Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kültürümüzün, gelenek ve göreneklerimizin annelikten pişman olmaya müsait olduğunu düşünmüyorum. Nitekim bizler, anne olma mitiyle büyütülmüş kız çocuklarıyız. İlk oyuncak namına, ellerimize birer bebek verildi. Uyutmamız, yedirmemiz, içirmemiz, soyup giydirmemiz ve büyütmemiz öğütlendi. Aslına bakarsanız bize bu şekilde toplumsal rolümüzün ne olduğu mesajı verilmek istendi. Bizler de üzerimize düşeni yaptık. Okuduk, çalıştık, gerekirse kariyer yaptık ancak dönüp dolaşıp aynı noktaya vardık. Hatta öyle ki asıl misyonumuzu asla unutmadık.

        Aklımızın bir yanı hep ertelenen bir görevin verdiği pişmanlık duygusu ile meşguldu. Nitekim bir an önce mevcut pişmanlığımızdan arınmak adına ürettik ve çoğaldık.

        Bizler anneliği hiç sorgulamadık. Bu bir dişi olarak bizim yegane görevimizdi, ama zorlandık ama zorlanmadık. Ancak katiyen pişman olmadık. Bizim olmamamız başkalarının da olmadığı anlamına gelmiyor tabii. Mesela Fransız, İtalyan, Alman ve hatta İsrailli kadın gayet pişman olabilir. Sonuçta bizler gibi anaç yetiştirilmediler.

        Nitekim belgelerle kanıtlanmış pişmanlıklar mevcut. İsrailli bir kadın sosyolog olan Orna Donath, 2015 yılında “Annelikten Pişman Olmak” adlı bir kitap yayınladı.

        Çok çalışan, tırnağıyla kazıyarak kariyer planı yapan ve emin adımlarla ilerleyen kadınların, çocuk sahibi olamamaktan ötürü duydukları pişmanlıktan sıkılmış ve hem gerçek hem de bin pişman annelerin hikayelerine dayanan bir kitap hazırlamış. Kitap ilk çıktığında İsraillilerin de kafasını karıştırmış ancak bir haftada tepkiler azalmış. Yarası olan gocunur misali öncelikle kendi başbakanları çocuksuz bir kadın olan Almanya, kitabın varlığından sarsılmış. Hatta halen daha üzerine tartışılmaya devam ediyor.

        Böylece muhtemelen çocuk yapmaya niyeti olmayan Almanlar biraz daha zaman kazanıyor. Tartışmaydı, pişmanlıktı, değildi derken birkaç ay daha oyalanıyor.

        Kaderine razı

        Dedim ya, bizler annelikten pişman olmayı aklımızın ucundan geçirmediğimiz, geçirecek bile olsak cehennemde cayır cayır yanacağımızı hissettiğimiz için bu kavram ile ilk defa tanıştık. Türk ve Müslüman kültüründe her şeyden önce annelik kutsaldır.

        Keşke yapmasaydım diyenin dilini eşek arısı sokar, kolu kopar, başına gelmeyen kalmaz. Ancak bizlerin de söylenme hakkı var elbet.

        İlk kitabım Beşikte Durduğu Gibi Durmuyor çıktıktan sonra, bir erkek okuyucum, bana “çocuk yaptığınız için mutlu musunuz, mutsuz mu çözemedim” demişti. Anneler kan kussa kızıkcık şerbeti içtim demeye o kadar programlanmışki, aradan yükselen, normal şartlarda olağan ancak kültürümüzde marjinal söylemler, bünyeleri sarsıyor.

        İşte bu yüzden şahsi fikrim, anne olmaya karar verme aşamasının, Türkler’in Avrupa Birliği’ne kabulünden hallice bir ölçme değerlendirmeye tabii tutulması gerektiği yönünde. “Kadınsın ve anne olmalısın” inancının, Türklük ya da cinsiyetle değil, sabır, hoşgörü ve genel ruh hali ile desteklenmesi gerektiğine inanıyorum.

        Bizler sorgusuz sualsiz anneyiz, üstelik bunda hemfikiriz. Mutluyuz da...

        Yazılım programımız güle ağlaya, yana yakıla, düşe kalka anneliğimizle gurur duyma üzerine kurulu. İşletim sistemimiz bile anaç. Ama bu dünyada farklı ve olumsuz görüşlerin olması bile, insanın hoşuna gidiyor.

        En azından kültürümüzün desteklediği en uç bıkkınlık duygusu olan “of” demekten pişmanlık duymamamıza sebep oluyor.

        Gördüğünüz gibi İsrailli anneler pişman, Alman anneler kararsız ve isteksiz, Fransız anneler ilgisiz ve bir o kadar başarılı (bakınız; French Children Don’t Throw Food) Türk anası da genel olarak cefakar. Yine, yeniden söyleyelim mi; Ne Mutlu Türküm Diyene!

        Diğer Yazılar