Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eskilerin sıkça kullandığı bir ifade var; “mevsimlik”. Bayılıyorum. Orta yaşın üzerindekilere, elinize ince mi kalın mı olduğuna karar veremediğiniz bir pantolon alıp, “bu kışlık mı yoksa yazlık mı?” diye sorarsınız, mevsimlik diye cevap verirler.

        Kış ya da yaz, mevsimden sayılmıyor sanki. Onlar için, ilkbahar ya da sonbaharda giyilen kıyafetler mevsimliktir. Üstelik iki mevsimin arasında dağlar kadar fark olmasına rağmen.

        Mevsimlik... Bence kibar bir kelime.

        Aslında düşününce, her şeyin bir mevsimi var; meyve sebzelerin olduğu gibi, kuşların göç edip geri geldiği gibi. Hatta bunu bir adım ileri götürüp, insanların da mevsimlik davranışları olduğunu düşündüğümü söylemek isterim.

        Mevsimlik duygusalız, mevsimlik zayıfız, mevsimlik dindarız, mevsimlik okur yazarız mesela...

        Şimdi yaz geldi. Tatil oldu. İnsanlar çok önceden planlar yaptı. Şehirler boşaldı. Çoğunluk deniz kenarına konuşlandı.

        Hah işte, mevsimlik okur yazarlar tam da orada ikamet ediyor. Bütün kış okumadılar. Ya da, geçen yıldan bu yıla taş çatlasın bir kitabı tamamladılar.

        Ama şimdi haldır haldır okuyorlar. Hem okuyorlar, hem de okuduklarını belgeleyip, sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlar. Göstermelik değil hakikaten okuyorlar, ama nedense bunun için güneş, kum ve denizi bekliyorlar.

        Yılın en rahat zamanında, onlara “oku” vahiyi geliyor, en entellektüel olma zorunluluğu olmayan dönemde onlar, bilgi küpüne dönüyor.

        Ama dedim ya işte, mevsimi var; Eylül 1 dedi mi, kitaplar bal kabağına dönüşüyor. Okur- yazarlık bir dahaki emre kadar kendini nadasa bırakıyor.

        Geçiçi aksiyonları severiz

        Yemekten hoşlanan insanlarız. Diyetisyenlerin söylediği gibi “kısa süreli diyet değil, sağlıklı bir beslenme hayat biçimimiz olmalı” anlayışı, genlerimize ters.

        Bizler de ne yapalım mevsimlik diyetteyiz. Özel davetlerden önce, vitrinde gördüğümüz dar elbisenin içine girecek kadar, azı karar çoğu zarar şeklinde zayıflıyoruz.

        Daha ziyade, tek kullanımlık bir zayıflama programına tabi oluyoruz. Davet bitene kadar... Ya da yaz bitip, kıyafetlerin kumaşları kalınlaşana, paltolar ayıpları örtene kadar. Sonra ucunu bırakıyoruz, özümüze dönüyor ve rahatlıyoruz.

        Tüm kışı televizyon karşısında yiyerek geçiriyoruz. Derken ekranda yine “mevsim geldi” ışığı yanıyor. Zayıflamak farz oluyor. Mevsimlik işçiler gibi, mevsimlik zayıflar olarak literatüre giriyoruz.

        BÖYLE HAYAT MI OLUR

        11 ayda bir sırası gelen mevsimlik dindarlar var ki, o konuya hiç girmiyorum.

        Allah kabul etsin, Ağustos böceği misali 1 ayda hızlandırılmış kur şeklinde ibadet ediyor olsalar da, yine de ediyorlar ya buna da şükür.

        Ama mevsimlik melankoliklerden bahsetmek istiyorum mesela. Sonbaharda, takribi Ekim civarı, nüfusları katlanarak artıyor. Sırf o dönem çıkan albümler, vizyona giren filmler hep ayrılıktan, yalnızlıktan, mutsuzluktan, fena bir ruh halinden bahsediyor diye melankoliyi dibine kadar yaşıyorlar.

        Ağaçların yaprakları döküldükçe, onlar da içten içe kararıyorlar. Mart başladı mı küllerinden doğuyorlar. Akıllarında dolaşan “böyle hayat mı olur!” sloganı “yaşamak ne güzel şeye” terfi ediyor.

        Dedim ya mevsimlik yaşıyoruz hayatı. Eskiler mevsimlik derken ucunu boşuna açık bırakmamış. Mevsimlik işte, geçici...

        Belki de insanoğlu, böylelikle sıkılmıyor, monotonluğa kapılmıyor, kim bilebilirki.

        Diğer Yazılar