Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugüne kadar defalarca “ıssız bir adaya gidecek olsanız, yanınıza ne alırdınız?” sorusuna maruz kaldık. Hala kararımı net verebilmiş değilim.

        Sayı sınırlaması getirilirse, işime yarayacak şeyleri mi yoksa beni eğlendirecek şeyleri mi alırdım emin olamıyorum.

        Yalnız bir şey farkettim; şimdiye kadar hiç, ıssız bir adaya düşsek ne yapardık sorusu sorulmadı.

        Fakat her yıl Ocak sonundan itibaren, ıssız adaya düşen insan topluluğunun günlük hayatlarını izlemek alışkanlık oldu. Survivor’dan bahsediyorum. Ve izledikçe görüyorum ki; öyle düşünüldüğü gibi ıssız adaya düşen insan; ruhumla bütün olayım, içimi dinleyeyim, doğanın tadını çıkarayım falan demiyor. Issız adaya düşen bir avuç insanın yaptığı yegane şey; gıybet.

        İÇİMİZE İŞLEMİŞ

        Her yayınlandığı bölümü çekirdek eşliğinde izleyenlerden değilim. Ama itiraf etmeliyim, denk gelince keyifle izliyorum. Özlü sözlerde; hayat bir yarış değildir, maraton hiç değildir denildiğinde mantıklı gelse de, içimize işlemiş bir kere, birbiriyle kıyasıya mücadele eden insan görünce hoşumuza gidiyor.

        Doğamızda var; insan taraf tutma ihtiyacı hissediyor. Yarışırken hepsi centilmen birer sporcu. Sadece hedeflerine bakıyorlar, parkuru en önce tamamlama telaşındalar.

        Ancak ve ancak ada yaşamına döndüklerinde, içlerinden; günün büyük çoğunluğunu, belinden üstü pencerenin dışında ikamet eden mahallenin dedikoducu teyzesi tadında geçiriyorlar. Üstelik başlarda reyting için yaptıklarına inandığım gıybet dürtüsünün, artık kesinlikle içten geldiğini, zamanla açığa çıktığını ve malesef dizginlenemediği inancındayım. Fragmanlarda “Survivor’a Savaşmaya Geldim” deyip süper kahraman tadında adaya adım atan niceleri, “Survivor’a ara bozmaya geldim, herkesin arkasından konuşup, birbirine düşüreceğim, yaşasın kötülük” felsefesine kayıyor. Bir de sanıyorum insanların adaya düşünce sergiledikleri hal ve hareketler, kültürden kültüre değişiyor.

        ASYALILAR YOGA YAPARDI

        Mesela aynı adaya, benzer miktarda Asyalı’yı koysanız, sessizliğin sesini dinlerlerdi diye düşünüyorum. Ateş yakıp etrafında yoga yapar, ekip çalışmasıyla oraya ağaçlardan köy kurar, yarışmada çekişir ama adaya dönünce birleşirmiş gibi geliyor. “Barakayı hep ben süpürüyorum, adadaki coconutları (hindistan cevizinin ada yaşamındaki yeni adı) sen silip süpürüyorsun, gece ben uyurken sürekli güldünüz” gibi, okul öncesi dönemdeki çocuk kavgalarına dönmezdi diye düşünüyorum. Bir de başka bir gerçek var ki; Türk insanı iştahlı arkadaşlar.

        Doymuyor. Asyalılar aynı erzakla 6 ay geçirecekken, bizimkilerin iki pirinç tanesi için birbirlerine düşman olduğu bir ortamdan bahsediyoruz. Demem o ki, Survivor sayesinde ıssız adalarla ilgili düşüncelerim tamamen alt üst oldu.

        Ilık kumlar, serin sular, turkuaz deniz, sessizliğin sesi gibi kavramlar; gıybet, fitne ve fesata dönüştü. Galiba adaya gideceğimi önceden bilirsem yanıma almam gereken yegane şey, Türk savunma araçlarının başında gelen levye olacak.

        Diğer Yazılar