Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çocuk olmak zor iş. Biz yetişkinler hem onlar üzerinde kontrol kurma konusunda aşırı istekliyiz hem de bazen ne yaptığımızın o kadar farkında değiliz...

        Zaman zaman sadece “Onun istediği değil benimki olmalı, yoksa o beni yener” diye mi düşünüyoruz ya da “Her yaptığı şeyi benim denetimimle yapmalı, yoksa canı acır” diye mi düşünüyoruz; belki her ikisi de ve belki başka sebepler de var benim aklıma gelmeyen... Ama biliyor musunuz: Gerek yok! Nasıl mı?

        Hafta sonu Uzay’la birlikte iki gün Kapadokya’ya gittik. Kapadokya herkesin mutlaka bir kere deneyimlemesi gereken bir yeryüzü parçası. Binalar ve arabalar içinde yaşamaktan yaşadığımız yerin gezegene ait olduğunu unutmaya yüz tutmuş olanlara özellikle öneriyorum. Burası gezegen ve gerçekten çok ilginç yerleri var. Kapadokya bunlardan biri... Her seyahatten olduğu gibi bundan da çocuklara yönelik kıssadan hisselerle döndüm...

        *

        İlki şöyle... Akşam otelimizin terasında ben Erciyes Dağı manzarasının yanından doğan dolunayı seyredip hayran kalırken, Uzay da kendi kendine oynuyor. Yakınımızda kalabalık bir grup var. Grubun içinde Uzay yaşlarında bir çocuk... Grubun yetişkinlerinden biri çocukla Uzay’ı tanıştırdı. Sonra da “Hadi oynayın bakalım” dedi... (Yetişkinler nasıl karşılaştıkları her yetişkinle sohbete girmiyorsa çocukların da sadece ortamda başka çocuk var diye onunla oynayabileceğinin düşünülmesi bana abes geliyor.) Uzay dert etmedi. Kendi tutturduğu “terasın etrafında koşalım oyunu” vardı, çocuğu da buna dahil etti.

        Lakin “Hadi oynayın” komutunu veren yetiş- kinin nasıl oynanacağı konusunda da fikirleri vardı: “Koşmadan oynayın, kenara yanaşmayın, birbirinize gününüzün nasıl geçtiğini anlatın, şurada oynayın, öteyi göremiyorum” tarzında yönergelerin ardı arkası kesilmedi... Bir süre sonra Uzay şöyle dedi: “Sen benim annem değilsin. Ben nasıl oynayacağımı biliyorum.” Haklıydı. Çocuklara “Oynayın!” dedikten sonra şöyle oynayın, böyle oynayın denmez(di). Çocuk komutla çalışan bir mekanizma değil(dir) çünkü.

        Söz konusu yetişkin “Şunu da yapmayın, bunu da yapmayın” demeye devam edince bu sefer ben karıştım. Uzay’a, “Sen istediğin gibi yapabilirsin, ben şu anki durumda tehlikeli bir şey göremiyorum” dedim... Uzay rahat etti ve koşturmaya devam etti. Ben de elimde bir şeyler karaladığım defterime şunları yazdım: “Oyna, şimdi oyna, şöyle oyna, böyle oyna, benim istediğim kadar, benim istediğim gibi oyna...” Bu mu gerçekten? Böyle bir tutumun içinde o çocuk nasıl oynasın(dı), nasıl zevk alsın(dı), oyunla ya da çevresiyle hakiki bir ilişkiyi nasıl geliştirebilsin(di)? Hem hangi yetişkin oyun oynamayı çocuktan iyi bilebilir (ki)? Mevzu güvenlikle ilgiliyse 6 yaşına gelmiş çocuğa tehlike, risk, kendini koruma öğretilmediyse eğer bu çocuk hayatta nasıl var olacak (ki)? Bilemedim. Ve koruma amaçlı aşırı müdahalelerimizle çocukları nasıl sakatladığımızı bir daha anladım...

        *

        İkinci hisse bana... Kızıl Vadi diye bir yer var. Yüksek bir tepeden başlayan ve Çavuşin diye bir bölgede biten bir trekking yolu geçiyor bu Kızıl Vadi’den. 5.5 yaşındaki oğlumla bu yolu gider miyim, diye düşündüm. Gidemezsek geri döneriz, dedim ve yola çıktık. İlk başlarda o kadar tedirgindim ki Uzay bunu sezdi ve yürümeyi reddetti. 150 m. gidip bir yerde oturduk. 2 saat boyunca Uzay toprakla oynadı, su içti, etraf hakkında ve gelen geçenle konuştuk. Sonra “Haydi” dedim, yola çıkalım. Çıktık.

        Yolun ilk başı dik bir tepeden kıvrıla dolana aşağı vadiye inmeyi gerektiriyordu. Birkaç kere yolu şaşırdım, birkaç kere kayıp düşeceğiz diye ödüm patladı. Uzay’a dedim: “Ben kendimden pek de emin değilim. İstersen geri dönelim” diye... “Eğer dönersek maceracı anne ve oğlu olamayız” dedi... “Cesaretim olur musun, ben biraz korkuyorum” dedim... “Tamam” dedi. Ve yürüdük. 4,5. km’lik bir doğa yürüyüşü. Tepelerden aşağılara, güneşin altında ve yolun büyük bir kısmında çevremizde bizden başka tek bir insan olmadan...

        Yolun son 200 metresinde Uzay’ı taşımam gerekti... O kadar da olsun(du). 1.20’lik mini bir adamla, korka korka (düşüp bileğimi burkabilirim, karşıma yılan çıkabilir, yolu kaybedebilirim) ya varamazsak düşüncesiyle neredeyse hiç mola vermeden 4.5 km’yi yürüyüp bitirdik... Uzay’a sorsanız bu konuyu benim kadar heyecanlı anlatmaz size. O Göreme Açık Hava Müzesi’nde gördüğü insan iskeletinden bahseder. O yol yüründü ve bitti onun için. Benim içinse hayat boyu bitmeyecek. Çünkü yeniden gördüm ki çocukları terbiye etmeye, onları eğitmeye dair garip itkimizi bir kenara bırakabildiğimizde onlar bize harika rehberlik ediyorlar... Bu böyle!

        Diğer Yazılar