Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Kendi şehrinizde tatili hiç denediniz mi? İşte İstanbul'da hiçbir masraftan kaçmadan iki kişilik lüks tatilin faturası...

        Ece ULUSUM /HT PAZAR

        FOTOĞRAFLAR: M. Emin DEMIREZEN

        Bazen tatile çıkmadan yorulur insan; maliyeti de gözünde büyür. Aylar öncesinden yeri ayarla, uçak biletlerini al, yollara düş, bilmediğin bir şehirde kötü sürprizlerle karşılaş, sonra da bu yorgunluğu kredi kartına 12 taksitte öde! Peki kendi şehrinizde bir tatili hiç denediniz mi?

        Biz denedik. Zorlu yolculukları, yabancı dil sorununu, döviz hesaplarını silip attık. İstanbul’da hiçbir masraftan kaçmadan iki kişilik lüks bir tatile çıktık. Şehrin göbeğinde 5 yıldızlı otelse otel, lüks otomobilse otomobil, yemekse yemek ve daha neler neler... Bakın kaç lira ödedik?

        Küçük valizimi tatil için hazırladım; güneş kremi, yürüyüş ayakkabıları, gözlükler, harita... Her şey tamam. Arkadaşım Emin Demirezen ile yıllardır yapmak istediğimiz tatil planını bugün gerçekleştirecektik. Levent’ten bir otobüs sonra taksi ve otele geldik. İstanbul tatilimiz otele girdiğimiz anda resmen başlamış durumda! Öncelikle “İstanbul’un tadını turistler çıkarıyor” klişesinden sıyrılın. Turistlerin ne suçu var?

        İstanbul Büyükşehir Belediyesi Turizm Atölyesi’nin geçen yıl yaptığı bir araştırmada, İstanbul’da kentte yaşayanların sadece yüzde 5’i şehrin tarihinden, kültürel ve doğal mirasından haberdar olduğunu ortaya koyuyor. Uçak bileti masrafı, uzun pasaport kuyrukları, vize almak için acente acente gezme derdini çekmeme gerek yok. Sadece o da değil, valiz ağırlığını azaltmak için kurnazlıklar düşünmeme gerek yok, kaybolma riskim yok, dolandırılma riskim daha az ve bir yurtdışı tatiline çıktığınızda aklınıza gelen bütün sorunlardan muaf mis gibi bir tatil!

        06.00 DAKİKA 1 GOL 1 DOLANDIRILDIK

        İlk günkü hedefimiz yarımadayı arşınlamak. Güne erken başlayıp birçok yeri görmek istedik. Sabah 06.00’da kalktık kahvaltı için Taksim’e gittik, bütün mağazalar kapalı. İstanbul’un en kalabalık caddesini bir de bomboş görmelisiniz! Bizim gibi düşünen turistler de yola çıkmış. Bir elimizde simit, diğer elimizde fotoğraf makinesi... Özellikle boşken ara sokaklardaki Rum mimari yapılarını çekebilirsiniz. Bu boşluktan yararlanarak Narmanlı Han’ın ve nostaljik tramvayın keyfini çıkardım. Simidimizi paylaştığımız vatman 2. Meşrutiyet’in ilanıyla getirilen elektrikli tramvayların hikâyesini anlatırken bir de çanı çalmama müsaade etti. O yılları gözümde canlandırarak bastım eski butona; “Tın tın tın!” Önce aşağı sonra yukarı... Nasıl olsa Akbil var!

        Saat 08.00’e doğru Taksim kalabalıklaşmaya başlamıştı bile. Hiç vakit kaybetmeden Haliç’e inmek için taksiye atladık. Taksici beni ve Emin’i iyice süzdü. “Sütlüce” dedim ve günü nasıl geçireceğimizi konuşmaya başladık. Ama o da ne, dibimizdeki yere koca bir daire çizip gidiyorduk. Bizi neden buradan getirdiğini sorunca şoför “Aman ablacım, siz İstanbul’u bilmezsiniz. Bir hastane çalışması var gecikmeyin diye buradan getirdim” dedi. Ben de patladım “Siz bizi turist sandınız sanırım, ben İstanbulluyum” deyince yardımsever taksici abimiz sesini soluğunu kesti. Yolun yarısında patlamasam neler olacak kim bilir? Her zaman 13-14 TL verdiğim yola 27 TL ödedim. Turist olarak İstanbul’a hoş geldim!

        09.40 PA TA PA TA TUR

        Tarihi yarımada turu sandalla başka olur. Sütlüce’de pancar motorlar var, siz sandal da diyebilirsiniz. İki kişi Sütlüce’den Eyüp 5 TL, Balat 20 TL, Eminönü 50 TL. Atladık sandala, İhsan Abi şaşkın “Sabah vakti hayırdır gençler?” dedi biz de durumu anlattık. Keyifle kahkaha attı “O halde sizi gezdire gezdire götüreyim” dedi, pancar motoru körükledi “Pata pata pata”... Rahmi Koç Müzesi’nin içini defalarca gezdim ama hiç denizden görmemiştim. Sandalla bu da mümkün.

        Turistler çok sık kullanıyormuş bu yolu ama yerli ayda yılda bir olurmuş. İhsan Abi rehber de olmuş tabii turistlerle gide gele bize anlatıyor sahilleri, uzaktan görünen camileri... Sallana sallana bir saat yol aldık. Eminönü’ne vardığımızda kendimi gerçekten bir turist gibi hissetmeye başladım. Kafamı kaldırıp baktığımda yanından yıllardır geçtiğim binalar, sokaklar ve insanlara birden Fransız kaldım.

        11.30 SEYAHAT YA RESÛLULLAH!

        Vakit kaybetmeden Eminönü’ndeki Ahi Çelebi Camii’ne gittik. Ticaret Üniversitesi’nin yanındaki cami... Evliya Çelebi rüyasında bu camide Muhammed Mustafa’yla karşılaşır. Önünde diz çöküp “Şefaat ya Resûlullah” diyeceğine dili sürçer ve “Seyahat ya Resûlullah” der. Peygamber “Peki o zaman düş yollara” der ve Çelebi de yolla çıkar. Madem yollara düştük bu camiye gidip dua etmemek olmazdı. Bize de seyahat ya Resûlullah! Ardından hemen yakınındaki Mısır Çarşısı’na girdik. Adım atar atmaz “Welcome, hola...” gibi her dilde merhabayı duyduk. “Kolay gelsin” deyince de “Yahu biz sizi turist sandık!” dedi hepsi. İyi de zaten öyleyiz! Bu saatlerde çarşı hem boş hem serin hem de ucuz. Günün siftahını siz yaparsanız yüzde15’e kadar bir indirim alabiliyormuşsunuz. Hava sıcak, etrafı görme heyecanımız var, bu nedenle rotamızdaki Pandeli Restoran’ı çıkarmak zorunda kaldık. Biraz kuru meyve alıp yürümeye devam ettik.

        Çarşıdan yukarı doğru Mahmutpaşa’ya ilerledik. Tam bir yarımada hiking’i... Emin “Madem turistiz” deyip arkadaşlarına ufak hediyeler almaya başladı. Kendine bir de 5 liraya Asyalı turistlerden gözümüzün aşina olduğu şemsiye şapka aldı. Burada 1 liraya bile ilginç şeyler alabiliyor insan. Yürüyüşümüz sırasında üzerinde doktor önlüğü, elinde eski bir bond çanta ve omzunda tansiyon aleti olan birini gördük. Bize gülümseyip selam verdi, “Tansiiiiyoooooon 3 lira” diyerek yoluna devam etti. Dükkânları geze geze bir baktık ki Kapalıçarşı’ya ulaşmışız bile. Yaz vakti tıklım tıklım. Sırt çantasıyla tadını çıkararak gezmek mümkün olmadığından Nuruosmaniye’ye doğru yol aldık. Bir ara Emin’in kafasındaki şemsiye şapkasına Japon turist kafilesi talip oldu. Satın almak istediler de bizim ki ikna olmadı. Onun yerine nerden aldığını anlattı.

        13.00 MANZARA ŞAHANE, TABİİ NEFES YETERSE

        Saat 13.00’e yaklaşırken karnımız guruldamaya başladı. Yurtdışında olsak iki kişilik ortalama bir yemeğe vereceğimiz parayla burada kallavi bir yemek yiyebileceğimizi düşündük. Okul yıllarımızda önünden geçip girmeye çekindiğimiz Loti Restoran’a girip bir güzel karnımızı doyurduk. Mekân yabancı turistle dolu.

        Garsonlardan biri Türkçe konuştuğumuzu duyunca hemen çay ikram etti. Sanırsınız ki gurbetteyiz. Sohbet koyulaştı, Instagram hesapları verildi. Bir de güzel indirim kaptık. Tatlı ve içeceklere ödeme yapmadan 70 TL ödeyip çıktık. Yürüyerek Beyazıt Meydanı’na geldik. Fakat bir şey unuttuğumuzu fark ettik; selfie çubuğu! Hiç çubuksuz turist olur mu? Tam sokakta “Selfieee” diye bağıran seyyar satıcılara denk geldik ki şansımız yaver gitmedi. Zabıta düdüğü çalınca çocuk kaçmaya başladı. Manzaraları artık kol kuvvetiyle çekecektik.

        Duyduğumuza göre İstanbul’un en iyi manzarasını Yangın Kulesi’nden görebilirmişiz. Vakit kaybetmeden İstanbul Üniversitesi’nin rektörlüğüne gittik, kısa sürede izin aldık. Öğrendiğimize göre isteyen herkes müracaat edip kuleye çıkabilir ama Mesut Hoca’nın dediğine göre okulu öğrencileri bile merak edip çıkmıyormuş. Şaşırtıcı, bu bol like’lı selfie fırsatını nasıl kaçırıyorlar! 85 metrelik kule başta çok büyük görünmese de merdivenleri tırmanmaya başlayınca işin rengi değişti. 180 kalın tahta basamaktan sonrasını nefes nefese kaldığımız için sayamadık. Üstelik sona yaklaşıp yaklaşmadığınızı tırmanırken anlayamadığınız için bir tedirginlik de sarmıyor değil. Size tavsiyemiz yanınıza yolluk alın!

        Yangın takibi ve haberleşme amacıyla Yangın Kulesi ilk olarak 1749’da ahşap olarak inşa edilmiş. Fakat öyle ironik ki Yangın Kulesi iki kere yanarak kül olmuş! Şimdi Beyazıt’ta 360 derecelik eşsiz bir manzara sunan taş yapı 1828’de inşa edilmiş. Her penceresi bambaşka bir İstanbul sureti sunuyor. Yalnız söyleyelim inmesi çıkmasından daha zor. Çünkü basamaklar epey yüksek. Bu arada kuleden fotoğraflar çekerken Periscope’tan canlı yayın yapmayı da unutmadık. Birden yüzlerce izleyici “Neresi orası, biz neden hiç bilmiyoruz?” gibi sorular sordu. Hatta biri “Yıllardır Beyazıt’tan geçerim, böyle bir yer görmedim” diyerek bizim yalan söylediğimizi bile ima etti. E nasıl bileceksiniz siz İstanbul’da hiç turist olmadınız ki! Merdivenlerin yorgunluğunu üniversitenin çimlerinde attık.

        15.30 İSTANBUL’UN JAMAİKA’SI

        Kulaklıklarımızı takıp müzik dinleye dinleye Kadırga’ya doğru yürümeye başladık. Bir şehrin tadı en iyi yürüyerek çıkar öyle değil mi? Hele ki İstanbul’un geçmişine sadık sokaklarındaysanız... Fakat her ara sokak için aynısı geçerli değil. Bazısında da kendinizi gerçekten turist gibi hissedecek, Türkçe değil İngilizce konuşmak zorunda kalacaksınız. Örneğin, serin bir şeyler içmek için bir mekân ararken dışarı taşan reggae müziği duyduğumuz yere girdik. Barın adı da Reggae Bar! Girer girmez kendinizi hiç gitmeseniz bile bayraklar ve duvardaki mesajlardan dolayı Jamaika’da hissedeceksiniz.

        Sadece mönüde yazan şu sözler aklınızı başına getirecek: “Lütfen artık sormayın, burada ot içilmiyor.” Mekânın sahipleri yabancı, Türkçe bilen yok. Yani İngilizce bilmiyorsanız sipariş vermeniz epey zor olabilir. Burası gibi birçok “sofistike” yer varmış meğer Kadırga’da. Soluklandıktan güneş kremlerimizi sürüp turumuza bir camiiyle devam ettik. Ayasofya Camii ama herkesin gittiği değil, Küçük Ayasofya Camii! Genel yargının aksine Küçük Ayasofya, Ayasofya’dan önce Bizans İmparatoru I. Jüstinyen ve karısı Theodora tarafından inşa edildi. İstanbul`un en eski Bizans dönemi yapısı olarak biliniyor. Kilise 1497’de camiye çevrilmiş. Ayasofya’ın minyatürü gibi duruyor. Caminin arka bahçesinde Osmanlı döneminden kalma mezar taşları ve çeşitli yapılar da bulunuyor. Camii turundan sonra da Sultanahmet’e doğru yürüdük. Alışveriş yapmak için meydana çıkacaktık ki Arasta Bazaar’ı keşfettik. Hem ucuz hem de içinde görülmesi gereken bir müze var; Büyük Saray Mozaikleri Müzesi. Girişi 10 lira olan müzede günümüze kadar korunabilmiş dini tasvirler içeren mozaikler var. Bir kısmı da Ayasofa’dan alınmış. Müzeden sonra bir ara Topkapı Sarayı’nın bahçesinde soluklandık. Ama çok vaktimiz olmadığı için içerisine giremedik. Bâb-ı Ali kapısının önünden geçip bir taksiye atladık. Doğru otele, yetişmemiz gereken bir konser var!

        18.00 5 YILDIZLI OTEL KEYFİ

        Oturup hesapladık. Başka bir ülkede iki günlük iki kişilik bir odaya vereceğimiz parayla İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bir gece konaklayabilirdik. Hiç vakit kaybetmeden CVK Park Bosphorus’a gittik. Şansımıza yer de varmış. Emin öyle heyecanlıydı ki, odayı görmek için sabırsızlanıyordu ve “Düşünebiliyor musun? İstanbul’da lüks bir otelde kalacağız. Paris’te olsam bu kadar mutlu olmam şu an” deyip duruyordu. Bir günlük konaklama için de 940 TL verdik. Odaya bir girdik ki İstanbul ayaklarımızın altında! Oda da oda hani, insanın çıkası gelmiyor. Fakat her şey İngilizce, pek yerli misafirleri olmuyor anlaşılan. İyice dinlendikten sonra akşam yemeğine inmeyi düşündük fakat yorgunluğun yanı sıra odanın tadını çıkarmadan gitmek olmazdı. Aynı filmlerdeki gibi bir edayla oda servisini arayıp yemek sipariş ettik. Gümüş servislerde yemeklerimiz geldiğinde dört köşe olmuştuk. Fakat hesap da insanı bir o kadar dört köşe ediyordu. Keyfe o kadar dalmışız ki az kalsın konseri kaçırıyorduk!

        22.00 CAZSIZ OLMAZ

        Otelde tanıştığımız bir genç çift de Almanya Sefareti Tarabya Yazlık Rezidansı’ndaki Oleta Adams, Aloe Blacc ve China Moses caz konserine gidiyordu. Biz onlara İstanbul’da nereleri gezmesi gerektiklerini anlattık onlar da bizi kiraladıkları arabayla konsere götürdü. O kadar şamata olunca yolculuk, konserin ancak 30 dakikasına yetişebildik. Sonrasında geceyi şarapla taçlandırıp otele döndük. Bir daha bu manzarayı bulamayız diye perdeleri tamamen açıp uyuduk.... Böyle uyumak çok zevkli verdiğimiz paraya değdi.

        BUNLARA DİKKAT!

        * İstanbulluysanız trafiğin de ne olduğunu biliyorsunuzdur. Yola çıkmadan önce trafiği hesaplayın.

        * Yolları bilmek size epey zaman kazandıracak. Zamanınızı doğru kullanmak için mutlaka bir plan yapın. İşin içinde izin alacağınız yerler varsa önceden iletişime geçin.

        * Kimi müzelerde yabancı turistlere farklı fiyat uygulaması yapılıyor. Örneğin Galata Kulesi ve Beylerbeyi Sarayı. Giyinişiniz bilet kesenleri aldatabilir, fazla para ödemeyin.

        * Foursquare gibi akıllı telefon uygulamalarını kullanarak restoran ve cafelerde yüzde 20’ye varan indirimler ve ikramlardan faydalanabilirsiniz.

        KENDİ ROTANIZI BELİRLEYİN

        Biz 2 güne epey şey sığdırdık ama İstanbul’un her bir köşesinde yapılacak dolu şey var. Kendi turunuzun rotasını belirlemeden önce sizin için hazırladığımız listeye göz atın.

        Müze

        Geçen yıl Türkiye’de en çok Ayasofya Müzesi ziyaret edildi. Onu es geçmek olmaz. Yakınındaki Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Sultanahmet Camii’ne aynı gün ayak basmanız mümkün. Bir de size alternatif; İstanbul Modern, Kariye Müzesi, Büyük Postane Müzesi, Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi, Kont Szchenyi İtfaiye Müzesi.

        Plaj

        İstanbul’da halka açık 85’ten fazla özel ve halk plajı var. Denize girilebilirler arasında Beykoz Küçüksu Plajı, Florya Güneş Plajı, Caddebostan-1, Riva Su Ürünleri Plajı, Tarabya Plajı, Rumeli Kavağı Plajı var. Ayrıca Adalar’daki özel plajlar da İstanbul’da denizin tadını çıkarmak için uygun yerler arasında. Girişler 10-50 TL arasında.

        Hamam

        Hamama girmeden İstanbul gezisi olmaz. Her keseye uygun hamam bulmak mümkün. Fiyat aralığı 30-150 TL olan meşhur hamamlardan bazıları Üsküdar Çinili Hamam, Cağaloğlu Hamamı, Çemberlitaş Hamamı, Tarihi Galatasaray Hamamı, Süleymaniye Hamamı, Kılıç Ali Paşa Hamamı.

        Restoran - cafe

        Tophane’deki Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki restoran çok uygun. Mısır Çarşısı’ndaki Pandeli Restoran’da Eminönü manzarası eşliğinde yemek yiyebilirsiniz. Beykoz sahilinde kütükler üzerinde balık yemeye ne dersiniz? Hem ucuz hem de taze! Kahve içecek yer arıyorsanız Balat’ta Hanımeli Cafe, Kadıköy Moda’da İstisna Tatlar ve Beyoğlu’nda 7 Gr. Art Cafe olabilir.

        2. GÜN 05.00 BROOKLYN KÖPRÜSÜ’NE TAŞ ÇIKARIYOR BİZİMKİ

        Gün doğumunu izlemeden İstanbul seyahati olur mu? Uyanır uyanmaz taksiye atlayıp güneşin doğuşunu en iyi izleyeceğimiz noktalardan biri olan Beylerbeyi sahilinde aldık soluğu... Kamp sandalyemizi açtık, makine ayarlarımızı yaptık, hazırız. Dünün yorgunluğu, Boğaziçi Köprüsü’yle bir olan şafak çizgisini görünce uçup gitti. Kendimize “Neden bunu daha önce yapmamışız?” deyip durduk. Ne para istiyor ne de başka bir şey. Tek zahmeti erkenden uyanmak. Köprüye gün ışığı vurduğunu hiç görmemiştim, öyle güzeldi ki... Brooklyn Köprüsü’ne taş çıkarıyor bizimki. Woody Allen’ın Manhattan filmindeki o meşhur bank ve köprü sahnesini yaşıyor gibiyiz. Tanyeri ağarıp İstanbul sıradan bir güne hazırlanırken acıktığımızı fark ettik. O kadar erken ki açık yer yok. Saat 07.00’de hayat başlıyormuş Beylerbeyi’nde. Bir şeyler atıştırdıktan sonra sıra balık tutmaya geldi. “Rastgele!” deyip balıkçıların arasına karıştık. Yusuf Usta oltayı bana verdi ama başarısız girişimlerim onu eğlendirmekten öteye gidemedi. En azından demli çayını içtik.

        09.00 ‘HANIMEFENDİ NE DEMEK LİMUZİN YOK!’

        Boğaz’ın kenarındaki sarayın yanından sürekli geçip gidiyor ama hiç içine girmiyorduk. Fırsat bu fırsat! Beylerbeyi Sarayı’na girişler 20 TL. Fakat içerisindeki kafeye geldiğinizi söyleyerek pek âlâ içeri ücretsiz de girebilirsiniz. Eğer erken gelirseniz saat 09.45’te ücretsiz rehberli tur var ama bu turun iyi olduğuna dair bir garanti veremeyeceğim. Bizimle birlikte İtalya’dan gelmiş bir grup vardı. Biz 10 dakikada turu bitirmişken diğer grup sarayın dördüncü odasına daha yeni girmişti. Rehbere soru sorduğumuzda gözlerini devirip “Karşılama odası işte” deyip durdu. Siz en iyisi iyice araştırıp gidin. Fakat bahçedeki botanik bahçenin tadını çıkardık. Sarayın içinde minik bir bambu bahçesi bile var! Erken kalkınca İstanbul’da bile gün bitmiyormuş! Saraydan çıktıktan sonra başladım “Günün geri kalanında İstanbul’da ne yapacağız?” diye düşünmeye. Öncelikle helikopter turu aklımıza geldi. İyi de sadece 5 dakikalık bir seyahate 300 TL istiyorlardı. “Adaya gidelim oradan deniz taksiyle dönelim” dedik o da yaklaşık 500 TL. Son olarak şansımı limuzinde denedim. Yahu biz limuzini lüks diye bilirdik ama deniz taksiden ucuz çıktı! 1 saatlik tur ya da bir noktadan diğer noktaya bırakılmak 300-400 TL arasında. Tek sıkıntınız limuzin bulabilmek. İstanbul’da hiç limuzin gördüğümü hatırlamıyorum ama kiralık olanların hepsi de dolu! Otobüsle Kandilli’ye doğru giderken “Hanımefendi ne demek limuzin yok!” diye sesimi yükseltince yolcuların şaşkın bakışlarıyla karşılaşıp vazgeçtim, “Peki, iyi günler” dedim. Onca debelenme sonrasında akşam Kalamış-Fenerbahçe-Moda turu için ZipCar sitesinden saati 21 TL’ye hem de şoförlü bir araç ayarladım. Oh be!

        11.30 BOĞAZİÇİ’NİN 50 TONU

        Anadolu yakası sessiz sakin... Dünkü kalabalık Tarihi Yarımada turundan sonra bambaşka bir yere gelmiş gibiydik. Kandilli Kız Lisesi’nde okudum, oradaki manzarayı başka bir yerde gördüğümü hiç hatırlamıyorum. İki köprüyü görebileceğiniz bir açı. Turistler hep gelirdi, “Hazır turist olmuşken biz de gidelim” dedik. Aslında okulun biraz daha yukarısında kalan Adile Sultan Sarayı’nda bir kahve içecektik ama davet vardı. Okula istediğiniz zaman izin alarak girebilir, fotoğraf çekimi yapabilirsiniz. Eğer bulutlu bir havada fotoğraf çekerseniz Instagram’da kral olursunuz! Boğaziçi Köprüsü’ne hep aynı açıdan bakmak meğer ne kadar sıkıcıymış... Turist olunca Boğaziçi’nin 50 tonunu her açıdan gördük.

        12.30 MÜZE BAHÇESİNDE UYKU KEYFİ

        Kandilli’ye kadar gelmişken Kanlıca’da yoğurt yememek olmazdı. Kanlıca İskelesi’nin yanındaki meşhur büfeye gittik. Envai çeşit var; hepsi de 7-8 TL arasında. Denemediklerimizin hepsini söyledik; pekmezli yoğurt, ballı yoğurt ve dondurmalı yoğurt. Nasıl lezzetliydi. Bir de tüyo, pudra şekerli yoğurt söylemek yerine farklı bir yoğurt alın zaten yanında pudra şekeri geliyor. İskele yanındayız madem, “Vapurla keyif iyi gider” deyip Kanlıca-Anadolu Hisarı-Bebek-Arnavutköy- Çengelköy seferi yapana bindik. Bir Akbil basımına Boğaz turu! Arnavutköy’de inip Sabancı Müzesi’ne geçtik. “Buluşma...Reunion” sergisini gezdik. Müzenin bahçesindeki çimenlere uzandık. Deniz havasından mı nedir, uyku çöktü. Bir baktık ki uyuyakalmışız. Turistlerin sesine uyandık. Önce bir kahkaha patlatıp hemen yola koyulduk. Bu kadar seyahat yeter, keyif yapma vakti... Agora Meyhanesi nasıl fikir?

        15.00 BALAT’TA AKŞAM ÜZERİ RAKISI

        Kısa bir Balat turu yaptık. En güzeli de kuş pazarına denk gelmemizdi ama bir kuş beni gagalamaya kalkınca tur kısa sürdü. Sonra doğru Agora’ya. Mekâna girer girmez Müzeyyen Senar’dan “Burası Agora Meyhanesi” şarkısı karşıladı bizi. Önce bizi yabancı turist sandılar. Yerli olduğumuzu öğrenince şef garson bize meyhanenin hikâyesini uzun uzun anlattı. Sonra masaya mezeler geldi; dana yanak söğüş, balık pastırması, skordalia, lahana turşusu, ceviz, kişniş ve sarmısaktan oluşan akulçapa... Buz gibi bir sürahi su ve rakı. Akşamüzeri rakısı... Yan masaya oturan Danimarkalı turistler de masamıza dahil olunca şenlendik. Bir de “Danimarka’ya gelirseniz mutlaka bizi arayın” sözü aldık.

        18.00 ‘ECE EVİMİ ÖZLEDİM’

        Eminönü İskelesi’ndeki vapura koştura koştura yetiştik ama boş Akbil bizi yarı yolda bıraktı. Artık öyle yorulmuştuk ki Emin birden kolumdan tuttu, “Ece evimi özledim. Ama şu an evim çok uzak görünüyor” dedi. Gün bitmeden planlarımızı yapmalıydık ama! 15 dakikalık rötarla Kadıköy’e geçtik. Aracımız bizi bekliyordu. Kesinlikle bu kadar yürüme ve koşturma ardından otomobille gezmek harika bir fikirdi. Şoförümüz biz nereye istersek oraya götürdü. Radyonun sesini açtık. Üzerine de birer kahve molası. Tam bu sırada telefonla arayan yakın bir dostum, işle ilgili konuşmak istediğini söylüyordu. Benim cevabım şoförümüzü bile güldürdü: “Üzgünüm şekerim şu an tatildeyim. Sonra konuşuruz!” Moda’daki ara sokaklarda keşfedilmemiş onca tasarım dükkanına girip çıktık. Sonunda araç bizi Beşiktaş’a bıraktı.

        21.00 HESAP VAKTİ

        Sona geldik... Emin’le sahilde oturduk ve 2 güne sıkıştırdığımız tatilimizin yorgunluğunu atarken cebimizdeki parayı hesapladık. Otel ücreti dışında 677 TL harcamışız. Konaklamayla birlikte bin 617 TL, yani yaklaşık 530 Euro. Hiçbir harcamadan kaçınmadan üstelik. Bize 2 gün bile fazlasıyla yetti! Avrupa’ya gitseniz; örneğin Fransa’ya tek kişilik gidiş-dönüş bilet bin 850 TL. Vize ve pasaport masrafları nereden baksanız 400 TL. Tek kişilik odaya da günlüğü 800 TL’den başlayan ücretler isteniyor. Yemek, yol kişi başı 600 TL olsa, tuttu mu size 3 bin 650 TL! Üstelik tek kişilik, tek günlük bir tatili hesapladım size...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ