Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Bahar Korçan: Aynadaki görüntümü çok sevdim!

        Balçiçek İLTER / GAZETE HABERTÜRK

        O, moda dünyasının yakından tanıdığı ünlü isimlerden biri... Tasarımlarıyla kadınları süslüyor, iyi hissettiriyor. Hayatımda tanıdığım en mücadeleci, yaratıcı, en pozitif kadınlardan biri... Çok sevdiğim Bahar, bu aralar ölümden döndü, yumurtalık kanserine yakalandı, hem de neredeyse son evresinde yakalandı. Kemoterapi gördüğü için sarılamadım, bir adım uzaktan baktım saçsız haline. “Hiçbir şey tesadüfi değil Balçiçek, bak toz koleksiyonumdaki kadınlara benzedim” diyerek gülümsedi. Bahar Korçan, hastalık sürecini, nasıl başa çıktığını anlattı. Ve bir de misyon edindi bu yaşadıklarından. İçinde büyük keyifle ve gönüllülükle yer alacağım müthiş bir proje başlatıyor, ‘Hayatıma Dokunan Kadınlar’ başlığı altında. En tehlikeli kanser türlerinden olan yumurtalık kanseri konusunda kadınları bilinçlendirecek ve kadınlara “Kendinize iyi davranın; önce siz” diyecek.

        -Kaç yaşındasın Bahar?

        52 yaşındayım ama öyle hissetmiyorum, rakam önemli değil. 20’lerin sonunda hissediyorum orası ayrı. Zaten ruhların yaşı yok, cinsiyeti yok. Her şeyi biz yüklüyoruz ya bu bedene...

        -Bu hastalık nasıl çıktı?

        Sürpriz oldu aslında Balçiçek. Ben her 6 ayda doktor jinekolojik kontrolüne giden bir kadınım. Aileden gelen bir tansiyon rahatsızlığım var, dolayısıyla ona da dikkat ederim. Mamografimi aksatmam, ultrason çektiririm yani sağlık konusunda çok titiz bir kadınım. İhmal etmem. Lal’i doğurtan doktorum var, 25 yıllık doktorum. Ona gittim. Ailemde hiç kanser olmamasına rağmen düzenli olarak test yaptırırım, aralık ortasında gittim, yine yaptırdım. Malum menopoz dönemi, daha da dikkat ediyorum.

        -Sen yediğine içtiğine de dikkat edersin...

        Hem de nasıl. Doğal beslenirim, hayatımda hiç sigara içmedim, alkol desen 2 kadehten fazla içemem. Sebzemi bile bahçede kendim yetiştiren, haftada 3 gün yüzen bir kadınım ben. Aralık ortasında testler yapıldı, her şey normal. Şubat ortasında Berlin’deyim, karnım şişmeye başladı. “Ayağımı üşüttüm herhalde” diye düşündüm. Hiç ağrımıyor, sadece şiş. İstanbul’a döndüm, şişlik arttı. Kuzenim Florence Nightingale’de radyoloji koordinatörü. “Aman Bahar, bu şişlik bir acayip. Ya safra kesesi ya başka bir şey. Gel bir ultrason çekelim’’ dedi. O dürtmese aklımın ucundan geçmez...

        -Doktorun mu atladı?

        İnan bilmiyorum, kendisi şu ana kadar ortaya çıkmadığına göre atladı herhalde. Ultrasona girdim. Kuzenim ve doktor arkadaşın bir anda yüzü değişti. Gülmeye başladım, “Bir şey var ama söylemiyorsunuz” dedim. Sonra apar topar MR’a soktular. Ama ben hâlâ rahatım, “Kontrolleri yaptırdım, temiz çıktım’’ havasındayım. O MR biliyorsun uzun sürüyor, arada konuşuyorlar falan, bakıyorum benim kuzenin ağladığını duydum. “Aha” . “Bende çok fena bir şey var.’’ Çıktım, gözleri kıpkırmızı. Meğer o ara onlar doktor araştırıyorlar.

        “Bahar’’ dedi. “Yumurtalıklarında düşündüğümden büyük bir kütle var.’’ Prof. İlkkan Dünder’e yönlendirdiler, hayatımı kurtaran o oldu.

        -Peki nasıl bir ruh halindesin?

        Bir tevekkül durumu. Ben öyle biriyim. “Başıma bir şey geldi, eyvallah’’ dedim. Hocaya gittim, kızım geldi. Hâlâ o kadar acayip bir durumdayım, “Yumurtalıkları almasanız, onlar kalsa’’ diyorum.

        -Neden?

        Bilmem, yanlış bir durum var ya Türk kadınlarında, sanki kadınlığımız gidecek. Var işte bu öğretilmiş durum, öyle bir his.

        -Çocuk mu yapacaksın?

        Hahahahah, sahiden? 50 yaşından sonra. Hoca dedi ki: “13 santimlik kist var, karın içinde sıvı gözüküyor, acilen ameliyat etmemiz lazım.’’ Bu tablo yeterince korkutucu ama bana olayın riskinden bahsetmedi. Hâlâ “Smear testim iyiydi” falan diyorum.

        -Neymiş riski?

        Sonradan öğreniyorum. Demiş ki: “Yumurtalık kanseri çok agresif bir kanser türüdür. “Angelina Jolie’nin vakası Balçiçek. Dünyada artık gen haritasında bu riski taşıyan ve erken menopoza giren kadınların çoğu aldırıyorlar çünkü içlerinde saatli bomba taşıyorlar. Yumurtalıkların orada kalması büyük risk. Demiş ki: “Çok az başında yakalarız bu hastalığı, genelde 3’üncü evrede yakalarız, bunda da sonuna doğru yakaladık. Açacağım, hiçbir şey yapmadan kapatabilirm ve 2 yıl ömür veririm, risk budur!’’

        -Peki iyi senaryo?

        “Yüzde 98’ini temizleyebilirim, karnın içindeki sıvı için 4-6 seans kemoterapi alır ve hallederiz.” O iyi senaryoyu yaşıyorum şimdi ben.

        -2 gün sonra ameliyat var, ne yaptın o ara?

        Hafta sonu çok zor geçti, karnım şişti. Ameliyata gireceğim, panik yapmamak, vücutla iyi konuşmak lazım. Ben kalbime bile bakıldığında “Aaa canım kalbim çok teşekkür ederim, bana o kadar iyi çalışıyorsun ki’’ diyen bir kadınım, herkes güler bana. Bütün organlarımla konuşurum. Özümüz yukarıda, bu vücut emanet. Hastalık öncesi son 3 ay bunu yapamadım.

        ‘KİŞİSEL BAZI OLAYLARA ÇOK ÜZÜLDÜM, KENDİMİ UNUTTUM’

        -Ne yapamadın?

        Çok stresli bir 3 ay geçirdim, kendimle iletişimimi kestim, kötü davrandım kendime... Ve biliyordum, evrenden bana bir uyarı geleceğini biliyordum. Kişisel bazı olaylara çok üzüldüm ve onların girdabına kapıldım ve kendimi unuttum. Aslında biliyorum ki geçiciyiz ve burası oyun, özle irtibatı kaybetmemek lazım ve maalesef ben o irtibatı kaybettim. Çıkmam gerektiğinin farkındaydım ama kara delikler ağır bastı ve bir türlü çıkamadım. Kızım bir gün ben ağlarken dedi ki: “Bak sen hayatında ilk defa kendine bu kadar kötü davranıyorsun ve evren sana uyarı göndermek için bana bir şey verecek.” “Aaa, ne olur ne olur, sana olmasın bana olsun, her şey bana gelsin anlayacağım” diye bağırdım.

        -Çok acayip bir şey bu...

        Sorma, biliyorduk biz Lal ile, evren beni uyaracaktı. Bu derdi olanlara tek lafım var. “Bunu içine koyan benim, çıkarmasını da ben bileceğim!’’ mucizeyi de biz yaratıyoruz. Tabii ki yukarıda büyük bir güç var ama bizde de var. Ameliyata girerken “Ben balarısı gibiyim senden önce’’ şarkısını söylüyordum. Hiç ağlamadım. Tevekkül hali önemli. Olması gereken oluyor. Ailem riskin farkında, ben bilmiyorum. Bir de verdikleri ilacın etkisiyle bir şen şakrak olma haliyle girdim ameliyata.

        -İyi senaryoyla çıktın...

        Yumurtalıklarım alındı, apandisit alındı, bağırsakların bir bölümü alındı ve lenflerden 3’ü alındı, çok şükür iyi senaryoyla çıktım. Şu anda 4’üncü kemoterapi seansındayım.

        -Şen şakrak anlatıyorsun ama öyle kolay geçmiyor bu süreç.

        Geçmiyor... Ameliyattan çıktım, çok ağrım vardı. Balık gibi yardılar beni. Arada gözümü açıp kapıyorum, kocamın saçımı okşadığını, kızımın ağlayarak odadan çıktığını hatırlıyorum. Hemen ayağa kaldırdılar, o gazların çıkması için. Yürüyemeyeceğim sandım ama yürüdüm. 2.5 gün hiçbir şey yiyemedim. Olay bittikten sonra bir hastane çorbası ve komposto geldi, tatsız tuzsuz, aha ne güzel geldi bana inanamazsın. “Allahım sana şükürler olsun’’ dedim, insan ancak böyle anlarda anlıyor hayatın kıymetini.

        -Hiç çaresizliğe kapılmadın mı? Kemoterapi zor bir süreç, nasıl başa çıktın?

        Ameliyattan eve geldikten sonra oldu. 7 kilo kaybetmiştim, aynaya baktım ve “Bu ben değilim’’ dedim. Kadın olarak kötü hissettim, kadınlıkla ilgili bir ameliyat ya... “Bir daha eski halime dönemeyeceğim” hissi. “Bak işte saçım da dökülecek.” O an dedim ki: “Tamam ben aynaya bakmayacağım, çünkü yüzleşemiyorum. Her kadın kendini güzel görmek ister. İşin garibi kadın böyle kaoslar yaşadığında yine kadınlığıyla ilgili cezalandırıyor kendisini. Ya memesine ya rahmine bir şey oluyor. Bu tedavi sürecinde etrafımdaki kadın enerjisi bana iyi geldi, kadın enerjisi özeldir.

        'HAYATIMDA OLAĞANÜSTÜ BİR KADIN ORDUSU VARMIŞ'

        -Aslına bizi kadın yapan bedenimiz değil.

        Değil tabii ama bunlar öğrenilmiş ezberler. İnsan bu süreçte biriktirdiği dostların ne kadar önemli olduğunu fark ediyor. Benim hayatımda meğer olağanüstü bir kadın ordusu varmış. İlk andan beri bana o kadar iyi geldiler ki... Her an yanımdaydılar. Tanımadığım insanlar da oldu. “40 kişilik dua grubu var, size dua ediyoruz’’ dediler.

        -‘Kemoterapi’ kocaman bir kelime....

        Ah işte o kelimeler var ya, haklısın. ‘Kanser’’, ‘kemoterapi’’ neon ışıklarla yazılmış. Sanki dokunduğumuzda biz yok edecek. Ben kanserin tedavisini bulduklarını ama paylaşmadıklarını düşünüyorum çünkü çok para kazanıyorlar, arada benim gibileri de tedavi ediyorlar, sağ olsunlar. Ben daha alternatifçiyimdir, tabii modern tıbbın yanında. Kemoterapiye başlamadan önce Tibet felsefesine göre bir beslenme programı hazırladık. Şahbaz Babaoğlu’na gittim, damara bakıp okuyor. Bütün Çin böyle... Ameliyat olduğumu bile söylemedim. “Organların çok şikâyet ediyor küçük kız’’ diye söze başladı, düşünsene... Mantık, vücudun depolarını doldurmak kemoterapi öncesi. Her gün yumurta, et, pancar suyu vs... Tabii kişiye özel.

        -“Kemoterapi olma’’ demedi mi? Çoğu karşı...

        Dedi. Eve geldim, “Süper, ben zaten alternatifçiyim, olamayacağım’’ dedim. Aile bir anda karşıma dizildi. Uzun uzun tartıştık, ikisinin de orta yolunu bulmaya karar verdim. Kemoterapide ben hafif bir vakayım, herkese göre değişiyor ama şunu söylemek istiyorum doktor çok önemli. Gökhan Demir benim ruhuma iyi geldi. Öncesinde bir doktora gitmiştim, baktım, salonda bankamatik gibi herkes. Bir odada yan yana koltuklar, herkes serum takmış, en ağır vaka da orada, en hafifi de... Yani kemoterapide bir yolculuğa giriyoruz; güvenmek, iyi elektrik lazım.

        Evet, çok rahatlatıcı ama inan hiç yalnız kalmadım. Şarkı söyleyenler, kitap okuyanlar, beni neşelendirsinler diye kostüm giyip gelen arkadaşlarım... Ah Balçiçek, “O kadın enerjisi iyi geldi bana” derken bunu söylüyorum işte. Müthiş geçirdim seanları, hâlâ da geçiriyorum. Ayten Alpün, Jülide, Elif... Meltem Cumbul, Yonca ve kızım tabii.. Ayten palyaço oldu, budist rahibe oldu, nasıl anlatayım? İlk seans zordu, korktum çünkü neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ağladım, üzüldüm ama öte yandan biliyorum ki ağlamamalıyım. Nasıl bir öğreti?.. Evren kafana vura vura öğretiyor. Pozitif olmak zorundasın. Bedenine iyi bakmak zorundasın, “Önce ben’’ demek zorundasın. İlk seansta bütün hücrelerimden tek tek özür diledim. Tanrı’nın yaratma enerjisinden bir parça kadına bahşedilmiş. Kadın kendini unutursa sistem çöküyor. Yeri geliyor; sevgiline, kocana bile annelik yapıyorsun. Biz kendimize iyi bakmak zorundayız.

        -Ne kadar önemli bir şey anlatıyorsun...

        Bak birinin evladısın, birinin annesi oluyorsun, birinin eşi, ha bir de bizim gibi kadınlarda iş dünyası da var, peki sen neredesin? Ben o Bahar’ı kaybetmişim. Hepimiz kaybediyoruz da farkında değiliz. Bahar nerede?

        -Bahar’ı buldun mu peki?

        Ameliyattan sonra. Çanlar çaldı. Hâlâ da çabalıyorum. Kendimize iyi bakmamız lazım.

        -Gelelim saçlara... Ne zaman döküldü?

        Kemoterapiye girmeden önce kısacık kestim, kendi dökülmesin istedim. Kemoterapi aldıktan sonra baktım, yer yer açılıyor ve elime geliyor. Parça parça gidiyor. Sıfır yaptım, aynaya baktım, kafamı çok beğendim. Kendimi pek sevdim. Usturaladık. Hatta önümüzdeki günlerde body painting yaptıracağım, yani bildiğin boyayacağım kafamı. Kıl tüy için üzülmeyeceğim, çıkar yenisi. Kadınlar çok takıyorlar buna. Peruk peşinde koşuyorlar. “Boşverin” diyorum; meselemiz hakikaten kıl tüy olsun.

        -Etraftan garip tepkiler alıyorlar da ondan...

        Ah o etraf... Bana da öyle bir bakıyorlar ki... Geçenlerde Zorlu’da bir kadın uzun uzun süzdü beni. “Çok beğendiniz herhalde beni?” dedim, “Ay özür dilerim, geçmiş olsun” dedi. Ne var yani? Kel bir kadın, olmaz mı? Olamaz mı? Ben zaten biraz böyle devam etmeyi düşünüyorum. Babam ile fiziksel olarak çok benzeriz, bu olaydan çok etkilendi ama çaktırmadı. Bir gün kafama baktı baktı, gitti. Saçlarını usturaya vurmuş gelmiş. 80 yaşında. Karşıma dikildi, “Yalnız kal istemedim’’ dedi.

        -Peki, ne yaptın?

        Çok ağladım, o benim koruyucu meleğim. Annem takılıyor, “Ay evde bir Bahar dolaşıyor’’ diye.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ