Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan M. Fatih Çıtlak ile Ramazan Sohbetleri

        M. FATİH ÇITLAK - GAZETE HABERTÜRK

        İçindebulunduğumuz asır, kültür savaşlarının cereyan ettiği ve birçok toplumun kültürel olarak tarih sahnesinden düşeceği bir yüzyıldır. Bu sebepten dinimize ve manevi hassasiyetimize uygun bütün hatıratımızı, değerlerimizi taze ve dipdiri tutmak zorundayız.

        Toplum olarak kimliğimizi ve manevi bütünlüğümüzü fark edebilmemizi sağlayan değerlerden olan kutsal emanetler, günümüzde Topkapı Sarayı’nın özel bir bölümünde muhafaza edilmektedir. Müslümanların mukaddes saydığı ve asırlardır hürmetle koruduğu bu emanetler Efendimiz’e, O’nun (SAS) ehl-i beytine, dört büyük halifeye, İslam büyüklerine ve bazı peygamberlere ait olan eşyalardır. Bu eşyaların en kıymetlileri, hiç şüphesiz diğerlerinin de kıymetine vesile teşkil eden, Efendimiz’e (SAS) ait olanlardır.

        Bu emanetler, Efendimiz’in (SAS) rihletlerinden ve dört halife döneminden sonra sırasıyla Emevi ve Abbasi devletlerine geçmiştir. Kutsal emanetlerin necip milletimize geçişi ise 1517 yılında Sultan Selim Han’ın Mısır seferiyle gerçekleşmiştir. İslam mukaddesatına çok önem veren Osmanlı padişahlarının gayretleriyle kutsal emanetlerin İstanbul’a getirilmesi 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. Milletimiz en zor günlerinde dahi bu emanetlere karşı vazifesinden vazgeçmemiştir.

        Bugünün Müslümanları olarak Sakal-ı Şerif’i, Efendimiz’in (SAS) mübarek hırkasını görebilme, o manevi kokuyu alabilme lütfunu yaşayabiliyorsak elbette buna Allah’ın (CC) takdiriyle vesile olan Sultan Selim Han’a vefa borcumuz olduğunu bilmeliyiz. Nitekim milletimiz de kendisini daima saygı ve minnetle yâd eder.

        Sultan Selim Han’ın bu emanetlere gösterdiği hürmet ve iltizam da anlatılması gereken bir mevzudur. Sultan Selim Han, Mekke ve Medine şehirlerinin anahtarları ve mukaddes emanetlerle Mısır seferinden döndüğünde halk kendisini şaşaa ve debdebe ile karşılar düşüncesiyle şehre geceleyin girilmesini emretmiştir.

        Onun bu davranışı belki de emanetlere ancak mahviyetle hizmetkâr olunabileceğini göstermektedir. Şehre girdikten sonra sefer yorgunu oldukları halde kutsal emanetler yerleştirilirken ayakta beklemiş ve 40 hafız, Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvet ederek bu geleneğin günümüze kadar devam etmesini sağlamıştır. Yahya Kemal bu mirası, İstanbul’u İstanbul yapan iki şeyden biri olarak şöyle ifade eder:

        “Anladım ki İstanbul’da iki şey var İstanbul’u İstanbul yapan; Ayasofya’da ezan, Hırka-i Saadet’te Kur’ân...”

        MESCİD-İ HARAM, MESCİD-İ NEBİ, MESCİD-İ AKSÂ

        Efendimiz (SAS), ziyaret kastıyla ancak şu üç mescide gidilebileceğini beyan eylemişlerdir:

        Mescid-i Haram: Kâbe-i Muazzama’nın bulunduğu haram ve hürmet hudutlarıyla Hazret-i İbrahim (AS) zamanında çizilmiş alandır. Çünkü bu hudutlar içerisinde nerede namaz kılınırsa kılınsın Mescid-i Haram’da namaz kılınmış gibi muamele görür. Mescid-i Haram, Allah Teâlâ’nın bir nevi haremidir.

        Mescid-i Nebi: Efendimiz’in (SAS) inşa ettikleri ve kabr-i şeriflerinin de bulunduğu, yeryüzündeki en hayırlı toprağın makamıdır. Mescid-i Nebi, Efendimiz’in (SAS) haremidir. Bu sebepten oraya hürmet, Allah (CC) ve Resul’üne (SAS) hürmettir.

        Mescid-i Aksâ: Peygamberlerin ocağıdır, binlerce peygamberin ümmetlerini irşad ettiği sahadır. Cenâb-ı Hakk tarafından hususi seçilmiş bir makamdır ve Mescid-i Aksa, ümmet-i Muhammed’in haremi, mahremidir. Bu sebepten dolayı buradaki hürmetsizlik ve namahrem olanların saygısızlığı bütün ümmet-i Muhammed’in şerefine ve namusuna alenen hakarettir. Cenâb-ı Hakk mukaddesatımıza uzanan elleri bertaraf etsin. Bizleri de mukaddesatına sımsıkı sarılan gerçek müminler eylesin.

        SEHÂBE- GÜZÎN'İN ÖRNEK AHLAKI

        BİR gün Efendimiz’in (SAS) huzuruna bir adam geldi ve açlıktan takatinin kesildiğini söyledi. Efendimiz (SAS) hanımlarına bu adama bir şeyler vermeleri için haber gönderdi. Hanımlar, evlerinde sudan başka bir yiyecek bulunmadığını söyleyince Efendimiz (SAS):

        “Bu gece bu adamı kim misafir edecek?” dedi. Bunun üzerine ensardan biri:

        “Ya Resûlallah, ben misafir ederim!” dedi ve onu evine götürdü. Bu sahâbe evde hanımına yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sordu. Karısı da yalnız çocukların yiyeceği kadar bir şey bulunduğunu söyledi. O da:

        “Öyleyse onları bir şeyle avut, sofraya gelmek isterlerse de uyut. Misafirimiz eve gelince lambayı söndür, ona kendimiz de yiyormuş gibi gösterelim” dedi.

        Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu. Kendileri de karanlıkta yiyormuş gibi davrandılar ve aç yattılar. Sabah olunca ev sahibi, Efendimiz’in (SAS) yanına gitti. Efendimiz (SAS) ona şu müjdeyi verdi:

        “Bu gece misafirinize karşı yaptığınız davranıştan Allah (CC) razı oldu.”

        GÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ

        ASHÂBI ANLATIR MISIN?

        TÂBİİNİN en büyüklerinden olan Hasanü’l-Basrî Hazretleri’ne sormuş- lar, “Bize ashâbı anlatır mısın?” diye. O da “Bunu uzun uzun anlatmama imkân yok. Sizin de dinlemeye tahammül edebileceğinizi zannetmiyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim ki; siz onları görseydiniz deli zannederdiniz, onlar sizin bu kurumlu, kibirli halinizi yahut şu hayat tarzınızı görseydi sizi kâfir zannederdi” buyurmuş

        HADİS-İ ŞERİF

        Namazda tahiyyatı bitirdiğiniz zaman, dört şeyden Allah’a (CC) sığınarak şöyle deyin: “Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehennem ve min azâbi’l-kabr ve min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât ve min şerri fitneti’l-mesîhi’d-deccâl”

        Mânâsı

        Allah’ım, cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölüm fitnesinden ve Deccal’in fitnesine uğramaktan sana sığınırım!

        Hadîs-i Şerîf

        Müslim,Ebû Dâvûd, Nesâî

        “Sabah namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa ‘Allahümme ecirnî minennar’ (Allah’ım (CC) beni cehennem ateşinden koru!) de. Eğer o gün ölürsen, Allah (CC) senin için cehennem ateşinden koruyucu bir emir yazar. Akşam namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa de aynı duayı yap. Eğer o gece ölürsen de Allah (CC) senin için cehennem ateşinden koruyucu bir emir yazar.”

        Hadis-i Şerif

        Ahmet İbn-i Hanbel-Müsned

        AYET-İ KERİME

        “Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm.” (Bakara-186)

        “Rabb’inize gönülden ve gizlice yalvarın.” (Â’râf-55)

        “Rabb’im duanız olmasa size ne kıymet verir?” (Furkan-77)

        SORU VE CEVAP

        -Duaların sonunda söylenen “Amin” sözü ne anlama gelir; bunun dini dayanağı nedir?

        Amin “Kabul buyur” demektir. Dualardan sonra “Amin” deme uygulaması sünnetle sabit olmuştur. Peygamberimiz (SAS) “İmam ‘Amin’ dediği vakit siz de ‘Amin’ deyiniz. Zira kimin ‘Amin’ demesi meleklerin ‘Amin’ demesine denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları affolunur” buyurmuştur. (Hadis-i şerîf-Buhârî) Namazda Fatiha Suresi okunduktan sonra “Amin” demek de sünnettir.

        (Hadîs-i Şerif- İbn-i Mâce)-

        MESNEVİ'DEN

        Hazret-i Hamza (RA) ömrünün sonlarında düşman saflarına karşı savaşırken zırh giymezdi. Allah (CC) aşkıyla mest olmuş bir halde savaşa atılırdı. Göğsü, kolları, bedeni açık halde kendini kılıçların önüne atardı.

        Ashâb “Ey Resûlullah’ın (SAS) amcası! Ey Allah’ın (CC) aslanı! Ey yiğitler padişahı! Sen Allah’ın (CC) Kur’ân’daki ‘Kendinizi tehlikeye atmayın!’ ayetini gayet iyi bilirsin. O halde neden savaş meydanında zırhın olmadan düşmanların arasına girip kendini tehlikeye atıyorsun?” diye sual ettiler.

        “Sen gençken, gücün kuvvetin daha fazlayken düşman saflarına zırhsız girmezdin. Şimdi yaşın ilerledi ama tedbirin azaldı. Hiçbir tehlikeye aldırmıyorsun. Bir kılıç ve bir mızrakla savaşa giriyor, sanki kendini imtihana çekiyorsun. Kılıcın canı yoktur, saygı bilmez, acımaz, yaşlıya hürmet edemez. Okta ve kılıçta insanı ayırt etme kabiliyeti yoktur” diye de eklediler.

        Onun durumuna üzülenler ve onu sevenler böyle öğütler verirlerken Hazret-i Hamza (RA) onlara şöyle dedi:

        “Ben gençken ölümü bu dünyaya veda etmek gibi görürdüm. Ölümü böyle gören kimse niye onu ister? Ejderhanın önüne kim korunmasız çıkar? Fakat Hazret-i Peygamber’in (SAS) nuruyla ben artık bu fani dünyaya bağlı ve ona boyun eğen biri değilim. Kim ölümü tehlike olarak görürse ‘Kendinizi tehlikeye atmayın’ ayeti onun içindir. Fakat birisinin nazarında ölüm hakikat kapısının açılmasına vesile olursa ona ‘Haydi, çabuk ölün!’ emri gelir.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ