Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sosyal bilim yazınına baktığımızda linç şöyle tanımlanır: Bir kalabalık veya güruh tarafından ölümüne yol açacak biçimde bir şahsa yasa dışı şiddet uygulamaktır. Bir linç girişiminde bulunan kalabalık veya güruhun tanımı ise şöyledir: Hiçbir yasal yetkisi olmadan bir şahsa zarar vermek niyetiyle toplanan ve ona şiddet uygulamak üzere harekete geçen iki veya daha kalabalık topluluktur. Linç, bir niyet taşır; o da hedef alınan kişi veya kişilere, ölümlü veya ölümsüz zarar vermektir. Bu niyet, güruh toplanmadan önce veya toplanma esnasında ortaya çıkar.

        Tarihe baktığımızda linç, bir toplumun sosyal ve ekonomik olarak sıkıntıda olduğu zamanlarda yaygınlaşır. Genellikle siyasal olarak egemen olanların sisteme itirazı olanları, değişim isteyenleri sindirmek ve caydırmak için devreye soktukları bir şiddet ve yok etme türüdür. Linç olaylarında kullanılan (tahrik edilen) kişiler veya gruplar düzenin değişmesinin kendilerine zarar vereceğine inandırılan alt tabakalardan devşirilir.

        Tarihimize kuşbakışı baktığımızda, 1915 tehcir ve kıtal olaylarından başlayarak, 1934 Trakya’da Yahudi’lere yapılan saldırılar ve kaçırtma; 1955’te Istanbul ve İzmir’de gayr-ı Müslim vatandaşlara yapılan kitlesel saldırılar ve mallarının tahribi sonunda on binlercesinin yurttan kaçırılması; 1978’de Maraş ve Malatya’da solcu ve Alevilere yönelik katliam; 1980’de Çorum’da aynı kimlik gruplarına yönelik saldırılar ve yine Malatya’da 2007’de Protestan misyonerliği yaptığı iddia edilen kişilerin boğazlanması hep resmi parmağın işaret ettiği linç girişimleridir. Neden?

        Bizim tüm eğitim sistemimiz bu ülkede yaşayanların yalnızca Türkler olduğu, gerisinin fuzuli veya tehlikeli olduğu tezi üzerine bina edilmiştir. Aynı ülkeyi paylaşan ve tarihin derinliklerinden beri bu yurt paylaşımını sürdüren insanların, halkların bir resmi karar ve ardından inşa edilen siyasal kültürce ‘yabancı’ ve ‘tehlikeli’, ‘ulusal birliği bozan’ unsur olarak ilan edilmesi, hukuken ve siyaseten gereğinin yapılması bu ülkenin de insanların zihniyetini de maalesef iğfal etmiştir. Ondan sonra da bu ülke ne huzur görmüştür ne de istikrar.

        Son günlerde artan ve kendisini ve artık ne olduğu belli olmayan siyasal amaçlarını gündemde tutmak için sürekli kan döken PKK’nın zemin hazırladığı linç psikolojisi devreye sokulmuştur. Tahriki anlamak mümkündür. İnsanların öfkesini de… Ama bir linç kültürü olmazsa ve bu şimdiye dek bir toplum kontrolü mekanizması olarak kullanılmamış olsa toplanan kalabalıklar, hedef aldıkları diğer kişi ve grupların canına veya malına bu kadar kolay kast edemezler ve eylemleri bu kadar kolay onay görmezdi.

        Bir “iç savaş” arifesinde miyiz diye soruluyor. İç savaş, insanlar iç içe yaşadıklarında çıkar. Madem etle tırnaktık, kız alıp verdik ve karıştık, yaygınlaşan bir ‘ötekileştirme’ ve nefret söylemi neden? Körüklenen ayrışma kolay olmayacağı için mücadele çok daha şiddetli ve kanlı olmaya adaydır.

        O nedenle ne linç girişimlerinden kendi istedikleri saf ve sorunsuz toplumun doğacağına inanan hayalciler; ne de Kürtlerle ve gayr-ı Müslümanlarla yaşayamayacağına inanan ırkçılar bu niyetlerini ulu orta dile getirsinler. Davranışları iki büyük zafiyeti sergiliyor:

        1- Biz tarihimizden gelen kültürel zenginliğin nimetini anlamadan onu yok etmeye çalıştık ve bu zenginliği (çeşitliliği-çoğulluğu) yönetemedik. Bu nedenle ne bir çoğulcu demokrasi oluşturabildik ne de hoşgörü ve uzlaşma kültürü.

        2- Onayladıkları linç kültürü, karşı şiddetle Türkiye’nin her yerine yayılır ve pek sevdikleri Türkiye, o bildikleri aziz ülke olmaktan çıkar. Kendileri de gelirleri ölçüsünde daha ‘uygar’ ülkelere göçerler-tıpkı kendilerinin göçerttikleri diğer Anadolu halkları gibi. Gelin bir arada eşitçe, kimse kimseye tahakküm etmeden bu ülkede yaşamayı öğrenelim. Kendimiz için ne istiyorsak bir diğerinin de sırf vatandaş olduğu için hakkı olduğunu kabul edelim. Çünkü gerisi hüsran.

        Diğer Yazılar