Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Doğuştan yakınımız olan insanlar var; annemiz, babamız, kardeşlerimiz ve bilimum aile büyüklerimiz.

        Sonradan hayatımıza girip kan bağımız olanlar kadar yakınlaştıklarımız var; mesela dostlarımız.

        Bir de tanımadığımız, gerçeğini görmediğimiz, kokusunu hiç bilmediğimiz, ne hikmetse diğerleri kadar yakın hissettiğimiz hikaye anlatıcıları var. Yazarlar ve oyuncular bu gruba giriyor.

        Yazar aklından geçeni, sözlü olarak ifade edemediğini ya da etmekten çekindiğini, yıllarca gözlemlediğini belki de en yakınındakini, karakterler aracılığıyla bizlere tanıtıyor. Aslına bakarsanız seçtiği cümlelerle aslında kendi karakterini ortaya koyuyor.

        Takip ettiğimiz her yazar, çok iyi tanıdığımız birer aile ferdi kadar yakın. Üslubunu biliyoruz; kaşını gözünü, sesini, kokusunu bilmememize rağmen, yazarla 40 yıllık dost oluyoruz. O olsaydı şimdi böyle derdi diyecek kadar gıyabında bir samimiyet yaratıyoruz. Yoksa başka türlü dünyanın dört bir yanındaki yazarların adına açılmış müzeleri, hikayelerini yazdıkları evleri, kullandıkları eşyaları önemser miydik?

        James Matthew Barrie’nin Peter Pan’i yazdığı Kensington Bahçeleri’ndeki ev, Londra’yı ziyaret edenlere neredeyse Big Ben’den önce gösteriliyor, Agatha Christie’nin “Orient Express’te Cinayet” romanını Pera Palas’ta yazdığını herkes biliyor.

        Hikaye anlatıcıları bizdendir. Öyle ki, iyilikleriyle seviniyor, kötü haberlerini alınca üzülecek hale geliyor, çıkardıkları kitapların periyotları uzayınca kafa bile tutuyoruz.

        Tarık Akan, sanki Ferit

        Bir diğer hikaye anlatıcıları bana göre oyuncular. Hikayeyi kendileri yazmasalar da, ona can veriyorlar. Kötü adamsa nefret ediliyor, iyi, hanım kızsa örnek bile gösteriliyorlar.

        Sanıyorum bu yüzden Tarık Akan benim gözümdeki çapkın genç delikanlı imajını asla silememiştir. Kariyerinin ilerleyen yıllarında çektiği politik filmlere rağmen, Ferit’tir, Ferdi’dir. Geride hep gözü yaşlı genç kızlar bırakır ama iyi kalplidir.

        Allem eder kallem eder, her filmin sonunda kızların gönlünü hoş eder. Bu haliyle izleyiciyi de mest eder. Bir dönem, ailenin oğlu, herkesin damadı muamelesi görmesi bundandır.

        Aramızda nesil farkı olmasına rağmen filmleriyle büyüdüm. Anlattığı, can verdiği her karaktere ait, en az bir kaç replik hafızamda.

        Sanıyorum bu yüzden ölüm haberine çok üzüldüm. Yakınım gibi, aileden biri gibi. İşin garip tarafı yaşlanmış ve dünyasını değiştirecek yaşa gelmiş olması da acayip geldi.

        Sanki diğer herkes yaş alırken hikaye anlatıcıları, anlattıkları hikayenin zamanında kalmış gibi. Hiç ilerlemiyor, onların takvimleri yaprak dökmüyor, saçlarına ak düşmüyormuş gibi...

        Ama her fani gibi, o da yaşlanmış, kızlarıma ölümü anlattığım şekliyle; hayattan keyif alamayacak kadar hastalanmış ve artık hayat onu eğlendirmemeye başlamış.

        Ama o şanslı, çünkü yüzlerce hikaye anlatıyor. Artık aramızda olmasalar da, yazarların hikayeleri okunmaya, oyuncuların hikayelerine can verdiği karakterler izlenmeye devam ediyor. Daha nice nesiller, onun yeşil gözleriyle tanışacak, Tarık adını duyduğunda irkilip, aslını Ferit, Ferdi sanacak.

        Diğer Yazılar