktif siyasete verdi.

        Bütün bunlar İtalya’da bir süre siyasetin insan kaynaklarında kaliteyi yükseltti.

        Ama...

        Sonra virüs mutasyona uğrayarak siyaset dokularına yeniden hâkim oldu.

        Demokrasinin kodlarını yeniden tanımlamak ve çağın modernleşmesini izleyecek değişim/dönüşüm hız vitesine geçmek, bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor.

        Demokrasi “vasatlara” bırakılmayacak kadar değerlidir.

        VOLKAN BOZKIR/EMEKLİ BÜYÜKELÇİ

        "BÜROKRATLAR DA DEMOKRATİK SÜREÇ İÇİNDE GÖREVE GELİYOR"

        Ekonomik bakımdan sıkıntıya düşmüş iki ülke söz konusu... Seçilmişlerin yerine bürokratların gelmesi, demokratik süreç içinde cereyan ediyor.

        Neticede gelecek olan Başbakan, meclisin onayından geçecek ve güvenoyu alacak. Dolayısıyla demokrasinin işleyişine aykırı bir durum olmadığını düşünüyorum. Ülkenin tercihidir. Kurallar el veriyorsa bu uygulamanın bir sakıncası yoktur.

        PROF. DR. BERİL DEDEOĞLU/ GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

        "YÜRÜTMEDE POPÜLİZM ÖNLENİRSE İYİ BİLE OLABİLİR"

        Uluslararası sistem büyük ölçüde değişiyor, parametreler değişiyor, rejimler değişiyor...

        Dolayısıyla yönetim şekilleri ister demokratik, ister antidemokratik olsun farklı bir yöne doğru evriliyor ülkeler. Burada bir şeyi karıştırmamak lazım...

        Yürütmede uzmanlar aranıyor, yasamada değil. Dolayısıyla demokrasinin esas simgesi olan yasama gücü yine seçilmişlerin elinde kalacak. Bana kalırsa zaten gelişmeler bu yönde devam edecek ve bir süre sonra bu gibi isimler çok uluslu olacak.

        Yani Kemal Derviş gibi bir isim ya da IMF Başkanı, Dünya Bankası Başkanı gibi bir isim, bir devlette ekonomiden sorumlu bakan olarak göreve gelebilecek.

        Sistem, futbol takımları gibi bir yöne doğru evrilebilir. Yürütmede popülizmin önü alınırsa daha iyi bile olabilir. Bu yeni bir yönetim anlayışıdır, demokrasiye zarar vermez.

        OSMAN KORUTÜRK/EMEKLİ BÜYÜKELÇİ

        "HENÜZ GENELLEMEK İÇİN ERKEN FAKAT ZAFİYETLER ORTADA"

        Şimdiden genelleme yapmak için çok erken böyle bir değiştirme var diye ama AB projesinin belli zayıflıklar gösterdiğini gördük şimdi. Hem Euro Bölgesi olarak zayıflıklar gözüktü hem de siyasi birlik açısından zayıflıklar gözüktü. Dolayısıyla AB projesi bazı zafiyetler ortaya çıkarttı. Bu arada da bu ekonomik krize çare olarak böyle bir yola gidiyorlar ama ben demokrasinin bundan ileriye dönük olarak böyle bir eğilime gireceği kanısında değilim. Herhalde demokrasi kendi kendine geliştirecek ve istikrarını tamamlamaya çalışacaktır.

        "TÜRKİYE KONUSUNDA BÜYÜK HATA YAPTILAR"

        Bu çok iddialı bir proje, AB projesi. Aynı düzeyde olmayan bir kısmı hatta Maastrich kriterlerini dahi tamamlamayan, hatta Kopenhag kriterlerini bile tamamlamayan böyle bir süratle bir alım yaptılar bazı ülkeleri. Doğuya doğru genişlediler, eski Doğu Bloku ülkelerini aldılar. Bütün bunlar Avrupa projesini fazla iddialı bir proje olarak çok süratli ilerledi. Bizi dikkate alacak olursanız, orada bir yanlış yaptılar. Türkiye eğer AB projesinin içerisine baştan katılmış olsaydı, alanı çok daha genişlemiş olacaktı ekonomik açıdan. Siyasi açıdan da gücü artmıştı. O yüzden şimdiden ben bunu erken buluyorum. Demokrasi ortadan kalkıyor, yeni bir teknokratlar yapılanmasına doğru gidiliyor demek için erken buluyorum. Tabi krizi kontrol edebilmek için o ülkelerin aldığı tedbirler olarak görüyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ