Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Oyun müziklerine hayat veren çipler, Bir zamanlar Micro Genius, Commodore 64 ve Gameboy’dan hatırladığımız 8 ve 16 bit müziği, yani Chip Tune’u hazırlamak için bir elektrik mühendisinin donanımına sahip olmanız gerektiğini biliyor muydunuz?

        Sırma KARASU / HT CUMARTESİ

        Her sene farklı bir ülkede elektronik müzik üssü kuran Red Bull Music Academy’nin bu seneki adresi, elektronik müziğin anavatanı Tokyo. Geçen hafta hem akademi ortamını görmek hem de Electronic Music of Arts Festival, EMAF2014’e katılmak için Godzilla’nın memleketindeydim. Tokyo, bir akademi dolusu DJ, ses tasarımcısı, müzisyen ve prodüktörün giyim kuşam ve tarzlarıyla kalabalığa karışıp “normal” olabilecekleri ender yerlerden. Japonya’da en şaşırdığım şey; izlediğim animelerden ve oynadığım video oyunlardan dolayı, Japon popüler kültürüne olan hâkimiyetimdi. Sadece Gwen Stefani’nin klipleriyle ünlü olan Tokyo Harajuku istasyonuyla özdeşleşmiş Harajuku kızlarından bahsetmiyorum. Japonlar moda, müzik ve fantastik canavarlar gibi enteresan mevzulara duydukları tutku sayesinde hem popüler hem de geleneksel kültürlerini pazarlamak konusunda inanılmaz başarılılar. Bir dünya düşünün ki metro adab-ı muaşeret kuralları yetişkinlere dahi ayıcık ve kedicikli posterlerle, grafiklerle anlatılıyor. Bunların hepsini tesadüf sanan yanılır! Zira Japonlar rengârenk olmanın, “kawaii”, yani şirin grafiklerin ve primitif sinyalleri andıran müziklerin insanı ne kadar mutlu ettiğini gayet iyi biliyorlar.

        Elektronik müziğin çıkış noktası sayılan 8 ve 16 bit Chip Tune Music, yani “atari müziği” dünyada gençlik altkültürünün bir parçası sayılırken Tokyo’da metro istasyonlarından, kozmetik dükkânlarına hâlâ hayatın fon müziği. Bilgisayarda can sıkıntısından yapılan arka arkaya eklenmiş loop’lardan bahsetmiyorum. Bu müziğin belli bir algoritması, alt metinleri, bestesi ve tasarımı var. Gitar, piyano gibi geleneksel çalgıların yerine elektrik akımları, teller, çipler ve synth’ler kullanılıyor. Mekânın Tokyo, katılımcıların da zamanında oyun müzikleriyle haşır neşir olmuş müzisyenler oldukları göz önünde bulundurulunca, Red Bull Müzik Akademi’nin bu seneki belgeseli şaşırtıcı değil: Japon video oyun müziklerini konu alan “Diggin’ in the Carts”... Bu şahane belgeselin yönetmeni, Yeni Zelandalı Nick Dwyer, yaşı ilerlemesine rağmen video oyunların grafik ve müziklerinin verdiği naif mutluluğu başka şeylerden elde edemeyip konu üzerine kafa yoran tiplerden. Super Mario’nun mantarları, Sonic’in deparı, Pac-Man’in kız arkadaşının kurdelesi gibi çocukluk hazinelerini “işi” haline getiren Dwyer’la Tokyo’da görüştüm. Dwyer’a göre de bugünlerde yapılan büyük prodüksiyonlu oyun müzikleri, 80’lerin 8 bit müziklerinin o naif ruhunu asla taşımıyor.

        Video oyun ve atari oynayarak büyüdüm. Yaşım ilerledikçe oyunları oynadığım konsollar değişti; Commodore, Gameboy, Super Nintendo ve diğerleri... Ama müziklerin bende yarattığı etki hiç değişmedi. Beni elektronik müzikle bu oyunlar tanıştırdı. En büyük şansım da Nintendo’nun Japon versiyonunun olmasıydı, böylece dünyanın birçoğunun ulaşamadığı Japon oyunlarına erişme imkânım oluyordu. O zamanlar şans saydığım şey şimdi internetin sunduğu imkânlar yanında sağda sıfır kalır.

        Oyun indirmekten mi bahsediyorsunuz?

        Oyunlara erişim elbette çok önemli. Ancak internet teknolojilerinin geçmişle bugün arasına köprü kuran esas olayı, kafanızdan atamadığınız müziklerin bestecilerine ulaşabilmek. Bu projemden önce Yeni Zelanda’da “Dünya’dan Müzikler” belgeseli yapmıştım ve Japonya için yine video oyunlarının müziklerini seçmiş, Tetris, Super Marioland ve Duck Hunt gibi kült oyunların bestecisi Hirokazu Tanaka ile röportaj yapmıştım. 10 yıldır Red Bull’a çalışıyorum, bu sene Tokyo seçilince konuyu derinlemesine araştırmak için projeyi sundum ve kabul edildi.

        Belgesel sadece Süper Mario türevi platform oyunlarını mı kapsıyor?

        En ünlü kadın video oyun müziği bestecisi olarak tanınan, Street Fighter’ın müziklerinin bestecisi Yoko Shimomura da var, Tekken serisinin bestecilerinden olan Yoshie Arakawa da... Kriterimiz, oyunun ve müziğin kültleşmiş olmasıydı. Japon “role playing game”leri (RPG) bile dahil ettik. Belgesel boyunca sadece video oyun müziği bestecileriyle konuşmakla kalmadık, Flying Lotus, Dizzee Rascal, Kode 9 gibi günümüzün popüler isimleriyle de bu müziklerin onların hayatlarındaki yeri üzerine konuştuk.

        “Diggin’ in the Carts’ı” izleyenler zaten görecekler ama son yıllarda oyun müziklerinin nasıl yazıldığından biraz bahseder misiniz?

        80’lerin başında her şey tamamen analog. O dönemlerde müzik yazmak için teller çip ve cihazlara tek tek bağlanıp rakamlar giriliyor. Bilgisayar programı yazmaktan farksız. Aşırı yüklenmeden ROM yanarsa aynı süreç en baştan bir daha. Sonraları “Ayrımsal Darbe Kod Kiplenimi” (DPCM) adı verilen bir sinyal kodlayıcı kullanılıyor. Kısacası o sıralarda video oyun müziği yapmak uzay aracı kullanmaktan farksız!

        8 ve 16 bit müzik dönemlerinde oyunlar daha basitti, ancak yine de oyunların gerilim noktaları, dolayısıyla gergin müzikleri vardı. Silent Hill, Resident Evil ve Final Fantasy gibi oyunlar için orkestralar ve klasik müzik eğitimli besteciler müzik yazıyorlar. Bunu oyun müziklerinin evrimi olarak tanımlayabilir miyiz?

        Belgeselde amaç kısıtlı imkânlara ve engellere rağmen ne kadar iyi işler çıktığını, nasıl büyülü dünyalar yaratıldığını göstermek. Son bölümlere doğru 24 bit müzik, yani CD-ROM oyunlarının müzikleri de ele alınıyor. Teknolojik imkânlar arttıkça oyun müzikleri tıpkı film soundtrack’leri gibi ayrıca satılan, sahne sahne bestelenen müzikler halini aldılar. Mesela Metal Gear Solid serisinin müziklerini Grammy adayı Herry Gregson-Williams yaptı.

        Aslında müzik oyunların öyle ayrılmaz bir parçası ki Grand Theft Auto, PES, FIFA gibi seriler neredeyse sadece popüler müzik kullanıyorlar.

        Bu, müzisyenlerin tanınırlıkları için faydalı. Ama ben yine de müziklerin lisanslanmasından değil oyuna özel bestelenmesinden yanayım. Besteciler müziği doğrudan oyun için yaptıklarında “Oyuncunun oyun deneyimini nasıl geliştirebilirim” gibi sorulara kafa yoruyorlar.

        Namco, Sega gibi çipli oyunun önemli markalarının bestecilerinin eğitimi neydi?

        Her ne kadar 80’lerde oyunlara müzik bestelemek bir elektrik mühendisininki kadar teknoloji ve elektrik bilgisi gerektirse de dönemin tüm ikonik bestecileri Yamaha Müzik Okulu gibi prestijli ve klasik müzik eğitimi veren okullardan... Japon kültüründe bir şirkette çalışmak bir aileye ait olmak gibi olduğundan marjinalize olmak istemeyen tüm müzisyenler oyun müziği besteciliğine yönelmiş. Sonuç olarak hem düzenli bir işiniz var hem de müzik yapma imkânınız.

        Peki ya bugün?

        Şimdilerde de aynı ait olma, sabah-akşam vardiyalı çalışma durumu söz konusu. Ancak işin eğitim kısmı biraz farklı. Artık Japon konservatuvarlarında oyun müziği kompozitörlüğü gibi bölümler var ve donanım bilme gerekliliği bilgisayar programları sayesinde çok daha düşük.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ