Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İnanç Mahyacılığın son büyük üstâdı

        MURAT BARDAKÇI / HT GAZETE

        Minareler arasında ışıldayan ve bugün elektrik sayesinde kolayca aydınlatılan mahyaların kurulmasında geçmişte kandillerden istifade edilir, mahyalar minarelere binbir zahmetle gerilirdi ve 1924 yılına kadar mahyacılığın en mahir ustası, Sultan Abdülâziz’in bu işi sadece zevk için yapan en küçük oğlu Şehzade Mehmed Seyfeddin Efendi idi.

        Her ramazanda büyük camilerin minareleri arasına gerilen tellerin üzerindeki lambalar vasıtasıyla yazılan yazılara “mahya” deriz. Mahyalarda ramazan ayını kastederek “Hoşgeldin” sözünün yanısıra birçok dini ifadeler yeralır ve mahyanın aydınlatıldığı an, iftar vaktinin gelmesi demektir.

        ŞEREFEYE TIRMANIRDI

        Bugün elektrikli ampullerle yapılan mahyalar geçmişte binbir zahmetle hazırlanır ve aydınlatılmalarında kandiller kullanılırdı. Minareler ve harfler arasındaki mesafenin son derece hassas şekilde hesaplanmasından sonra kandiller tellerin üzerine itinayla yerleştirilir, şerefelere çıkan mahyacılar telleri yukarı çekip gererler ve iftar saati geldiğinde her bir kandil, şerefelerden uzatılan meş’alelerle tek tek yakılırdı. Elektrik öncesi zamanlarda yağı biten kandillerin doldurulması ve fitillerinin yenilenmesi başka bir külfet, başka bir zahmetti. İşte, bu işin böylesine zahmetli bir şekilde yapıldığı günlerde, İstanbul’daki “selâtin camileri”nin, yani padişahlar tarafından inşa ettirilmiş olan büyük camilerin mahyacılığını padişah torunlarından biri, o zamanki resmi unvanıyla “devletlu, necabetlu, şehzade-i civan-baht Mehmed Seyfeddin Efendi” yapardı. Bir şehzadenin, yani padişah çocuğu olan bir prensin minarelerin arasını ölçüp teller üzerine kandiller dizmesi, şerefeye çıkıp o telleri germesi, sonra da kandilleri yağ ile doldurup yakması pek alışılmış bir iş değildi ama bütün bu işler Sultan Abdülâziz’in küçük oğlu ve son Halife Abdülmecid Efendi’nin kardeşi olan Seyfeddin Efendi’nin hobisi idi ve İstanbul’da ondan daha maharetli bir başka mahyacı yoktu.

        SÜRGÜNE GÖNDERİLDİ

        Seyfeddin Efendi, babasının saltanatı sırasında, 1874’te İstanbul’da doğdu. Sultan Abdülâziz tahttan indirildiği sırada iki yaşındaydı ve o tarihe kadar yaşadığı Dolmabahçe Sarayı’ndan Beşiktaş’taki Feriye Sarayı’na nakletti. Gençlik senelerinde Bağlarbaşı’nda bir köşk satın aldı ve 1924 Mart’ında Osmanlı ailesinin bütün mensuplarıyla beraber sürgüne gönderilmesine kadar bu köşkte oturdu.

        SEÇKİN BİR BESTECİ

        Ama, mahyadaki ustalığının yanında bir başka özelliğiyle daha fazla tanınmıştı: Bestekârlığı ile... Bilinen sadece iki eseri, Hüzzam ve Bayati makamlarında peşrevleri günümüzde de sık sık çalınıyor, bu peşrevler Klasik Türk Müziği’nin en güzel ve en seçkin eserlerinden kabul ediliyorlar. Seyfeddin Efendi hayata sürgünden üç sene sonra, 1927 Mart’ında Güney Fransa’nın Nice kentinde veda ettiğinde henüz 52 yaşındaydı.

        SARAYDAN İFTARLIK TARİFLER

        Kayısılı kereviz

        MALZEME

        Kereviz

        Safran

        Kayısı

        Elma sirkesi

        Tarçın, zencefil

        Bakır bir tencerenin dibi yağlanarak, ortalarından kesilerek iki parça yapılmış kuru kayısıyla boydan boya döşenir. Kayısıların üzerine iki kat dilimlenmiş kereviz konur ve bunların üzeri de yeniden kayısıyla döşenir ve tencerenin ağzına yakın yere gelinceye kadar böyle devam edilir. İstendiği takdirde, aralara birkaç tutam safran da konulabilir. En üstteki kerevizler de kayısıyla kaplandıktan sonra, önceden az haşlanmış kereviz yaprakları ve taze soğan yerleştirilir. Ayrı bir kapta, istenilen miktarda hafif zeytinyağının içerisine bir çorba kaşığı elma sirkesi konur, iyice karıştırıldıktan sonra tencereye dökülür. Yarım saat kadar pişirilir ve üzerine zevke göre tarçın veya toz zencefil serpilir

        ŞEYH HAMDULLAH

        Hattın Üstadları

        Türk hat sanatında klasik ekolün başlatıcısı olan ve hattın en büyük ismi sayılan Şeyh Hamdullah, 1430’lu yıllarda Amasya’da dünyaya geldi. Genç yaşındayken, devrinin tanınmış hattatı olan Hayreddin-i Maraşi’den ders aldı ve kendinden önceki büyük hattatların yazılarını toplayıp onlara bakarak meşketmek suretiyle ilerlemeye başladı.

        Hamdullah henüz Amasya’da iken orada valilik etmekte olan Şehzade Bayezid’in dikkatini çekti ve geleceğin padişahına yazı öğretmeye başladı. Şehzade, babası Fatih Sultan Mehmed’in ölümünden sonra Amasya’dan İstanbul’a hükümdar olarak giderken hocası Hamdullah’ı da başkentine davet etti. Artık İstanbul’a yerleşen Hamdullah’ın hayatının ikinci dönemi başlamıştı. Sarayda büyük bir sevgi ve alâka gördü ama devrin padişahı tarafından el üstünde tutulmasına rağmen asla gurura kapılmadı.

        İkinci Bayezid’den sonra Yavuz Selim’in ve Kanuni Süleyman’ın hükümdarlık dönemlerini de gören Hamdullah, yazmayı çok ileri yaşlarına kadar sürdürdü ve 1520 senesinin sonlarına doğru hayata veda ederek Karacaahmed Mezarlığı’na defnedildi. Kabrinin bulunduğu ve “Şeyh sofası” denen yere gömülmek, sonraki hattatlar için bir şeref sayılmıştır.

        Hamdullah’ın sanatı, koyduğu estetik kaidelerin kesinliği ile özetlenebilir. O, yazıya yeni matematik ve geometrik ölçüler getirerek eski sertliği tatlı bir görünüme dönüştürdü.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ