Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Şam Eski Büyükelçisi Ömer Önhon ile Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'dan Teke Tek'e açıklamalar

        Habertürk TV'de Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında konuk olan eski Şam Büyükelçisi ve eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türkiye ile Şam ilişkilerini masaya yatırdı.

        Programda öne çıkan ana başlıklar şöyle:

        ÖMER ÖNHON (ESKİ ŞAM BÜYÜKELÇİSİ): TÜRKİYE ESAD'A TAVSİYEDE BULUNDU

        İki dönem Suriye'de görev yaptım. 1998 yılı Ağustos ayında gittim 2-3 ay içinde Abdullah Öcalan'ın çıkartılması ve Adana mutabakatının imzalanması süreci yaşandı. O zaman büyükelçilik müsteşarıydım. Bu olaylardan sonra ilişkiler farklı yola girdi. Hafız Esad'ın ölmesinden sonra Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in taziye mesajında ilişkiler yeni bir evreye girdi. 2010 yılının sonunda Tunus'ta Arap baharı başladığında Türkiye'den Esad'a şu tavsiyede bulunuldu. Esad'a birtakım reformlar yapması, siyasetin dışında bırakılan çevrelerin, siyasete giremeyen muhalif görüşten insanların da siyasete dahil edilmesiyle Suriye'de yeni döneme girileceği, bunun sonucunda da Esad'ın Ortadoğu'da reformist genç lider olarak görünür şekilde ortaya koyabileceği tavsiye edilmişti. Bu yönde çeşitli desteklerde de bulunuldu. Esad 'Bunları uygulayacağım' dedi hatta adımlar da attı. Reformlar da yapıldı. Kürtlere kimlikler verildi, yeni anayasa yapıldı fakat uygulamada değişen bir şey olmadı aslında. En son Ağustos ayında Ahmet Davutoğlu'nun ziyareti oldu. Esad'la 7,5-8 saate yakın görüşme yapıldı. Üç bölüm halinde oldu. Bizim de katıldığımı ilk bölüm. Daha sonra başbaşa görüşme, arkadan yine bizim katıldığımız görüşme daha oldu. Bir yol haritası belirlendi. O sırada Hama olayları yaygındı. Suriye ordusu oraya girdi, can kaybı olmuştu. İlk olarak Hama'dan zırhlı araçların çekilmesi konusu üzerinde mutabık kalındı. Ben de ertesi gün oraya gidip, zırhlı araçların şehirden çıktığını teyid edip, genel durum hakkında rapor sunacaktım. Hakikaten gittik, zırhlı araçların çekildiğini teyid ettik. Ankara'ya rapor ettik. Görünürde zırhlı araçlar şehrin 1 kilometre dışındaki zırhlı tugayın olduğu yöne çekildiler.

        "O YILLARDA ESAD'LA BİR YERE GİDİLEMEYECEĞİ GÖRÜLDÜ"

        REKLAM

        Görünürde sözler yerine getirilmiş fakat işin esasına indiğinizde değişen bir şey olmadığını gördük. Arkasından birkaç olay yaşanınca, siyasi otorite 'Biz Esad'a mümkün olduğunca yardımcı olmaya çalıştık, heyetler gönderdik ama herşeyi yapacağım demesine rağmen hiçbir şey yapmadığını gördük. Dolayısıyla halkına sert mukabelede bulunan bu rejimin yanında duramayız, Suriye halkının yanındayız' diye bir karar alındı. Neticede Türkiye Esad'la bir yere gidilemeyeceğini gördü. Uluslararası camianın çoğuyla birlikte muhalefet saflarında yer aldı. Bugüne kadar geçen süre zarfında tek çizgiden bahsetmek mümkün değil. 2011-2012 yıllarında muhaliflerin sokağa inmesi, rejim güçlerinin bu gösterilere karşı hakikaten orantısız güç kullanarak mukabelede bulunması ve olayların tırmanması. Arkasından muhaliflerin de silahlanmaya başlaması. Ordudan çok sayıda kişi firar edip muhalif saflara katıldı. Özgür Suriye Ordusu denilen oluşum meydana geldi. İki taraf arasında silahlı bir iç savaş başladı.

        "BU TRAJEDİNİN EN GÜÇLÜ SEMBOLÜ AYLAN BEBEK OLDU"

        2015 yılında olayların tamamen farklı boyuta evrildiğini görüyoruz. Sahnede bir anda, nereden çıktığı belli olmayan, bir kısmı nereden çıktığı belli olan radikal gruplar belirdi. İŞİD çıktı, Musul'u bastı, çeşitli bölgelerde hakimiyet kurdu. Bir anda Suriye'de İŞİD'in yaygınlaşmaya, toprak ele geçirmeye başladığını görüyoruz. Bunun arkasından Rusların Eylül 2015'te sahaya bilfiil girdi. Rusya baştan beri Suriye rejimine İran'la birlikte açık destek verdi. Ancak 2015'e kadar Rusya sahaya bilfiil girmemişti. Desteğini siyasi alanda yapıyordu. 2015 Eylül'de Rusya sahaya girdi. Sahadaki dengeler inanılmaz şekilde değişti. Rusya operasyonlara katıldı. Hava unsuruyla operasyonlara girişti. Rus doktrininin Suriye'de uygulanmasının yıkıcı etkileri oldu. Ruslar'da sivil zayiatın pek hükmü yok. Hastane, pazar yerleri, ibadet yerleri vs. gibi halkın toplu gittiği yerlerin vurulmaı suretiyle sivil halkta yılgınlık yaratılması. Silahlı kuvvetlere karşı halkta tepki sağlanması. Daha sonra dünya kamuoyunun dikkati başka yöne kaydı. Avrupa'nın çeşitli yerlerde, Türkiye'de DEAŞ'ın terör eylemlerine girdiğini görüyoruz. Dünya kamuoyu Suriye halkının kötü bir liderden, yönetimden kurtulması falan değil; o ülkenin radikal unsurlardan, Avrupa'nın içlerine kadar giren terörist unsurlardan temizlenmesi birinci öncelik oldu. Bunun üstüne bir de sığınmacılar meselesi çıktı. Suriye'den müthiş bir sığınmacı göçü başladı. Halep'in Esad güçleri tarafından geri alınmasından sonra. Büyük bir sığınmacı akını başladı. Türkiye'ye geldiler, Türkiye üzerinden Batı'ya doğru ilerleme başladı. Müthiş acı, trajediler, çok üzücü olaylar yaşandı. Aylan bebek bu trajedinin en güçlü sembolüydü.

        "ORTADOĞU BÖLGESİNDE BİZE EN YAKIN ÜLKE SURİYE"

        REKLAM

        Dünya kamuoyunun artık bu Suriye krizine bir şekilde çözüm bulunması arayışına girmesini görüyoruz. İşin siyasi boyutu var. 2012 yılında Cenevre'de konferans yapıldı. 2 yıl sonra 2. Cenevre Konferansı yapıldı. 2015 yılında BM Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı kabul edildi. Olası çözümün gerekli parametre ve referansları vardı; fakat eksik olan siyasi iradeydi. DEAŞ büyük tehlike, koalisyon güçleri DEAŞ'ı hedef almaya başladı. Kimyasal silah kullanmış rejimin suçlar bile bir şekilde gözardı edildi. DEAŞ odak noktası oldu. Suriye krizini farklı mecraya götüren, boyutlarını bu kadar farklı noktalara taşıyan bir unsurdu DEAŞ. İleride araştırmacılar DEAŞ'ın nasıl ortaya çıktığını, hakim olduğunu, gündemin birinci maddesi haline geldiğini herhalde araştıracaklar. Ben DEAŞ'ın kendiliğinden ortaya çıktığını düşünmüyorum. Kimin işine geliyor dediğimiz zaman. Rejimin işine geldi. İkincisi Rusya'nın, üçüncüsü Amerika'nın işine geldi. Türkiye bu arada ne yapıyor? Kendi derdine düştü bir ara. İlk başlarda ideoloji kokan birtakım söylemlerle ortaya çıktı. Bizim Suriye halkıyla tarihten gelen köklü ilişkimiz var. Ortadoğu bölgesinde bizim en yakın olduğumuz ülke Suriye. İnanılmaz bir yakınlığımız vardır.

        "BU GELİŞMELER BİZİM AÇIMIZDAN TRAVMA OLUŞTURDU"

        Birçok Suriyeli'nin derisini kaşıdığınız zaman altından Türkiye çıkar. Kültürüyle, sosyal boyutlarıyla. Kulağa ideolojik gelen söylemler, Türkiye'nin politikaları açısından farklı görüşler de doğmasına neden oldu. Emevi Camii'nden namaz kılınmasından tutun da 'Suriye bizim iç işlerimiz' gibi söylemler. Neo Osmanlıcılık da bu unsurlardan biri. Birtakım farklı mülahazalar oldu. Birtakım izlenimler doğmasına neden oldu. Türkiye bir anda çok boyutlu tehdit ortamında buldu kendini. Bir anda sınırlarımızın öteisinde önce komşu olarak DEAŞ'ı, bi yandan da YPG'yi komşu olarak bulduk. Bu hakikaten bizim açımızdan travma oldu. Sonra bizim topraklarımız için de eylemler yapan, yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan, büyük yıkıma yol açan bu örgütleri temizlemeye giriştik. Fakat dinamikler o kadar değişti ki, sırtımızı dayamamız gereken NATO müttefiklerimizin dayanacak bir yer olmadığını gördük. Bize destek vermediler; aksine PKK'nın uzantısıyla iş tuttular. PYD'yi farklı bir yapılanma haline getirdiler.

        REKLAM

        "KENDİ GÖBEĞİMİZİ KESERİM DEMEKLE OLMUYOR"

        Rusya 'Biz Türkiye'nin güvenlik endişelerini anlıyoruz' diyorlar ama öbür taraftan YPG ile rejimi bir araya getirip Türkiye'ye karşı ortak cephe oluşturulması için teşvik ediyorlar. Türkiye öyle bir ortamda buldu ki kendini güvenecek hiçbir yer yok. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorunda kaldık. Tabii ki kendi göbeğimizi kendimiz keseriz de, herşeyin bir maliyeti var. 11 yıldır Suriye'deki sorunlarımızı çözemediysek ben kendi göbeğimi keserim demekle olmuyor bu işler.

        "ESAD GÜCÜ PAYLAŞIRSAK KAYBEDERİZ DİYE DÜŞÜNDÜ"

        Ben olsaydım şunu yapardım demek çok kolay ama her olayı kendi döneminin şartları içinde değerlendirmek lazım. Benim oradayken gördüğüm 6 ay boyunca, Mart'ta başladı olaylar. Ağustos ayına kadar Esad yönetimine yardımcı olmak için gayret gösterdik. Sonra Esad, Esed oldu, karşısına geçtik, muhaliflerin yanında saf tuttuk. Şimdi bazıları 'biz olsaydık böyle olmazdı' diyorlar. Bunu bilemiyoruz. Ama şu da var, Esad'ın çok büyük hataları oldu. En büyük hatalarından biri şuydu; Esad ve rejimi bir değerlendirme yaptı. Dediler ki, 'eğer birtakım reformları yapar, birtakım insanları siyasi hayata dahil eder, yetkilerimizi paylaşırsak, güce ortak ederiz onları. Bir süre sonra bu mutlak gücümüzü kaybederiz, bunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz'. İstemediler ve sonuna kadar savaştılar.

        "SON 3 HAFTADAN BERİ KAFA KARIŞTIRICI BİR SÜREÇ YAŞANIYOR"

        REKLAM

        Burada şu taraf yüzde yüz haklıdır, bu taraf yüzde yüz haksızdır diye bir şey söylemek mümkün değildir. Taraflar savaşa tutuşunca eldivenler çıkıyor, her iki tarafın yaptıkları ile yapmadıkları ile bu krize katkıda bulunduklarını görüyoruz. Bu savaş hakikaten çığırından çıktı. 23 milyonluk Suriye'den 7 milyonu yurt dışında. 6 milyon Suriyeli yerlerinden edildi. Ülke içindeler ama kendi yerlerinde değil, sefil hayat yaşıyorlar. Suriye nüfusunun yüzde 90'ı yardıma muhtaç şekilde yaşıyor BM kayıtlarına göre. Yanlış politika olduğunu iddia edersiniz. Benim eleştirdiğim çok yönü var. 'Ben olsaydım şunu yapardım' demek ispatlanamaz bir şey. Bu kadar bağlarınızın olduğu, 911 kilometre ortak sınırınız olduğu bir ülkede yaşananlara sırtınızı dönmek mümkün değildir. Ne dün mümkündü ne de yarın mümkün olacak. Son iki-üç haftadan beri kafa karıştırıcı gelişmeler yaşanıyor.

        PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU (ESKİ TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANI): OSMANLI ARAPLARI ANADOLU'YA TAŞIMAMIŞTIR

        Tarihe baktığınızda Suriye diye bir devlet hiç olmadı. Türk devletlerinin kontrolü altında olan bir bölge. Kısaca geçiyorum. Osmanlı devletine geldiğimizde Suriye bölgesinde Arap kabileleri var. Bunların Anadolu'ya saldırmaları karşısında oraya Türkmenler yerleştirildi. Şam'da, Halep'te Türkmenler var. Golan tepelerinde Avşar gibi Türk boyları var. Osmanlı devleti bir yeri fethettiği zaman oradakileri alır başka yere nakleder. Arap dünyasında hiçbir zaman bu nakli yapmamıştır. Arapların Anadolu'ya Osmanlı döneminde hiç yerleştirilmediklerini görüyoruz. Osmanlı buna itina etmiş. Çünkü oradaki anlayışla, hayat tarzıyla Anadolu veya Rumeli'de hayat tarzı birbirine benzemeyen farklı yapılardır. Arap kabileleri arasında çatışma ortamı vardır. Osmanlı bunu Anadolu'ya taşımamıştır. Osmanlı'da bir yerin vergi hanesine bağlıysanız, başka yere izinsiz gidemezsiniz. Kaçak olarak gittiğiniz takdirde 10 sene içinde yakalandığınızda eski yere nakledilirsiniz. Üstelik sizden neden yerinizi terk ettiniz diye vergi alınır. Anadolu'da varolan Araplar ise Mardin, Siirt'te, onlar çok daha önceden gelmiş olanlar.

        "BU İŞLER SURİYE, IRAK'A DEĞİL TÜRKİYE'YE KARŞI YAPILDI"

        REKLAM

        Asıl konu Büyük Ortadoğu Projesi'dir. BOP projesinde Çin'in etkisi nedir? Bunları görmemiz lazım. Burada meydana gelen olayların petrolle ne kadar alakası var? Libya'da keza aynı şekilde. Çin'in enerji ihtiyacını bu bölgelerden karşılamasının ne kadar etkisi var? Türkiye'nin Suriye ve Irak'la ilişkilerini yönetirken bunları gözönüne alması lazımdır. O tarihte Türkiye YPG'ye destek vermişti. Salih Müslim defalarca geldi, hatta pasaport verildiği söyleniyor. Bu olaylar içinde Müslüman Kardeşler, El Kaide'nin bağlantısı nedir? DEAŞ birden bire ortaya çıktı. Burada tehdiş hareketini ortaya koyan DEAŞ oradaki halkı kaçırttı. PYD'nin hakim olduğu yerde Der Zor'da 1 milyon insan yaşıyordu. Türkiye güzel bir anlaşma yapmıştı, karşılıklı vizesiz geçiş sağlanmıştı. O tarihlerde insanları görmüştüm, Cumartesi-Pazar günleri insanlar sabahlara kadar eğlence tertip ediyorlardı. Kafeler açıktı. Hiç kimsenin Esad'dan şikayeti yoktu. Bu insanlar savaştan mı, Esad'dan mı kaçtılar. ABD aslında bu işleri, Suriye veya Irak'ta meydana gelen olayları Suriye veya Irak'a yapmadı, Türkiye'ye karşı yaptı.

        "TÜRKİYE'NİN ESAD'LA GÖRÜŞMESİ GEREKİYOR"

        DEAŞ kuruldu bir tek hristiyanın burnu kanamadı. En büyük düşman olarak gördükleri İsrail'e saldırmadı. Zararı bize oldu. Türkiye'nin politikalarının ne kadar doğru olmadığına bakmamak lazım. Düşünsenize 5-6 milyon insan gelmişse Suriye'den o tarihte. Bu çok büyük rakam. Türkiye nüfusunun yüzde 10'u, dışarıdan gelen göç. Kayıtsız bir sürü insan girdiği belli. Demografik yapı bu durumda tehlikeye girer. Uyumsuzluk başlar ve toplum içerisinde birtakım çatışmalara sebep olur. Türkiye'de dışarıdan birtakım eller Alevi-Sünni, Türk-Kürt çatışması için mücadele etti olmadı. Türkiye'de tutmaz. Ama bakın bunlarla meydana gelir. Allah korusun, Türkiye'nin başına yarın büyük bela gelirse bunlardan gelir. Yapılan anketlerde yüzde 85 bu insanları istemiyor. Küçük bir kıvılcıma bağlıdır, Allah korusun ortalık altüst olur. Buna çok dikkat edilmesi lazım. Yıllardır söyledik. Bu konuda doktora yapmış birisi olarak söylüyorum, bu kadar nüfus ya ülkenin yıkılmasına ya ülke kurulmasına sebep oluyor. Dolayısıyla Türkiye Esad'la görüşmesi gerekiyor. Devletler duygusal yönetilmez. İyi niyetle devlet yönetilmez. Muhacir, ensar hikayesi havada. Bunlar gelen muhacirlerle, peygamberimiz döneminde gelenlerle alakası olan göç değil bu. Yönetilen göç bu. Amerika göçmenlerin Suriye'ye gönderilmemesini istiyor. Soros gönderilmemesini istiyor. O zaman YPG'nin nüfus dengesi bozulacak Araplar geri döndüğü takdirde.

        REKLAM

        "BUNLARI SÖYLEYENLER YA CAHİL YA DA KASITLI SÖYLÜYOR"

        Bu kadar nüfusun gönderilmesini istemek bazıları tarafından faşist, insani olmadığı ifade ediliyor. Bir ülkenin geleceğini güven altına almak ne zamandır faşizm oluyor, ne zaman insanlık dışı sayılabilir. Yunanlara kimse bir şey demiyor. Ama Türkiye Esad'la anlaşsın, ülkelerine gönderilsin dendiğinde 'Bunlar faşist, ırkçı' diye ifadeler kullanıyorlar. Bunları söyleyen ya cahil, bilgisiz yahut kasıtlı söylüyorlar; hainlik yapıyorlar. Esad defalarca af çıkardı. Asker kaçakları da dahil olmak üzere. Güvenip güvenmeyeceğinizi görüştüğünüzde belli olur. Birtakım garantiler sağlanabilir. YPG'ye karşı ortak hareket edilebilir diyor. Esad kendi ülkesinin işgal edilmiş topraklarını kurtarmak istemez mi, terörden arındırmak istemez mi?

        "GÖÇMENLER TÜRKİYE'YE BELLİ BİR HEDEFLE GETİRİLDİ"

        Esad veya babasının kimlik vermedikleri kesim Kürtler. Ama Kürtler gelmediler ki, Araplar geldi. Onların kimlik sıkıntısı yoktu. Fakir miydi, tam tersine orada taş konaklar, malikaneler yapılmıştı, 3 milyona satılıyordu. Madem fakir ve işlevsiz kişiler Türkiye 200 bin kişiye nasıl vatandaşlık verdi? Gelenlerin hepsi vasıfsız değil demek ki. Daha fazlasına verildiğini düşünüyorum. Geçmişte Van bölgesinde 40 bin kişilik Amerikan emeklilerine konut yapılması söylenmişti. Mesut Yılmaz döneminde. Tarih Kurumu Başkanı'ydım 'Buraya Ermeniler getirilecek' demiştim, vazgeçilmişti. Bugün bazı Ermeniler, Arap olarak Türkiye'ye getirildiler. Bu göçün organize olduğunu düşünüyorum. Suriye'den gelenler hadi savaştan kaçarak geldiler. İran, Afganistan'dan konvoylar halinde girenler sınırdan nasıl geçtiler? Böyle baktığınızda Türkiye'ye gelen göçmenlerin belli bir hedefle getirdiklerini düşünüyorum. Uyarıyorum; bunlara ayrıca bakın. Bu insanlar bir taraftan köle gibi çalıştırılıyor. Adamlar 3 bin liraya çalıştırıyorlar. Sosyal güvenceleri var mı? Yok. Madem insanlığa önem veriyorsunuz, o zaman bu adamları asgari ücret düzeyinden çalıştırın, vergi alın. Bunları normal SGK'lı yaparsanız, hastanelerde bizim işçilerimiz hangi ödemeyi yapıyorsa bunlar da yapsın. Bakalım Türkiye'de dururlar mı?

        "GERİ GÖNDERİLME KONUSUNDA SIKINTILAR YAŞANABİLİR"

        REKLAM

        Bugün Suriye ile Esad'la diyalog kurulması isteniyor. Ben günaydın diyorum ama yine de zararın neresinden dönerseniz kârdır. Bu şartlarda Esad sizinle hangi ölçüde görüşür? Güven duyar mı? Bütün mesele bu. Geçen yabancı ajansa beyanatta bunu söylüyor; ne kadar güvenebilirim diyor. Orada ÖSO, El Kaide uzantıları var. Orada Türkmenler de var. Bunlar çocuklarıyla askerlik yapabilecek insanlar Türkiye'ye göç ettiler. Ukrayna'da kadınlar savaşmak için Rusya'ya gitti. Kendi ülkesini müdafaa etmeyen Türkiye'yi nasıl müdafaa edecek yarın problem çıkarsa. Şu şartlarda Esad'ın Türkiye'ye güven duymayacağını düşünüyorum. Ancak Rusya'nın baskısıyla, Türkiye'nin birtakım tavizler vermek suretiyle görüşme yapılabilir. Ama kesin sonuç vereceğini düşünmüyorum. İnsanların geri gönderilmesi konusunda sıkıntılar yaşanabileceğini düşünüyorum.

        ÖNHON: UÇAĞIN DÜŞÜRÜLMESİYLE RUSYA İLE TÜRKİYE SAHADA KARŞI KARŞIYA GELDİ

        2012'de 1. Cenevre görüşmelerinde rejim toplantılarda yoktu. Türkiye, ABD, Rusya ve diğer ülkelerin dahil olduğu uluslararası konferans. İşin sahipleri ortada yoktu. Bu toplantı sonunda ortaya kağıt çıkarıldı. Geçiş süreci yaşanmasını öngörüyordu. Yeni bir anayasa yapılacak, seçim kanunu yapılacak, seçimler yapılacak, herkesin dahil olabileceği seçimler. Arada bir geçiş hükümeti kurulması ve ondan sonra da halkın serbest seçimle işbaşına getireceği kişilerin ülkeyi yönetmesi. Burada geçiş sürecinde esas mesele Esad'ın ne olacığıydı? Muhalifler hiçbir şekilde kalmaması düşüncesindiydi. Diğer ülkeler bir şekilde Esad'a geçici bir yer verileceği yönündeydi. İkinci Cenevre Toplantısı'na rejim ve muhalifler de katıldı. Önemliydi. Pek bir netice sağlanamadı, birbirlerine girdiler. Viyana açıklamaları olarak bilinen ve İran'ın da ilk kez dahil olduğu toplantı vesilesiyle BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı çıkartıldı. 2015 yılında Rusya'nın savaşa dahil olmasından sonra saha çok karıştı. Sert ve keskin bir hal aldı. Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesiyle yeni evreye girildi, farklı boyuta geçildi. Rusya ve Türkiye sahada karşı karşıya geldi. Bir taraftan Halep kuşatılmış, rejim muhalifleri, muhalifler rejimi kuşatmış. DEAŞ sahada iyice hakimiyetini kurmuş, halifeliğini ilan etmiş. Radikal cihatçı örgütler her tarafta. Bu ortamda Türkiye, Rusya veya karşılıklı hamlelerle Astana sürecini başlattılar. Astana sürecinin sonunda, Halep'in rejimin yeniden ele geçmesiyle bağlantılı. 2015'te ABD ile Rusya arasında sahada gayet yakın işbirliği oldu. Ateşsek tesis edildikten kısa bir süre sonra Amerikalılar Deyr Zor bölgesinde Esad'ın askerlerini vurdular, bunu yanlışlıkla yaptıklarını söylediler.

        "CİHATÇI GRUPLARIN NE OLACAĞI MERAK KONUSU"

        REKLAM

        Esad yönetimi bu saldırıdan sonra ateşkesin sona erdiğini ilan etti. Daha sonra Astana'da toplanıldı. Çatışmasızlık bölgeleri oluşturuldu. Bu bölgelerde muhaliflerden 'Rejimle birarada yaşamayız' diyenler otobüse bindirildi İdlib'e doğru yola çıkarıldı. Diğer muhalifler silahını teslim ettiler. Bir süre sonra Rusya ile Suriye yeni anlaşmalar imzaladı. Kalan muhalifleri orada yaşam hakkı tanımadığı, sürdüğünü gördük. O çatışmasızlık bölgeleri anlaşmaları Doğu Guta, Dara ve Humus bakımından tamamen rejim kontrolüne geçen bölgeler olarak yerini aldı. O dönem Türkiye'nin birtakım şikayetleri oldu, biz niye bu sürece dahil olmadık diye. En son muhaliflerin toplandığı yerin İdlib olduğunu gördük. Savaştan evvel 1-1,5 milyon nüfusu olan bir yer. İşleri daha da karıştıran bu bölgenin ele geçirilmesi oldu. Ortada şu anda çok sayıda silahlı grup var. Özgür Suriye Ordusu var. Şimdi Suriye Milli Ordusu olarak geçiyor. Bunların içinde farklı dünya görüşlerini benimseyen gruplar var. İkincisi radikal cihatçı gruplar var. Bu grupların Suriye halkıyla pek ilgileri yok. Kendi ideolojileri peşindeler. DEAŞ ortaya çıktı. Yabancı savaşçılarını oluşturdu. Türkistan'dan, Afganistan'dan gelen gruplar ortaya çıktı. Gruplar arasında geçişkenlik çok fazla. Bir gün ılımlı sayılabilecek grupta savaşan kişinin kısa bir süre sonra DEAŞ'a katılabildiğini görüyorsunuz. Savaş sözkonusu olunca silahınız olması lazım. Silah tedarik konusunda radikal cihatçı grupların geniş imkanları var. Bir gün Suriye'de, öbür gün Yemen'de, öbür gün Mali'de savaşıyorlar. Silah bulmak bunlar açısından konu değil. Ayrıca saflarında savaşanlara o şartlar altında önemli para olan 200 dolar kadar maaş da veriyorlardı. Bu gruplar birçoğu halen şu veya bu şekilde sahada mecburiyetini devam ettiriyor. Bunların ne olacağı önümüzdeki dönemde merak edilen soru.

        "TÜRKİYE TARAFINDAN İHTİYAÇ GÜDÜMLÜ ARA DÜZELTME HAMLESİ"

        Türkiye harekatlar yaptı. Zeytindalı, Fırat Kalkanı, Barış Planı ve ayrıca İdlib'de yaptığımız harekatlar var. 400 kilometreyi kendimize yakın gördüğümüz grupların kontrolü sözkonusu. Son Mayıs ayından bu yana harekatlarımız eksik kaldı. Oluşturmak istediğimiz 30 kilometre derinlikteki güvenlikli bölgeyi oluşturamadık. Hala topraklarımıza yönelik saldırılar var. Mayıs ayında harekatla ilgili açıklamalar duyduk. Münbiç, Tel Rifat diye isimler de duyduk. Ondan sonra 8 Ağustos'ta sayın Cumhurbaşkanı'nın Soçi dönüşünde, uçakta yaptığı açıklamalardan farklı resim ortaya çıktı. İki ülkenin istihbarat kuruluşları arasında zaten görüşmeler oluyordu. Bir ara kesildiği söyleniyordu. Rusya'nın bir harekatın çözüm olmayacağı söylendi. Farklı bir tartışma konusu ortaya atıldı. Soçi sonrası açıklamalardan sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun açıklaması geldi. 'Evet bunu yapıyoruz, önceden planlanmamış şekilde Suriye Dışişleri Bakanı ile konuştum' dedi. Sonra farklı şekle büründürüldü. Ukrayna dönüşünde farklı açıklamalar oldu. Bir anda değişik döneme girdiğimizi hissediyoruz. Hakikaten o kadar farklı şeyler söyleniyor ki, insanın kafası karışıyor. Belli olan şu; yeni bir evreye geçtik ve Türkiye tarafından ihtiyaç güdümlü ara düzeltme hamlesi yapılıyor. Harekattan söz ediliyor ama bu harekata ne müttefiklerimiz ne de bölgesel işbirliği ortaklarımız izin veriyor. İki taraf da karşı olduğunu dile getirdi. Bu çok büyük risk. Türkiye bu riski almaya göze almıyor demeye dilim varmıyor. Şimdi sanki bir şekilde bu krizi Esad yönetimiyle bir şekilde sona erdirmek. Bu kadar yıl niye kaybettik? Bunun cevabını siyasi karar vericiler vereceklerdir.

        "ŞAM'I GÖZARDI EDEREK ÇÖZÜM PEŞİNDE KOŞMAK GERÇEKÇİ DEĞİL"

        REKLAM

        Her iki taraftan hem Türkiye hem iktidar hem muhaleet tarafından olayların kolay çözüleceği gibi söylemler kullanıldığını görüyorum. Buna katılmıyorum. Esad'la görüşülür tüm sorunlar çözülür düşüncesine de katılmıyorum. Böyle bir şey olmaz. Şam görüşme yapılacak olan odaklardan elbette birisi. Şam'ı gözardı ederek çözüm sürecinin peşinde koşulması gerçekçi değil. Şam'la hem Türkiye'nin hem de muhaliflerle rejimin masa etrafında biraraya gelip, kendi sorunlarını çözmeleri için uluslararası camiayla birlikte gerekli destekte bulunmak lazım. Uluslararası camianın desteği, teşviği olmadan bir şey olacağını düşünmüyorum. Rusya, Türkiye, İran bir şekilde masanın etrafında olacaklar ve tarafları teşvik edecekler.

        "ATILAN ADIMLARIN DOĞRU OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM"

        Esad rejiminin esas meselesi sorunu çözdüğü takdirde, gücünü kaybedeceğinden korkuyor. Öyle bir çözüm bulalım ki, gücümü kaybetmeyeyim, idaremi devam ettireyim. Geçen Mevlüt Çavuşoğlu'nun açıklamaları büyük tepkiye neden oldu. Mutlaka provokatörler de girmiş olabilir. Bu insanlır yıllardır rejimle savaşıyorlar. Kendilerine karşı kimyasal kullanıldı, işkenceler edildi, hapishanelere girdiler. Şimdi bu isimlere 'Esad'ı ortak olarak kabul ediyor musun' denilince şiddetle karşı çıkıyor. 'Esad mahkeme önüne çıkması gereken savaş suçlusudur' deniyor. Her iki tarafta aklı başında, sağduyulu insanlar var. Önümüzde çok zor bir süreç var. Birçok mesele var. En büyüğü de sahada gündemleri ve öncelikleri birbirinden çok farklı, çok zaman çatışan farklı aktörlerin olması. Rusya, Amerika, İran, Türkiye, Arap ülkeleri, İsrail. Çok değişik görüşler var. Bunların ortak paydada buluşması nasıl olabilecek? Siyasi ortamın olmadığı ortamda ne kadar yaratıcı olursanız olun tarafları biraraya getirmek çok zor olacaktır. Atılan adımı doğru olduğunu düşünüyorum. Ama bunun nasıl yürütüleceği konusunda birçok soru işareti var. Esad'la Erdoğan görüşür sorunlar biter. Esad'a gider sığınmacıları geri al deriz, o da geri alır demek, bunlar ideal dünyada olacak şeyler, maalesef ideal dünyada görüşmüyoruz sığınmacılar konusunda.

        REKLAM

        PROF. HALAÇOĞLU: NEDEN SURİYE'NİN ZENGİNLİĞİ DEĞİL DE BİZİM ZENGİNLİĞİMİZ?

        Bazı şehirlerde nüfus dengesizlik ortaya çıkıyor. Bu başımıza bela. Kilis, Hatay, İstanbul. Bu büyük problem. Elinizde sihirli değnek yok elinizde. Esad'ın bir defa güven duyması lazım size. Herhalükarda Türkiye'de çok önemli miktarda Suriyeli kendi evlerine dönebilir. Büyük çapta dönebilir. Türkiye'deki yaşam tarzlarına bakacaksınız. Kendi toprağında yaşamak onun için rahatlık verecektir. Ama gittiği zaman güven duyması lazım. Türkiye'nin desteklediği gruplarla Şam arasında büyük çatışma var. Esad'ın güven duyacağı bir ortam meydana gelecek olursa önemli miktarda nüfusu oraya nakledebilirsiniz. En azından şöyle düşünün Beyoğlu, Beyazıt, Laleli, Aksaray'da büyük yığınların büyük çapta gitmesi sözkonusu olur. Burada kolaylık sağlamamanız gerekiyor, vergi almanız gerekiyor. Çünkü bunlar sığınmacı değil, geciçi koruma statüsünde. İçişleri Bakanı '700 bin çocuk oldu, bunlar bizim zenginliğimiz' dedi. Suriye'nin zenginliği değil de neden bizim zenginliğimiz?

        "BUNLAR KENDİ ÜLKELERİNİ SAVUNMAYIP BİZE GELEN İNSANLAR"

        Moğollar geldiği zaman Anadolu aynı akıbete uğramıştı. Devletler yıkılıyor. Arzu etmiyoruz ama söylemek zorundayız, bu nüfus Türkiye'nin başına beladır diyorum. Entegrasyon olamıyor. Efendim Rumeli'den bir sürü göç oldu deniyor. Oradan gelenler Çanakkale'de savaştılar. Bunlar kendi ülkelerini savunmayıp, bize gelen insanlar. Türkler Almanya'ya gitti diyorlar. Türkler oraya çalışmaya gittiler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken buna benzer ifadeler oldu. Damad Ferit zihniyetinde insanlar oldu, İngilizlerle işbirliği yapanlar oldu. Bütün bunlar durup dururken, bu hadiseler meydana gelmedi. Bizde birtakım isyanlar oldu. 1920'de Koçgiri isyanı, Şeyh Sait isyanı, Dersim isyanı oldu, kim destekledi? 1937'de Hatay meselemiz vardı. Seyid Rıza'ya kim silah gönderdi? Bütün bunların belgesi ve raporu var elimizde.

        "ESAD'A GÜVEN VERMELERİ LAZIM"

        REKLAM

        Lübnan'a gidenler, Ürdün'e gidenler nerede? Türkiye'nin her tarafına dağıtıldılar. Türkiye'de her tarafa dağılmış insanlar. Van'dan Edirne'ye kadar. Nasıl kontrol edeceksiniz? Bizi zenginliğimiz diyorsunuz, neden Suriye'nin zenginliği olmuyor, Avrupa'nın zenginliği olmuyor da benim zenginliğim oluyor. Botlarını batırıyorlar, geri sürüyorlar, zulümler yapıyorlar. Kimse demesinler bana, bunlar müslüman kardeşlerimiz diye. Ne kadar müslüman oldukları şüpheli. Devlet duygusal yönetilemez. Bu insanları Esad'ın zulmüne bırakamam diyor, evet bırakma ama onları nasıl muhafaza edeceğimizi düşün. BOP'un eşbaşkanıyım diyordu Cumhurbaşkanı o tarihte. Şu an hükümetin bu şekilde diyalog kurma çalışmaları geç de olsa doğrudur diyorum. Ama kısa vadede çözemez. İkincisi güven vermeleri lazım. Esad'a güven verecek olursanız o zaman geçici koruma altındaki insanları büyük çoğunluğuyla gönderme imkanı verebilirsiniz. Çünkü bunlar Esad'dan kaçmadı, DEAŞ'tan ve savaştan kaçtı.

        ÖNHON: BU NE TÜRKLÜĞE NE DE AHLAKA SIĞARDI

        Halaçoğlu hoca ile farklı bir şey söylemiyoruz esasında. Buradaki Suriyeliler geçici koruma altındaki kişiler. Başından beri izlediğimiz çizginin bu duruma gelmemizde büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Öyle bir söylem değişikliği ortaya koyduk ki. Açık kapı politikası izliyoruz dedik. Savaştan kaçan insanlara kapıları kapamamız mümkün değildi. Bu ne Türklüğe, ne ahlaka sığardı. Başta biz Suriyelilere 'siz geçici koruma altındasınız' dedik. Fakat ondan sonraki dönemde o kadar farklı söylemler kullandık ki, 'artık bizdensiniz, hiçbir güç sizi gönderemez' dedik. Bu insanlar da 'ben artık burada kalıyorum' diye görmeye başladılar. Baştan parametreler belirlenseydi, o zaman belki bugünkü noktaya gelmezdik.

        "TÜRKİYE'DEN GİDEN İNSANLAR KÖPRÜ ROLÜ OYNAYACAK"

        REKLAM

        İnsani bir mesele bir anda Türk iç siyasetinin malzemesi haline geldi. İç siyasete malzeme olan konunun maalesef hayırlara vesile olmayabileceğini de düşünüyorum. Umuyorum ki sığınmacılar meselesini daha da kabuğundan çıkararak farklı noktalara gidebilecek boyutlara taşımayız. Provokasyona çok açık konu. Türkiye'nin son derece net olması lazım. Bu olaylar sona erdiği zaman ülkenize geri döneceksiniz ki, ülkenizin yeniden imarına yardımcı olun. Suriye'de yeniden imar süreci yaşanacak. Bu süreçte Türkiye'nin çok önemli rolü olacak. Binalar yeniden yapılacak. Bunları Kanada gelip yapmayacak herhalde, Türkiye'nin rolü olacak. Türkiye'den giden insanların köprü rolü olacak. Ülkemizdeki Suriyelilerin önümüzdeki dönemde de katkıları olacak. Vizeler kalkınca 1 milyon Suriyeli insan buraya geliyordu. Gelecekleri, dönecekleri zaman belliydi. Biz olaya ırkçı şekilde yaklaşmıyoruz. Dünyanın hiçbir ülkede, herhangi savaşta bir ülke 4 milyon insana bakmamıştır. Bu hakikatan büyük yük. İdari tarafta yanlışlar yapıldı. Yusuf Hoca'ya katılmadığım konu; bu insanlar Esad'dan kaçmadı dediniz. Bu insanların pekçoğu Esad'dan kaçtı. Elbette DEAŞ'tan, YPG'den kaçtı, savaştan kaçtı. Sığınmacılar açık kolla karşılanacaklarını bilselerdi zaten gitmişlerdi. Gitmemelerinin temel nedeni burada hastanede bedava tansiyon ölçtürmeleri, ameliyat olmaları değil, korkuyorlar gitmekten. Bayramda sınırın ötesine geçip, köylerine gidiyorlar, bizim bölgelerimize gidiyorlar.

        PROF. HALAÇOĞLU: Şam'a gidenler oldu.

        ÖNHON: 2011'DEKİ OLAYLAR MÜSLÜMAN KARDEŞLER KAYNAKLI DEĞİLDİ

        Evet biliyorum. En azından korku faktörünü gerekçe olarak kullanabilir. O gerekçe ellerinden alınmalı. Şam'da çözüm bulmak ve Esad'ı bu insanların geri gelmelerini kabule razı etmek. Müslüman Kardeşler meselesine gelelim. 1980'lerde Suriye'de yaşanan büyük çatışmalar. Hama katliamı. O bir Müslüman Kardeşler ayaklanmasıydı. Bu sefer 2011'de yaşanan olaylar Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkardığı ayaklanma değildi. Elbette Müslüman Kardeşler rejime karşı. Yurt dışında kolları var. Suriye'de az güçleri vardı. O dönem Esad'la görüşüldüğünde kendisine 'Önümüzdeki dönemde siyasi sistemde sadece Baas partisine üye olan insanları değil; çünkü Suriye anayasasına göre sadece Baas partisine üye olanlar siyaset yapabiliyordu. Muhalif olarak nitelenen çevre ve kişileri dahil edin' denildi. Bunun içinde Müslüman kardeşler de vardı. Haddamcıları davet edin, 70'de Baas partisi iktidara geldiğinde ülke dışına kaçan grupları dahil edin, Baas partisiyle irtibatı olmayan Suriyelileri de dahil edin dendi.

        "MISIR DEĞİL AMA SURİYE SEÇİM KAYBETTİRECEK VEYA KAZANDIRACAK KONUDUR"

        Müslüman Kardeşler odaklı oldu mu, olmadı mı böyle bir şeye şahit olmadım. Genel çerçevede muhalifleri de siyasi sisteme dahil edin denildi. Benim şahitliğim o temelde. Bu güven çok önemli bir unsur. Güven tesis etmek uzun süren iş, güvenin ortadan kaldırılması birkaç kelime ve 1 dakikada olabilir. Esad'ın Türkiye'ye karşı bir güvensizliği olacaktır. Şam'dan bakıldığında, Türkiye'nin topraklarını Suriyeli muhaliflere ve sığınmacılara açmasaydı, bu kriz bu kadar sürmezdi görüşü hakim bir görüş. Türkiye'de de deniliyor ki, o gün çok yakın olduğunuz Esad bizim telkinlerimizi, tavsiyelerimizi dinleseydi, bugünlere gelmezdi, Esad bizi kandırdığı için olaylar bu noktaya geldi. İki tarafın güvensizliği olduğu kesin. Sonuçta hiçbir kriz sonlanmadan kalmıyor, uçağın havada kalmadığı gibi. Türkiye açısından baktığımızda bana göre yaklaşmakta olan seçimlerin yeni Suriye politikasının evresinde önemli yeri var düşünüyorum. Türkiye'nin sinir uçlarına dokunan işler var. Mısır'la ilişkilerimiz diplomat, akademisyen, konuyu takip eden basın mensupları, ticaret yapan işadamlarımız bakımından önemli. Mısır'la ilişkiler Türkiye'de oy kazandıracak, kaybettirecek olay değil. Ama Suriye kaynaklı sığınmacılar vs. Türkiye'de oy kaybettirecek konu. İktidarın bu yükü mümkün olduğu kadar sırtından atarak, hafifleyerek seçimlere gitme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

        "ESAD TÜRKİYE İLE SÜREÇ BAŞLATILMASINA KARŞI ÇIKAMAZ"

        Burada önemli olan bir şekilde sığınmacılar meselesinde tam çözüm sağlayamasam bile bakın şu kadar başardım, önümüzdeki dönemde başaracağım demek. Esad açısından baktığımızda şu anda iktidarını korumanın peşinde. İç savaşın kazananı olarak görülebilir. Ama topraklarının yüzde 60'ını kontrol edebiliyor. O topraklarda bile çok ciddi sıkıntılar var. Güney bölgelerde çatışmalar yaşanıyor. Ciddi başı dertte. YPG ülkenin yüzde 30'una hakim. Petrol sahaları, tahıl ambarı, su kaynakları YPG'nin elinde. Ekonomiye bakıyorsunuz berbat durumda. Hakikaten çok kötü durumda. Esad'ın koltuğunu koruyabilmesinin en önemli unsurları Rusya ve İran. Bugün Rusya başına taş düşse, Esad'dan başını çektim dese, İran'ın ben de yokum dese Esad'ın koltuğunu muhafaza etmesi sözkonusu değil. Esad bir şekilde iktidarı elinde tutmak istiyor. Türkiye'yi sevse de sevmese de Rusların da desteğini yanında hissederek kendine göre belli şartlarda Türkiye ile süreç başlatılmasında nihai kertede karşı çıkmaz diye düşünüyorum. Herhalükarda ihtiyacı var. Güvenin Türkiye'nin şu andaki yöneticileri ile Suriye'nin yöneticileri arasında eskiye dönüş yapılabileceğine, o sıcaklıkta, 2011 öncesine dönülebileceğini pek düşünemiyorum. Ama yanyana yaşamak zorunda olan iki ülkenin önümüzdeki dönem bir şekilde ortak paydada buluşmalarını da imkansız görmüyorum. Her iki ülkenin de son derece kaygılı olduğu konu var. O da Kürt meselesi diyelim Suriye'de. YPG, ülkenin toprak bütünlüğünün korunması. YPG sonuçta hem Türkiye'ye hem Suriye'ye tehdit. Rusya da onları koruyor ama Türkiye ile Esad yönetiminin ortak kaygısıdır YPG. Mesela işbirilği yapılabilecek konulardan biridir bu. Stratejik gereksinimler, öncelikler ABD'nin önümüzdeki dönemde belki tutumunu yumuşatması sonucunu verebilir. ABD böyle iken Rusya bizim yanımızda mı? Hayır. Rusya'da PKK terör örgütü olarak tanınmıyor. Lavrov aleyhimize olan olumsuz, ikircikli tutumumuzu ortaya koydu.

        HALAÇOĞLU: TÜRKİYE ÇÖZÜMÜ ESAD'LA GÖRÜŞEREK YAPMAK ZORUNDA

        Devletler arasındaki ilişkilerde ne ilanihaye düşmanlık ne dostluk olur. Biz Amerika'ya ne kadar güvenebiliriz. Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, Doğu Akdeniz'de. Burada Suriye bizim sınırdaşımız, güven vermek zorundayız, anlaşmak istiyorsak. Türkiye sadece YPG'ye karşı Esad'la birlikte hareket etmez, aynı zamanda Libya ile imzaladığımız münhasır bölgeler anlaşması yapabiliriz. Sığınmacı denilen geçici koruma altındakiler hangi bölgelerden geldi? Madem Esad kendi halkına karşı canilik yapıyor. Sadece kuzeydekilere mi yapıyor? Şam bölgesinde dünya kadar insan var. Bunların hepsi Nasturi değil. Esatla aynı inanca sahip değil. Bir sürü sünni insan var. Bize gelenler hangi bölgelerden geldi ona bakmak lazım. Askere gidip savaşmak istemeyenler büyük çoğunlukla geldi. Esad'dan korkarak gelmedi insanlar. Tabii ki onun payı da var. Şimdi sivil halkı bombalayan büyük devletler az mı cani? Başka insanlara canilik yapanlarla niye görüşüyoruz? Türkiye'nin çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yapmak zorundayız. Bayramda rahatlıkla 30-40 bin kişi ülkesine gidebiliyor. Dünyanın hangi tarafında yeniden geri kabul edilebiliyor. Kesinlikle çözümü Türkiye Esad'la görüşerek yapmak zorundadır.

        ÖNERİLEN VİDEO

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ