Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İKTİDARIN Suriye politikası etrafında cereyan eden kamplaşma öyle bir hal aldı ki eleştirenler Esadcı, savunanlar Cihatçı olmakla suçlanıyor. Her iki taraf haklı olduklarını kanıtlamak için Suriye’deki olayları cımbızlayıp tezlerine göre yontarak mutlak gerçek olarak sunuyor.

        Oysa muhaliflerin de rejimin de eli kanlı. Kimse masum değil. Ama öldürme imkânları daha güçlü olan tabiatıyla rejim. Ve vatandaşlarını korumakla yükümlü olan rejim, tam tersine ayakta kalabilmek adına her geçen gün daha fazla kan akıtıyor. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden kendi halkını öldürüyor.

        En son Şam’ın Daraya Beldesi’nde çoğu sivil 320 kişi rejim güçleri tarafından katledildi.

        Camiye sığınmaya çalışan kadın ve bebelere dahi acınmadı. Suriye’deki ayaklanma başladığından bu yana en az 20 bin kişinin can verdiği tahmin ediliyor.

        Çarşamba günü Güvenlik Konseyi üyelerine konuşan Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı Jan Eliason, Suriye’nin toplumsal birliğinin tehdit altında olduğunu vurgularken aslında bir mezhepsel iç savaşa işaret ediyordu. An itibarıyla 220 bin Suriyeli mülteci konumunda.

        Suriye’deki hastanelerin yarısı işlevsiz halde. Gıda fiyatları bazı bölgelerde üçe katlanmış durumda. Eliason’a göre en 2.5 milyon Suriyelinin “acil yardıma ve korunmaya” ihtiyacı var.

        Konseyde söz alan Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu bu korkunç manzara karşısında “Daha ne kadar seyredeceğiz” diyerek konsey üyelerine “acil eylem” çağrısında bulundu. Ama arzuladığı destek gelmedi. Konseyin daimi üyeleri Rusya ve Çin, Suriye’ye herhangi bir dış müdahaleye karşı sergiledikleri sert tutumu sürdürüyorlar. Amerika ise Suriye’ye müdahale konusundaki mesafeli pozisyonunu sürdürüyor.

        Türkiye’de hükümetin politikasını destekleyenler, “Müdahaleye biz de karşıyız ama sivil halkı güvence altına almak için mutlaka tampon bölge kurulmalı” diyorlar.

        Oysa tampon bölge kurmak, askeri müdahaleyi gerektiriyor. Çünkü tampon bölgenin güvenliğini sağlamak için evvela bölgeyi koruyan kara güçlerinin güvenliğini sağlamak gerekiyor. Bu da uçuşa yasak bölge kurarak, yani rejimin hava savunma sistemini yok ederek olur ancak. Oysa Esad’ın hava savunma kabiliyeti sapasağlam yerinde duruyor. Bunu imha etmek için müdahil güçlerin de uçak ve dolayısıyla asker kaybetmeyi göz alması gerekiyor.

        Amerika buna katiyen yanaşmıyor. Kaldı ki BM’den bu yönde alınacak herhangi bir karar tasarısı Çin ve Rusya’dan veto yiyecektir. Ortadoğu’daki imajını düzeltmeye çabalayan Amerika’nın, BM’yi by-pass ederek yeniden Müslüman coğrafyasında işgalci görünümüne sebep verecek adımlar atmak istemesi zayıf bir ihtimal görünüyor. Vicdan mı demiştiniz?

        Görüştüğüm üst düzey Batılı kaynaklar, Esad rejiminin yakın gelecekte yıkılmasının mümkün görünmediğini savunuyorlar. Ne Esad galip gelebilir, ne de muhalefet. Yani iki taraf arasında sıkışan masum halk can vermeye devam edecek. O halde ne yapmalı? İşte tam bu noktada Türkiye kritik bir tercihle yüz yüze. BM’nin yeni Suriye temsilcisi Lakdar Brahimi’yle el ele verip bir ateşkes sürecini başlatmak üzere silahlı muhalefet üzerindeki nüfuzunu devreye sokabilir. Brahimi de İran ve Rusya’yı ikna ederek Esad üzerinde iktidardan dövüşerek değil müzakere yoluyla uzaklaşması için baskı kurdurabilir. Bu saatten sonra faydası olur mu? Şüpheli. Ama denemeye değer.

        Aksi halde akan kanın vebali kısmi dahi olsa muhaliflere destek verip Esad’ı devirmeye iman eden tüm aktörlerin üstüne kalabilir.

        Diğer Yazılar